WOTTV E-DERGİ
DOLAR 33,9818 0.11%
EURO 37,7251 -0.39%
ALTIN 2.726,78-0,69
BITCOIN 18372740,36%
Hacı Bektaş Veli ve Türkçe Meselesi

Hacı Bektaş Veli ve Türkçe Meselesi

25 Temmuz 2024 17:34
Hacı Bektaş Veli ve Türkçe Meselesi
0

BEĞENDİM

Mehmet Hakan KEKEÇ – 25 Temmuz 2024

 

Hacı Bektaş Veli, bir 13.yy karakteri -daha doğru ifadeyle kahramanıdır. Önce Kingsley Birge, sonra Abdülbaki Gölpınarlı, en son da Mahmud Esad Coşan; çalışmalarında bu gerçeği -dönemin vakfiyeleri ve kimi Bektaşî eserlerin derkenarlarında bulunan ifadeler üzerinden- tespit etmiştir. Modern döneme ait ilk çalışmalarda Hacı Bektaş Veli’nin vefatı 14.yy ortalarına kadar getirilse de artık bu iddiaların pek hükmü kalmadı.

Velayetnamesine göre ilk üstadı Lokman Parende’den ‘Hünkâr’ mahlasını da alan Hacı Bektaş Veli seyyiddir. Nişabur’da doğmuş, fevkalade haller gösterdiği çocukluğu ile ilk eğitim dönemini orada tamamlamış, 13 ve 14.yy çalışan mütebahhir alimlerin ekserisine göre Cengizî baskını evvelinde Rûm’a hicret etmiştir.

Yine Velayetnamede yer alan bilgiye göre Hünkâr hicreti sırasında Mekke ve Medine’yi de ziyaret etmiş, Hacı olmuştur. Irene Melikoff hanımefendi, Velayetname’nin ilk bölümlerinde bulunan ‘mânâ aleminde Hicaz ziyareti’ kısmını ciddiye alıp hicret sırasındaki ziyareti görmezlikten gelmiş, talihsiz bir şekilde “Aslında gerçekten Mekke’ye hiç gitmedi” tespitinde bulunmuştur. Hoş, gitmemiş de olabilir, fakat bu nihayete aynı eser üzerinden rivayet cımbızlayarak varmak pek tabii gülünecek şeydir.

Kimi çalışmalarda da Hacı Bektaş Veli’nin hacılığı meselesi Hünkâr’ın Rûm’a geldiğinde gerçekleştirdiği Seyyid Battal Gazi ziyaretine bağlanır. Doğrudur: Seyyid Gazi Kalenderî dervişlerinin merkeziydi ve orada çile çıkaranlara ‘Hacı’ denirdi. Fakat bu ziyareti öğrendiğimiz kaynak da Velayetnamedir. Seyyid Battal ziyaretini kabul ettiğimizde Hicaz ziyaretini de kabul etmeliyiz.

 

***

 

Velayetname, Hünkâr’ın tasavvufî geleneğini Yesevîliğe yaslar. Bu esere göre türlü kerametleriyle meşhur Lokman Parende bir Yesevî halifesidir. Hünkâr’ı Rûm’a gönderen de zaten bizzat Ahmed Yesevîdir.

Yesevî hazret, Hünkâr’a Hz. Peygamber soyundan gelen kimi kutsal emanetler vermiş, Rûm abdallarını kendisine emanet ederek Selman’a (Yola) çıkarmıştır. Fakat Osmanlı’nın meşhur tevarih yazarı Aşıkpaşazade’ye göre Hacı Bektaş Veli aslında Vefaiyye tarikindendir. Hünkâr Rûm’a ilk geldiği yıllarda Baba İlyas ile de görüşmüş, kardeşi Menteş Babaî isyanı sırasında “şehit” düşmüştür.

Irene Melikoff hanımefendi bu sefer çok isabetli bir şekilde Menteş isminin aslında Bektaş’tan bozma olduğunu, kardeşinin ismini doğrusu hiç bilemeyeceğimizi söyler. Hakkı vardır: B harfi doğu Türkçesinde M’ye dönüşebilir. Ben yerine men gibi. Bektaş’taki Kef de kaf-ı nuni ile N’ye dönüşebilir. Olur size Bektaş bir anda Menteş.

Velhasıl şimdiki bilgilerimize göre Hacı Bektaş ile Ahmed Yesevî muasır olmadığından Aşıkpaşazade’nin Vefaî/Babaî görüşünün daha sıhhatli kabul edilmesi gerekir. Aşıkpaşazade tevarihinde ayrıca Hacı Bektaş geleneğinden gelen kimi isimlerle hala görüştüğünü de söyler. Fakat bu isimleri kısmen tenkid eder.

 

***

 

Babaî isyanı sonrasında Hacı Bektaş Veli Sulucakarahöyük’e gelir. Çepni Türkmenlerinin yaşadığı bu bölgede başta kabul görmez. Fakat zaman içerisinde bu köyden ve çevre bölgelerde halifeler yetiştirir. Bunlardan biri de Aksaraylı Molla Sadeddin’dir. Burada en mühim detay şudur: Molla Sadeddin isminin Velayetname’de Makalât’ı çeviren kişi olarak geçtiği görülür.

Molla Sadeddin bahsinde Hünkâr’ın 4 Kapı 40 Makam öğretisini kuramsallaştırdığı Makalât adlı eserini Arapça yazdığını -veya notları Arapça tutturduğunu-, bunların sonrada Türkçe’ye çevirildiğini öğreniriz. Mahmud Esad Coşan gibi bu mevzuda ömür tüketmiş alimler de eserlerinde Makalât’ın ilk kez Arapça neşredildiğini doğrular. Coşan hem Hatiboğlu Muhammed adlı monografisi hem de Bektaşilik üzerine neşrettiği araştırma eserinde Makalât’ın nüshaları ile Hacı Bektaş Veli’ye aidiyeti hakkında geniş bilgiler verir.

Ahmet Yaşar Ocak ile Irene Melikoff, Velayetname’deki bilgiler ile nüshalar hakkındaki tartışmalara hiç girmeden Makalât’ın Hacı Bektaş Veli’ye ait olmadığını iddia ederler. Ahmet hoca “yeterli ampirik veri olmaması” nedeniyle bu sonuca varırken Irene hanım Şeyhoğlu Mustafa’nın çevirilerindeki sorunları emsal göstererek “O dönemde müellifler kimi eserleri kendileri neşretmesine rağmen Farsçadan/Arapçadan çevirdim derlerdi. Bu nedenle Hatiboğlu Muhammed de Makalât’ı çevirmemiş kendisi yazmıştır” tezini ortaya atar. Irene hanım edebi eserlerle kuramsal eserler arasındaki farkları gözetmediğinden bu genelleyici sonuca varır.

 

***

 

Amatör çalışmalar ile edebi eserlerde çok geçen ve Hacı Bektaş Veli’ye isnad edilen bir söz vardır: Eline, beline, diline sahip ol… Otantik olduğundan şüphe duyduğum bu sözde geçen “dil” ifadesi “Türkçe’ye sahip çık” şeklinde te’vil edilir. Anakronik ve ideolojik tezvirat yüklü bu te’vil, Hacı Bektaş Veli’yi “Türkçe davasının neferi” yapıverir. Tabii bu te’vilin bir nedeni de Farsça yazmış Hz. Pîr Mevlana karşısına ‘Türkçü’ bir Hacı Bektaş Veli çıkarma gayretidir.

Halbuki dil, sûfî ıstılahında ‘gönül’ demektir. Yûnus Emre de dil için ‘hikmet yolu’ ifadesini kullanır. Gönülde ne varsa sözde o zahir olacaktır. Hikmetli (Hak’dan gelen) sözün -bazen bu söz Kur’ân olmaktadır- remizlere boyanıp zahir olduğu nokta dildir. Bir sûfînin ‘dil’den kastının ‘lisan’ olduğunu düşünmek, hikmet geleneğimizi epey bir küçümsemektir. Bu bahiste yine Yûnus’tan bir şehadet getirelim: “Halk içindir bu dil sözü gönüldedir dostun râzı / Gönül dosta söylediği ne der ise Kur’ân imiş”.

Hepsi bir yana Makalât’ın ilk önce Arapça kisve-i tab’a bürünmesi tarihi ve yadsınamaz bir vakıadır. Burada Mustafa Tatcı’nın bir ifadesini anmak isterim: Bu dil (hikmet) Mevlana’da Farsça, İbn Arabi’de Arapça, Yunus Emre’de Türkçedir. Hacı Bektaş Veli’nin bir türlü ‘hacı’ olamaması, Makalât’ı üzerine bırakılan soru işaretleri ve nihayetinde anakronik ‘Türkçü’ yakıştırması aynı ideolojik tezviratın ürünleri gibi görünmektedir.

 

***

Tasavvuf geleneğinde ‘yolbaşları alim olur’ denir. Hacı Bektaş Veli de bir yolbaşı olarak bu alimlerden biridir. Fakat nedense -ki Köprülü’nün kurduğu ikili tanım sebebiyle olsa gerek- alim sıfatının ‘şehirli, medreseli sufilere ve en çok da müderrislere’ terk edildiğini de rahatlıkla müşahede edebilirsiniz. Oysa ki seyyah İbn Battuta’nın Anadolu’daki gözlemleri bu tezi hemencecik çürütür: Bursa’ya uğradığında mezarlıklarda yaşayan Mecdüddin adlı bir Kalenderî meşreb sûfînin şehrin en büyük alimlerinden biri olduğunu şaşkınlıkla kaydeder. Bu istitradı ‘Sulucakarahöyük’te yaşayan Hacı Bektaş, Arapça lisanına hâkim bir alim olamaz’ görüşü nedeniyle geçiyorum.

13.yy’da yaşamış bir alim sûfîyi modern ideolojilerin sığlığında gelişen kelimelere, kavramlara ve dünya görüşlerine sığdırmaya çalışmak beyhudedir. Bu konudaki müddeiler Türk–İslam geleneği ile bu geleneğin geliştirdiği hikmet denizine dair hiçbir ıstılahı malumata haiz olmadıklarını -gayri ihtiyari- itiraf ediyorlar.

mehmet hakan kekeç
Mehmet Hakan Kekeç

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.