Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 27 Haziran 2024
‘Sivil Anayasa’nın tetiklediği “Türk” ve “Türkiyelilik” kavramı üzerine devam ediyoruz.
1965’te Hacettepe Üniversitesi’nden Aydın Toros’un araştırmasına göre, Türkçe’den başka dilleri konuşanların oranı %9, Kürtçe konuşanların oranı %7, Kürtçe dışında konuşanlar %2 civarındaydı. 1990 tarihli bir veriye göre Zaza-Kurmanç ayırımına dahi gitmeksizin ana dili Kürtçe olanların sayısı 7 milyon 50 bin civarındaydı. Türkiye’de yaşayan nüfusun %80’ininden fazlası, yani büyük bir çoğunluğu yaklaşık 1.000 yıldan beri Türkçe konuşan, Türk kültürü ve değerler sistemini temsil eden, İslam dinini ortak bir paydada paylaşan ve sosyal bir aktör olarak, devleti kuran hakim grubu veya antropolojik deyim ile “büyük toplum”u oluşturmaktadır. Diğerleri yan-kültür alanını oluşturmaktadırlar. Batı sosyolojisi ve antropolojisine göre de ulus-devlet veya millet-yapma standart kültürü temsil eden ancak “Türklük”te birleşmekle mümkündür. Yerleşik alanın (coğrafya, yurt) adına da Türklerin yaşadığı coğrafyanın adı verilmiştir. Buradan hareketle, coğrafyayı, yani “Türkiye”yi kabul ederken, bu coğrafyaya adını veren “Türk” gerçeğini reddederek, “Türkiyeliyim” tarzında bir tutumu sergileyen zihniyetin, aslında bilinç altı etnisite kimliğini sürdürmek suretiyle “milletleşme” olgusunun önünü tıkamak isteyenler olduğu açıktır.
Türklük, standart kültürü temsil eden büyük toplum veya egemen kültürdür, sosyal gerçektir ve asla bir kod ya da şifre değildir. Ümmet ideolojisini yanlış algılayan “cemaatleşme” diye belirlenen tabaka ile tarihsel etnisite kimliğini sürdüren yabancı soylu unsurların ittifakı, standart kültürü temsil eden “Türklük” olgusunu devreden çıkararak, sadece bir coğrafya parçasını belirleyen, buna karşılık kültür, norm ve değerler sistemini reddeden bir “Türkiyeliyim” sevdasına kapılmışlardır. Bu akım, tamamen bölücü nitelikte ve ülkeyi federal yapıya sürüklemekte, temelinde ise ileri sürüldüğü AB, küreselleşme atılımları ve bilimsel yaklaşımlar değil, cemaatleşme ve yabancı soylu “elitist” zihniyetlerin bakış açıları egemendir. Fransa’da 5, Almanya’da 4 etnik grup vardır. Ancak, bu etnik ve yan grupların hepsi de mevcut yasalar çerçevesi içinde “Almanım”, “Fransızım”, “İspanyolum” demekle yükümlü olup öyle söylemektedirler. Almanyalıyım, İspanyalıyım veya Fransalıyım denmemektedir. Bu yaklaşım, “millet olma” sürecinin sağladığı kültürel terbiye, “mannerizm” ve yasallığın bir gereğidir.
Reha Oğuz Türkkan’a göre millet kimliği şifresinin anahtarları içinde; dil, yurt, din, kültür, tarih, soy-ırk gibi çok sayıda anahtar vardır. Sadece dil birliği bu şifreyi açmaya yetemez. Anası babası Türk olduğu halde Türkçe bilmeyenler; Türkiye dışındaki Türkler ile ana-baba Türk iken, Avrupa kültürünü benimseyen Türkler “Türk değil” diye dışlanamaz. Türklerin ortak bir dini (İslamiyet) olduğu ileri sürülürse Ortodoks Gagauz Türkleri ne olacaktır? Anadolu’daki ve Türkistan’daki Türklerin tarihi 1.000 yıldır ortak olmadığı halde her ikisi de Türk’tür. Farklı soya mensup ana-babadan doğsa da aralarında yaşadığı için kendisini Türk gibi hissedip aidiyet kesbedenlere de “Türk değil!” denemez. Biz Türkler; Türkçe konuşan, Alt-Turanid ırktan, Akdeniz’den Orta Asya’ya ve Kafkaslara kadar uzanan toprakları yurt edinmiş, Müslüman ve eski Türk-İslam ve yeni Batı sentezi kültürlü, Orta Asya-Avrasya, Kafkaslar, Ortadoğu ve Anadolu’da tarih içinde oluşmuş bir milletiz. Bu 6-7 özelliği ‘çoğumuz’ taşırız.
Doğu ve Güneydoğu’da Türk, Kurmanç, Zaza, Alevi, Sünni aşiret yapılaşması sosyal bir gerçektir. Tarihsel süreçte Türkmenlerin Kürtleşmesi, Kürtlerin Türkmenleşmesi, Zazaların da Kurmançlaşması yörenin temel özellikleri içindedir. Bu millet-altı yapı ile Türkiye’nin ulus-devlet oluşumunun gerçekleştirilmesi de mümkün değildir. Batı toplumları Rönesans/Reform hareketleriyle ulus-devlet sürecini 2-3 yüzyıl önce gerçekleştirerek özgürlükçü, demokratik ve kendini yöneten bir modele dönüşmüştür. Aynı yıllarda Osmanlı toplumu, kavim bilincini (asabiyesini) reddederek, mutlak bir ümmet ideolojisi içinde kimlik kaybına neden olmuştur.
Sonuç olarak Atatürk’ün; “Memleketin sahibi ve devletin kurucusu biz Türkler, kavm-i necip adı altında Araplara ve sarayın sadık hadimi Arnavutlara feda edildik!” sözleriyle Türklük olgusunun geri plana itilmiş olduğu vurgulanmış, Cumhuriyet’le birlikte Türklük olgusu öne çıkarılmış, ulus-devlet bilincinin “dilde/duyguda ortak bir paydada birleşme” anlamındaki ortak milliyetçilik paydası esas alınmış, toplumsal sözleşme olarak benimsenmiştir. Türklükle sorunu olanlara ‘Türk rengi belirgin olmalı, Türklük, Türkiyelilik ile sulandırılmamalıdır!’ diyoruz.
GÜNDEM
18 saat önceGÜNDEM
18 saat önceGÜNDEM
23 saat önceGÜNDEM
2 gün önceGÜNDEM
2 gün önceGÜNDEM
3 gün önceEKONOMİ
3 gün önce
Sayin Yavuz bey,yazilarinizi okuyorum. Tesekkürlerimi arz ederim. Hayir diyenler Prof.dr Tasagil i dinlesinler artarda yeter.kimin ne oldugu belli olsun. Ayni avrupada oldugu gibi. En son cümleniz mükemmel.hörmetlerimle.
Harika bir yazı dizisi