WOTTV E-DERGİ
DOLAR 34,0962 0.01%
EURO 37,9924 0.16%
ALTIN 2.801,65-0,03
BITCOIN 20882741,74%
Güzel Ahlak ve Edeb Medeniyeti – III

Güzel Ahlak ve Edeb Medeniyeti – III

29 Mart 2024 10:29
Güzel Ahlak ve Edeb Medeniyeti – III
0

BEĞENDİM

Fatih ÜNLÜ – 29 Mart 2024

 

Önceki yazılarımızda, Peygamberimiz Hz. Muhammed’in (s.a.v.) örnek ahlâkından bahsetmiş ve İslam tarihinde de Hz. Peygamberi örnek alan birçok edeb, incelik ve güzel ahlak örneğinin bulunduğunu ifade etmiştik. Bu kapsamda, mevcut durumun analizine de başlamış ve bir örnek olayı aktarmıştık.

İslam medeniyetinin nasıl bir toplumsal yapıyı teşvik ettiğini ve netice verdiğini göstermek bakımından bugün iki örneği daha arz edip  günümüzdeki duruma da kısaca değineceğiz.

İlk örneğimiz ileri yaşlarına kadar dünyanın birçok yerini gezerek gördüğü ve işittiği   olayları kayda geçirerek güzel öğütler manzumesi eserler şeklinde dünya edebiyatına kazandıran Sadi-i Şirazi’den. Sadi, Gülistan adlı eserinde bize şöyle bir olayı aktarır:

Hayırsever Yaşlı Adam ve Müezzin

Bir beldede hayırsever yaşlı bir amca  bir cami yaptırır. Müezzinlerin ve imamın güzel okuyuşuyla  çok feyizli namazlar kılınan  bu camiye bir gün bir genç gelir.  Bu genç müezzinlik yapmaya çok heveslidir ve vakit namazlarında herkesten atak davranarak müezzinlik yapmaya başlar. Başlar ama sesi bet ve terbiye edilmemiş olduğundan gencin bu hareketi namazlardaki eski manevi havayı bozar ve cemaate devam edenler de bundan hayli rahatsız olurlar.

Bu durum bir süre devam edince, camiyi yaptıran yaşlı adam gencin kalbini kırmadan meseleyi halletmek ister. Ve genci çağırarak ona “Ey yüce gönüllü mübarek adam, sen bizim camide müezzinlik yapıyorsun ama bizim caminin görevli müezzinleri vardır. Onlara teberrüken 5 altın verilir. Ben sana 10 altın versem de sen burada müezzinlik yapmayı bıraksan.” der. Genç de kabul eder ve camiye gelmeyi bırakır.

Bir süre sonra genç Camiye yeniden gelir ve yaşlı amcayı gördüğünde biraz sitemkâr bir  şekilde “Efendim, siz bana 10 altın vermekle haksızlık etmişsiniz.” der. Amca da  “Ne oldu ki evladım?” diye sorar. Genç “Şimdi bulunduğum mescitten başka yere gitmem için bana 20 altın teklif ediyorlar ama ben kabul etmiyorum.” diye cevap verir. Amca durumu anlar ve hâla olayı kavrayamamış olan genci latifeyle uyarmak için tebessümle “Sakın ha, kabul etme, sana elli altın da verirler.” der…

Bir sorunu suhuletle halledebilmenin güzel bir örneği…

Belki duymuşsunuzdur, nispeten yeni bir tabir var: “Situational awareness.” Türkçesi “durumsal farkındalık” demek. Bu tabiri ilk olarak OSTİM Teknik Üniversitesi Rektörü  Prof. Dr. Murat Yülek Hocamızdan duymuştuk. Yukarıda anlattığımız olayda da, yaşlı amcanın durumun tamamen farkında olarak sorunları nezaketle çözme maharetinin; gencin ise durumsal farkındalık sorununun dikkat çektiğini söyleyebiliriz.

Herhangi bir durumda olayı tam kavrama doğru bilgi ve doğru bakışla, tefekkürle ve bilenlere danışmakla kolayca mümkün olur. Ama bunlar yoksa, çoğu zaman olayı anlayamadığımızın bile farkına varamayabiliriz.

“Durumsal farkındalık” kavramını dünya hayatı ve onun nasıl anlaşıldığı özelinde ayrı bir yazıda ele alabiliriz.

Yaşlılar ve Gençler

İkinci örneğimiz de kıymetli bir edebler kitabının genç ve yaşlıların birbirlerine bakışının nasıl olması gerektiğine dair tavsiyesi olacak.

Kitap  yaşlılar ve gençlere şu eşsiz tavsiyede bulunuyor:

Yaşlılar gençlere “Bunlar bizden daha az yaşadılar, bizden daha az hata yaptılar, manen bizden çok daha temizler.” gibi düşüncelerle çok değer vermelidir; gençler de yaşlılara “Yaşlılarımız bizden daha çok yaşadılar, bizden daha çok çileler çektiler, daha çok hayırlar işlediler.” gibi düşüncelerle çok değer verip hürmet etmelidir, diyor.

Birçok farklı alandaki İslami edepleri ve adab-ı muaşereti içeren bu güzel edebler kitabını önemine binaen ayrı bir yazıda sizlere daha detaylı tanıtabiliriz.

Böylesi ince bir bakışı yakalayabilme doğrusu bir medeniyet işidir. “Bu, işin edebiyatı” diyenler çıkabilir ama bu prensibin önemli ölçüde tatbik edildiğini de birçok örnekten biliyoruz.

Tüm bunları söylerken, o dönemlerde her şeyin güllük gülistanlık olduğunu iddia  ettiğimiz sanılmasın. Bazı dönemler sözgelimi Osmanlı’da yeniçeri isyanlarının ve bazı sosyal hadiselerin toplum için ciddi sorun oluşturduğu zamanlar  olmuştur.

Malumunuz, ta sahabe-i kiram zamanında bile bazı mühim içtimai sorunlar ortaya çıkmıştı. Ama bu tür sorunlar -toplumdaki seviyeye göre- genel bir bir fitneye dönüşmeden çözülmüş ve çoğunlukla izole ve akim kalmıştır.

Buna da bir örnek verelim. Biliyorsunuz iki tarafta da kıymetli sahabelerin olduğu Cemel vak’asında taraflar anlaşmışken, fitneyi canlı tutmak isteyen birileri gece diğer tarafa saldırır ve ne yazık ki birçok Müslüman’ın şehit olduğu o talihsiz vak’a  yaşanır.

Orada Hz. Ali kerremmallahu vecheh ile Hz. Zübeyr (r.anh) farklı taraftadır. Savaşta da karşı karşıya gelirler. Hz. Ali sorar: “Ya Zübeyr, sen şu olayı hatırlıyor musun? Bir gün Allah Resulu (s.a.v.) sana sormuştu. “Ya Zübeyr, Ali’yi seviyor musun? Sen de “Evet, ya Rasulallah!” demiştin. Allah resulu de “Böyle diyorsun ama sen bir  gün Ali’ye karşı gelecek ve o gün haksız olacaksın ya Zübeyr” demişti. Hz. Zübeyr de “Hatırladım ya Ali” diyerek hemen savaşı bırakmıştı. Savaşın en kızgın olduğu anda bile hakkı duyunca anında ona uymak. İşte bir sahabiye yakışır eşsiz bir tavır…

İslam pratiğe de çok önem veren bir Din olduğu için yaşayan örneklerin, İslami kurallara uygun işleyen ihlas temelli kurumların ve altyapıların  önemi şüphesiz çok büyüktür. Çünkü…

Çünkü insanların fiziksel olarak yetişmelerinin uzun zaman alması gibi eğitimleri de çok uzun bir zaman alır ve uygun bir ortam ister. Ortam ve kurum derken her vakit formel, tabelalı kurumları kast etmiyoruz elbette. Bu anlamda aile ortamı, eğitim ortamları, sohbet ortamları ve toplumsal atmosfer  bu kurumların belki en önemlileridir.

Şu Anki Durum

İslam dünyasının Birinci Dünya Savaşından sonra aldığı yenilgiden sonra, zamanla bu yenilginin İslam’dan uzaklaşmayla yaşandığı düşüncesi öne çıkmış ve  tüm İslam âleminde İslami değerleri yeniden öne çıkaran birçok ihya hareketi yaşanmıştır.  Bunun diğer İslam ülkelerinde birçok güzel örneği olduğu gibi, Ülkemizde de çok güzel örnekler ve  zengin bir birikim mevcuttur.

Ülkemizdeki örneklere bakacak olursak, Bediüzzaman Said Nursi hazretlerinin imanı yeniden gönüllere kazandırmayı amaçlayan iman hizmeti, Mehmet Zahid Kotku hazretlerinin insan yetiştirme özellikle Üniversite gençlerini yetiştirme faaliyetleri -ki bu gençler arasında merhum Necmettin Erbakan ve merhum Turgut Özal da vardır.-, Süleyman Hilmi Tunahan hazretlerinin Kuran-ı Kerim’i öğretme gayretleri ve Üstad Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisiyle, mücadelesiyle ve konferanslarıyla dindar, mefkûresi olan bir gençlik yetiştirme çabaları bu güzel örnekler arasında sayılabilir. Bu hareketlerin Ülkemize yaptığı manevi ve maddi müspet katkılar çok detaylı olarak ayrıca incelenmeye değer konular.

Bilahare sureta İslami görünen ama özüyle İslam’a zıt bazı akımlar da ne yazık ki dönem dönem güç kazanmıştır. Ki bunların asıl amacı da sahih hareketlerin önünü tıkamak ve sahte örneklerle gerçek İslami düşüncenin ortaya çıkmasını ve gelişmesini engellemektir. FETÖ, İŞİD/DEAŞ gibi örgütler ve İslam’a taban tabana zıt ama kendilerine din görüntüsü veren  diğer sahte yapılar bunun birer örneğidir.

Eskiden günümüz tabiriyle akreditasyonu olmayan, yani o işin üst kurulu  olan “Meclis-i Meşayih” gibi yapılar tarafından yetkisi tanınmamış kişiler “Ben şeyhim, ben mürşidim” diye ortaya çıkamazdı.

Şimdi sahih geleneği devam ettiren birçok kıymetli yapının yanı sıra, meczup veya başka dünyaların insanı olan ya da kullanılan birileri “Ben mürşidim, ben mehdiyim”* vs. diyerek ortaya çıkabiliyor  ve İslam’a aykırı halleriyle İslam algısına çok ağır zararlar verebiliyor.

Bu açıdan merhum Esad Coşan Hocamızın bir sohbetinde yaptığı şu tespit çok önemlidir: “Kıymetli olan şeyin sahtesi de yapılabilir. Sahtesi aslın kıymetini azaltmaz.” Aslolan hakiki örneklerdir. Önemli olan bu tür örnekleri ortaya çıkarabilmek ve onlara destek olabilmektir.

Ancak işin doğrusu ortaya konulduğunda ve doğru örnekler ortaya çıkarıldığında  kötü örneklerle tam mücadele edilebilir. Çünkü “Hak geldi, batıl zail oldu  (yok olup gitti.)” mealindeki Ayet-i Kerimenin sırrıyla doğrunun, hakkın gelmesi gerekir ki batıl zail olsun.

Rabbimiz rahmetiyle hakiki ve sahih örneklerin sayısını ve tesirini artırsın…

Bu yazımız mevcut durumu her yönüyle analizden ziyade -ki böyle çalışmalara da şiddetle ihtiyaç var- konuyla ilgili bazı ipuçları vermeyi amaçlıyordu. Umarız yazı dizimiz amacına ulaşmıştır.

Allah’a emanet olun.

=====

* Peygamberimizin (s.a.v.) sözüyle  sabittir ki Mehdi aleyhisselam “Ben Mehdiyim.” diye ortaya çıkmayacaktır. Dolayısıyla “Ben Mehdiyim.” diyen veya bunu ima eden kişilerin sahteliği buradan da  bellidir.

fatih ünlü
Fatih Ünlü

Fatih Ünlü 1965 Adana doğumludur. Adana Dumlupınar İlkokulu, Hürriyet Ortaokulu ve Anafartalar Lisesinden sonra 1987 yılında ODTÜ Kamu Yönetimi ve Siyaset Bilimi bölümü Uluslararası İlişkiler alt dalından mezun olmuştur.TBMM, TÜBİTAK, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Kalkınma Bakanlığı, Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı (SBB) ve Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (ECO)'nda çalışmıştır.Yayıncılık faaliyetlerine vakit ayırabilmek amacıyla Cumhurbaşkanlığı SBB - İSEDAK ve Uluslararası Kalkınma İşbirliği Genel Müdürlüğünden 2022 yılında emekli olmuştur.Emeklilikten sonra, Güray Gümüş'le birlikte Abdullah Bera Yıldız'ın "Bir Soluk Dua - Çaresiz Anlarımıza Çare Olan Rahmetinle" ve "O'nu Bilmeden Hiçbir Vahada Hayat Yoktur" adlı kitaplarının editörlüğünü yapmıştır.

    En az 10 karakter gerekli
    Gönderdiğiniz yorum moderasyon ekibi tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.