WOTTV E-DERGİ
DOLAR 33,9818 0.11%
EURO 37,7251 -0.39%
ALTIN 2.726,78-0,69
BITCOIN 18372740,36%
Hacı Murat Dinçer

Hacı Murat Dinçer

23 Ağustos 2024 Cuma

    Komplo Hikayeleri – 9

    Komplo Hikayeleri – 9
    0

    BEĞENDİM

    Hacı Murat DİNÇER 23 Ağustos 2024 Komplo Hikayeleri – 9

    ‘’BAŞLADI’’

    Otelin güneşlenme terasından, Eiger Dağı’nın hüzünlü manzarasına bakıyordu. Karanlık ve kaçınılmaz olan sonun ruhundaki derin boşluğu dolduran hazzı, plaj havlusunun altında tuttuğu çeliğin soğuğundan çıkıp tüm bedenini kapladı.

    Yıllarını başkalarının hayatlarını sonlandırmaya adamıştı. Her yeni hedef; içindeki karanlıkla yüzleştiği ve beslediği bir ritüele dönüşmüştü. Keskin gerçekliğin içinde oluşturduğu dipsiz karanlığın beslendiği acımasızlığın yarattığı boşluk, ancak yine acımasızlıkla doluyordu. Ne içini ne de bedenini ısıtmaya kâfi gelmeyen güneşe göre açısını ayarladı, güneşin ışıklarıyla aydınlanan manzara, onun içinde taşıdığı gölgeyi asla silemezdi. O ölümün soğuğunu ruhunda taşıyan antik suikastçıların mirasçısı, sessizliğin ardında gizlenen fırtınaydı.

    Sekiz yıl önce Üniversitede öğrenciyken tanıştığı tarih öğretmeni AYI; ona öldürmenin sadece bir iş olmadığını, aynı zamanda bir sanat ve ruhun derinliklerine inen bir yolculuk olduğunu göstermişti. Ona; öldürmenin, ruhundaki karanlığı ve boşluğu nasıl doldurabileceğini öğretti. Kadın, o andan itibaren her yeni görevde, kendi içindeki karanlıkla daha derin bir bağ kurdu. Acımasızlık onun huzur bulduğu yeni normali olmuştu. Ancak bu huzur: Bugün Eiger Dağı’nın eteklerinde gördüğü manzara gibi kaybolmuş ve bulanık bir huzurdu.

    Otelde iki gündür izlediği kadın, yetmişlerinde, orta boylu, zayıf, esmer tenli ve Ortadoğuluydu. Zaman, onun yüzüne acımasız izler bırakmıştı, fakat onu daha da dikkat çekici kılan, geçmişinde sakladığı ağır yükün yüzündeki gölgesiydi. Tetikçinin zihninde, bu yaşlı kadının kim olduğu, neyi bildiği ya da neyi sakladığına dair sorular belirsiz şekillerde dolaşıyordu. Bu kadar yaşlı bir kadın, hayatını hızlandırmak, kaderini değiştirmek için ne yapmış olmalıydı ki şimdi burada, bir dağ evinin terasında, ölümle burun buruna gelmişti?

    Güneşin altında, şezlongda uzanırken, plaj havlusunun altına gizlediği 6.35 mm’lik tabancayı usulca çıkardı ve susturucuyu dikkatlice yerine taktı. Hareketleri, karanlık sonun kaçınılmazlığını kabullenmiş bir dinginlik taşıyordu. Ama içindeki bir şey, bu kadının ölümünün sadece son değil, başlangıç olduğunu fısıldıyordu. Ve şimdi, dağların dinginliğiyle örtülen bu yerde, sükûnetin ardında yatan kaosun perdesi aralanmak üzereydi.

    Terasta kendisinden, yaşlı kadından ve garson kızdan başka kimsenin olmadığını son kez teyit ettikten sonra, garson kızı yanına çağırarak şezlongda güneşlenen kadının bugün doğum günü olduğunu ve pasta ikram etmek istediğini söyledi. İstediği zamanı kazanmıştı. Dakikalar sonra, kız şezlongun yanındaki sehpaya eğilirken, tetikçi sessizce onun arkasına yaklaştı. Kızın kafasına bir el ateş etti. Kafatasında sıkışan mermi kızın kan oturan gözlerindeki son bakışları dehşetle yaşlı kadının gözlerine değdirdi. Yaşlı kadın; üzerine kapaklanan garson kızın ağırlığı altında ezilirken yüzüne akan sıcak sıvının kan olduğuna inanmak istemiyordu. Tetikçi kadın acele etmeden bir adım ileriye çıkarak hedefiyle göz göze geldi. Namluyu alnından birkaç santimetre uzakta tutuyor, çiğ mavi gözleriyle avının gözlerindeki dehşet ve korkuyu emmek için parmağının tetiğe uygulayacağı basıyı yavaş yavaş, sindirerek uyguluyordu. Avının başında etrafı kolaçan eden kartal misali mağrurca pençeleri arasına aldığı ödülünü izliyor, içine akan karanlık huzurun temaşasında kendinden geçercesine haz alıyordu. Bir çift gözün birbirlerine kenetlendiği anın bile donduğu o lahzada; kulakları sağır eden patlamayla gözlerini kapatıp açan yaşlı kadın, çırpınan yüreğini bastırmaya çalışırken, saniyeler evvel celladı olan mağrur İngiliz kadın tetikçinin sağ yanağında açılan delikten akan koyu kızıl kanın önce boynunu, sonra da zayıf bedenini aşağı çekerek onu yavaşça yere devirmesini izledi. Gözleri gördüklerini bedeni yaşadıklarını kaldıramadı, kendinden geçerken son duyduğu: Yerde yatan tetikçi kadının üzerine pençelerini basarak kendisine çelik gözlerle bakan dişi kurdun ulumasındaki tını oldu ‘’ Türkler Geldi’’

    Kesire kendine geldiğinde: Dağlardan dökülen sis Grindelwald köyünü örtmüş, tanımadığı esmer kadının kullandığı otomobil çoktan asfalta vurmuştu.

    • Tu kî yî?
    • Kürtçe bilmiyorum

    Gün içinde yaşadıklarını arka koltuğunda uzandığı otomobilin camından kayan geceye kadar tekrar gözden geçirdi. İkinci sorusuna cevap almalıydı, ya bayılırken gördüğü hayal?

    • Nereye gidiyoruz?
    • Karayoluyla Zürih oradan da uçakla ülkeye, tabii siz de kabul ederseniz
    • Kimdi o?
    • Henüz bilmiyoruz ama örgüt değil.
    • Başladı o zaman…

    Haber; Vancouver ‘a düştüğünde AYI yeni tuttuğu somonları ayıklıyordu. Sıranın er ya da geç kendisine geleceğinden emindi. Ölümünün ülkelerine yıllarca onursuzca oyunlar yaptığı şerefli Türklerin elinden olacağını bilmesi beyaz bedeninin içinde taşıdığı balçığa bulanmış kara kalbine nekahet oldu. Aynı milletin içinden elli yıldır manipüle ettiği ve kendisini adeta peygamber gibi gören hainlerin sonunu düşünmeden edemedi; Türkler her şeyi affederdi ancak ihaneti affetmezdi. İki üvey çocuğunun da yok edilme zamanı gelmişti. ‘’Başladı’’ şeklinde yazdığı mesajı, mesaj gurubundaki on iki kişiye gönderdi.

    Ankara gri yelelerini silkerek uyanırken, kurdu kuşu kulağa kesmiş emanetin yurda inmesini bekliyordu. Üçler, yediler ve kırklar teyakkuzda, şehit ruhları intikam hevesiyle toydaydı. Kara Kam ne varsa elinde koymadan ardına, meydana indirdi. Cengame demek Türk’e düğün demekti. Devlet’in, Töre ’nin ve Kut’un sahipleri bir oldu, tek oldu. Aylardır yapılan hazırlıkların sonunda son kalan kilidi açacak anahtar da eldeydi artık.

    2034 yılının sonbaharında Boğaziçi Üniversitesi – Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü bölüm başkanı Prof. Fatih Kuzeykurt kürsüden dinleyicileri selamladıktan sonra konuşma metninin yazılı olduğu kâğıdı ceketinin iç cebine geri koyarak, sanki söyleyeceklerinden son anda vazgeçip kalabalık önünde günah çıkarmaya hazırlanan mücrim gibi gözlerini salonunun uzak uç köşesine dikerek başladı konuşmaya:

    ‘’ Aslında bu salonda bambaşka bir amaç için toplandık. Bölümümüz bir çalışmasıyla; bugün ülkemizin son on yılda göstermiş olduğu; bilimsel ve toplumsal değişim ve gelişimin öncülerinden başatı olarak dünya barışına yaptığı fikri ve ilmi katkılardan dolayı Nobel’e aday gösterilmiştir. Evet, kutluyorum. Bölüm başkanı olarak da onur duyuyorum. Bunu kutlamak üzere toplandık. Ülkemizin öz ayarlarına dönerek son on yılda tesis ettiği toplumsal barışın tüm dünya halklarına örnek olması memnuniyet verici. Ama bugünlere gelmemize vesile olan tam da on yıl önce, 2024 yılının sonbaharında başlayan ve iki ay gibi kısa bir sürede PKK ve tüm türeyenlerinin yok edilmesiyle sonuçlanan HİLAL OPERASYONU’NU anmak ve üzerine birkaç laf etmek istiyorum: Öncelikle ülkemizi yaklaşık elli yıl kanser gibi kemiren PKK illetinden kurtulmamıza vesile olan ve bu cihette bu illetle başından sonuna kadar her aşamadaki mücadelede bilinen bilinmeyen tüm şehit ve gazilerimizi şükranlarımla anıyorum. Malumunuz; bu illetten kurtulurken doğumdan beşiğe, beşikten mezara ikiz kardeşinin de nesebini ortaya koyduk. Aynı babadan ayrı analardan olma iki kardeş PKK ve FETÖ ‘nün ipini kavli belaya kadar değil ahde vefayla çektiğimiz günlerin yıldönümündeyiz. Milletler de insanlar gibi kamburlarından kurtuldukça refaha ve huzura erişir. Sosyal bilimin kıvrımlı koridorlarından önünüze getirilen laboratuvar çıktısı suni değerlerin başından sonuna üretim aşamasını göstermesi açısından ders niteliğindeki bu operasyon sanıldığı üzere silahla değil akılla yapılmıştır. O akıl ki binlerce yıllık Türk Devlet Aklıdır. İnancım o dur ki bu ve diğer tüm üniversiteler gelecek nesillere bu aklı aktaracak bilinç ve inançta olacaktır. Saygılarımla ‘’

    Devamını Oku

    Komplo Hikayeleri 8: Zamanın Emanetçileri

    Komplo Hikayeleri 8: Zamanın Emanetçileri
    0

    BEĞENDİM

    Hacı Murat DİNÇER – 17 Ağustos 2024

     

    Koca Korkut’ tan bu yana iki gün geçmişti. Çay-simit keyfini yaptığı Gülhane Parkı’nın huzurlu serinliğinden Ayasofya Camii’ne doğru yürürken İstanbul’un sabah sisini ciğerlerine çekti. Bu yaşına kadar belki de binlerce kez geçtiği Divan Yolu’na girince, anılarını saklayan her taşa selam verdi. Beyazıt Sahaflar Çarşısı’na vardığında sabah terk ediyordu vakti. Fatih; Medrese Çıkmazı’nda durdu, zaman geçirmek için cebinden çıkardığı cep defterine karalamaya başladı:

    ‘’Beyazıt Sahaflar Çarşısı’nın girişinde, taş kemerli kapıdan adımınızı attığınızda, İstanbul’un modern temposundan koparak adeta bir zaman tüneline girersiniz. Dar bir geçit sizi karşılar; iki yanınıza sıralanmış küçük dükkânlar, eski kitaplarla dolu raflarıyla gökyüzüne uzanır. Kimi dükkânlar, derin bir sessizliğe gömülmüş, yalnızca hafif bir rüzgârla hareket eden tozlu sayfalarla doludur. Diğerleri, ustaca düzenlenmiş raflar ve pencerelerinden sızan loş bir ışıkla sizi içeriye davet eder.

    Dükkanların vitrinlerinde, Osmanlı döneminden kalma haritalar, eski gravürler, sararmış dergiler ve ciltli kitaplar göze çarpar. Bu eserler, tarihin ağır yükünü taşırken, bir yandan da hiç eskimeyen bir bilgelik fısıldar gibidir. Taş zeminler, yılların izini taşır; adımlarınızın yankısı, çarşının derinliklerine doğru kaybolur. Sokak aralarından süzülen ince bir ışık, duvarlardaki eski Türkçe yazıtların üzerinde dans eder.

    İçeride ilerledikçe, dükkânların arasına sıkışmış küçük avlular, minik masalar ve yaşlı sahaflar karşınıza çıkar. Onlar, bir ömür boyu topladıkları bilgelikle sizi selamlar; bakışlarında, bu toprakların kadim sırlarını barındıran bir derinlik vardır. Bir köşede, sayfaları dökülen bir kitap size göz kırpar; belki de yıllardır kimsenin dokunmadığı bir hazinedir bu.

    Gözlerinizin değdiği her köşe, her raf, zamanın ötesine uzanan bir hikâyeyi saklar. Burada her şey, bir perde arkasında gizlenmiş gibidir; yüzeyde görünenin altında, daha derin bir anlam yatmaktadır. Çarşı, bu derinliğiyle sizi sarar, içine çeker; çıkış yolunu bulduğunuzda, artık siz de bu sırrın bir parçası olmuşsunuzdur.

    Yolun sonunda, bazı kitaplar sessizliğin içinde anlam kazanır ve onların fısıldadıkları, zamanı aşan bir rehberlik sunar. Çünkü her kelimenin içinde, sadece dikkatli gözlerin keşfedebileceği bir hakikat saklıdır. Bu kelimeler, anlamını arayanlara rehberlik eder ve belki de aradığınız cevap, tam da karşınızdadır.’’

     

    Yanından adeta süzülerek geçen ve belli belirsiz koluna dokunan yaşlı kadının peşine takıldı. Sağ sol, ara dere derken çarşı içinde gözlerden ırak kalmış avluyu tüm ihtişamıyla kaplamış incir ağacının gövdesinden aşağı tünele inen ve oradan da Kapalıçarşı’nın kadim saklı bölümlerine çıkan geçitten geçerek içine girdiği taş odanın ortasında bağdaş kurmuş uzun saçlı yaşlı adamı gördü. Mihmandarı kadın odadaki en koyu gölgede gözden kaybolurken adam keskin biraz da şaşkın gözlerle kendisine bakarak:

    • Hoş geldin Evlat. Yeni tanışıyoruz ama senin hakkında her şeyi duydum. Aferin yahu bu yaşta!
    • Teveccühünüz,

    Önündeki işlemeli tahta sehpada duran karton kutu ve içinden çıkan laptopu kastederek:

    • Şu makineyi göndermişler, yaşım seksen benim, kendimi bildim bileli bu taş duvarlar, tüneller arasında emanetçilik yaparım. Neme gerek benim kompüter!

    Önündeki laptopun tuşlarına sağ elinin işaret parmağını özenle basarak ekranda açık olan ofis sayfasına bir şeyler yazarak siliyor, bir yandan da: ‘’ Daktilodan iyi meret, sil sil yaz ‘’ diyerek yeni tanıştığı nesneyi tanımlıyordu.

    • Geç otur bakalım Fatih, döşeklerimiz rahat değil ama temizdir.
    • Estağfurullah
    • Mutlaka duymuş, incelemiş ve analiz etmişsindir. Ne diyor bu Douglas Macgregor?
    • Efendim siz şahsın kim olduğunu tahminimce benden iyi biliyorsunuz. Tüm açıklamasını izledim. Aslında; İsrail ve Ortadoğu temelli bir konuşma,
    • Laf niye bize gelmiş?
    • İsrail işine karışmayın, alın size PYD/YPG, ezin geçin. Suriye Hükümeti’yle yapacağınız görüşmeleri ve ortaklıkları da çok abartmayın mesajını böyle vermek istediler benim kanaatimce,
    • Aferin, aferin. Müstakbel Başkandan mevcut Başkana mesaj yani
    • Aynen efendim
    • Değişik bir yorum, katılmıyorum ama yine de sağ ol bakış açımı değiştirdin.
    • PYD/ YPG veya yeni üç harfi adı ne zıkkımsa PKK diyelim biz, ne olacak bu durumda?
    • ABD’nin çekilmesi ve bölge hükümetlerinin mutabakatı ve hatta katılımıyla 2 veya 3 günde dağılıp tarih sayfalarında yok olacaklar. Tüm hazırlıklar içte ve dışta tamam.
    • Oh oh ala, evlat net ve açık. Duyulması istenen değil, olan. Aferin.
    • Sağ olunuz!
    • Ben sağ olurum da Fatih buraya ölmeye geldiğini biliyor musun?

    Soğuğun bile üşüdüğü karanlık çöküverdi odaya; Fatih, ‘’bu kadarmış’’ diye geçirdi aklından, nerede hata yapmış olacağını düşündü, bulamadı. Kaçsa mıydı? Kaçamazdı. Emanetçilerin elinden hiç kurtulan olmamıştı. Binlerce yıldır İstanbul’un tünellerinde belge eminliği yapan bu kadim topluluk Türklerle ilk tanıştıklarında bir anlaşma yapmışlardı: Belge ve bilgileri korur ve iletirlerdi. Binlerce yıldır tünelleri kazar, ekler, kapatır ve labirenti kendileri belirlerdi. Hiçbir yaratık İstanbul’un kadim karanlık tünellerinde onları bulamaz, erişemezdi. Romalılar av köpekleriyle lejyonlarını göndermiş ancak bir tek emanetçi bulamadan kadim tünellerin vadilerine açılan patikalarda açlık ve susuzluktan önce köpekleri  sonra da birbirlerini yemişlerdi. Zaman içinde Türkleşen emanetçilerin belge eminliği görevi de yüzyıllardır devam ediyor, zamanın yok ettiği her eski gibi; ya yeniye direnerek yok olma ya da kendini yeniye adapte etme kıyısında geziniyorlardı. Yaşlı adam, kendisinden hiç beklenmeyen bir çeviklikle ayağa kalkmış ve Fatih’in iliştiği döşeğin yanına gelmişti:

    • Emaneti teslim et. Görevin bitsin. Yükten kurtul evlat…
    • Eyvallah!
    • Şimdi dinle:

    ‘’ Emanetçiler; bu yüzyılda da atalarının öğütleri üzere Kızıl Elma için çalışan kadim bir topluluktur. Ne Mutlu Türküm Diyene düsturunu şiar edinmiş bir gurubuz. Topluluğumuzun büyük bir kısmı İstanbul’un kadim yer altı tünellerinde yaşar, küçük bir kısmı da yeryüzünde yaşayarak; tünellerde yaşayanların refahını ve görevlerine devam etmelerini sağlar. Nedir bu görev? Buna bugün kısaca ‘’ belge eminliği ‘’ desek de aslında biraz daha karmaşık bir yapısı var. Özetle yazılı olan sırların yani bilginin nesillerden nesillere aktarılmasına vesile oluruz. Bilgi; bu günlerde başka türlü aktarılıp depolanıyor ancak bu sistem hala bizim güvenlik seviyemize ulaşamadı. Emanetçilerde; hiçbir belge ve bilgi kayıp olmaz. Bu binlerce yıldır böyle gelmiş böyle devam etmektedir. Emanetçilerin bir diğer işi; İstanbul’un yeraltı tünel haritasını çıkarmak, yeni yer altı geçitleri bulmak ve bunu haritalamaktır. Binlerce kilometre tünel haritası atalarımızdan bize bizden de diğer nesillere geliştirilerek aktarılmaktadır. Haritaları vücudumuza dövme olarak işler, o şekilde koruruz. Her ferdimizde haritanın bir parçası vardır ve öldüğünde tek mirası bu haritadır. Bu işlemeler motiflerle yapılır, binlerce yıldır İstanbul’ u ele geçiren her toplumun kültüründen harmanladığımız bir motif skalamız var ve bu bilgi sadece topluluk üyelerimiz arasında aktarılır. Şimdi diyeceksin ki bu çağda bu safsatalara ne gerek var? İnsanlar istediği bilgiye birkaç saniyede internet sayesinde erişiyor ve istedikleri kadar veriyi bulutta depolayabiliyorlar. Veya tünel haritaları teknolojik aletlerle birkaç haftada hatta katmanlarıyla ortaya koyulur. Hepsinde hem haklısın hem de haksız. Bize benzer toplumlar her ülkede ve her kadim şehirde var. Ve varlıklarını devam ettiriyorlar. Biz de var olmaya devam etmek istiyoruz. Artık işe yaramadığımız düşünülüyor, bu yüzden seni istedik. Bugün bir trafik kazasında öleceksin, cesedin yanarak sümükleşecek ve teşhise uygun olmayacak. Evini, bilgisayarını, arabanı temizledik hatta şu anlarda ölüyor olabilirsin. Yani artık sen yoksun Avukat Fatih! Sana her şeyi öğreteceğiz, bizimle yaşayacaksın ve sırra şahit olacaksın. Bu taş oda senin yeni evin, dikkat et kapısı yok. Tünelden girilir, tünelden çıkılır. Tünele bizsiz girersen sittim sene çıkamazsın, kaybolur, delirir, ölürsün. Biz anlatacağız, sen dinleyeceksin. Taş, toprak, börtü böcek dile gelip zamanın kıvamını değiştirecek, aklına mukayyit ol, bu sınavdan çıkarsan ancak bilgeliğe açılan kapının önüne gelmiş olacaksın. Şimdi sana ilk hediyeni veriyorum, sonra yalnız kal ve düşün:

    Yaşlı adam cebinden buruşuk bir kâğıt parçası çıkardı ve:

    ‘’Bu belge 2011 yılında emanete alınmış ancak muhatabı teslim almadığı için bizde kalmış. Bazı kritik şeyleri tam da bugünler için kenarda bekletiriz. Bu bizim tek sigortamızdır. ‘’ dedikten sonra

    ‘’ Şimdi okuyacaklarım bir istihbarat mensubunun kişisel günlüğünden bazı bölümler. Rahmetli vefat ettikten sonra kimi kimsesi olmadığı için topluluğumuzdan yetişme olması hasebiyle kişisel eşyaları bize teslim edilmiş. O zaman okumuş pek kıymet vermemiştim. İşte boşuna dememiş atalar: Ak akçe kara gün içindir diye, dinle bak hikâyeyi…’’

    Başladı okumaya:

    Yıl                                        : 1989

    Yer                                        : Almanya – Batı Berlin

     

    Bernauer Caddesine bakan bir daire kiraladım sonunda. Duvarla ilgili haber yapan gazeteci kimliği gayet iyi gidiyor. Son bir yıldır sahada gördüğüm ecnebi meslek mensubunu herhalde bir daha bir arada göremem. Bir devin yıkılışını izliyoruz. Birkaç yıla kalmaz SSCB yıkılacak. İlginç bir tespit yaptım, görevimle ve hedefimle ilgili değil, bu sebeple sözlü olarak bildirdim. Fotoğraflar var. Kimlik tespitlerini yaptım. İlginç bir beraberlik, yakından dinledim ve kaydettim. Kimlikler: Rus Uralvagonzavod (UVZ) firmasının yetkilisi V.P. ve ABD Donanma Subayı D.M.

    Görüşme Deşifresi Özet                       :

    Rus                                                     :

    SSCB’nin kullandığı ve birçok ülkeye sattığı/ verdiği T72 tanklarının üretim maliyetinin düşük olduğu, devlet yöneticilerinin politik yaklaşımlarla bu tankları bazen  maliyetinin altında diğer ülkelere verdiği ve şirketin kar edemediği, yeni bir model üzerinde çalışma yapmalarına Политбюро üyelerinin karşı olduğu ama onların devrinin bir iki yıla kapanacağı ve kendi devirlerinin başlayacağı; T72’ lerin sahada yetersiz olduklarını yeni dönemde ordunun başına geçeceklere göstermelerinin herkes için mutlu edecek karlar getireceğini, aynı kuyudan su çeken iki ayrı yolcu olduklarını anlattı.

    Amerikalı                                            :

    Yakın tarihlerde Ortadoğu’da bir ülkenin bir diğerini işgal edeceğini ve bu duruma ABD Ordusu’nun hazır olduğunu, muhtemel küçük bölgesel bir savaş olacağını, ABD güçlerinin sahaya yeni teknolojiler sokacağını ve bir gövde gösterisi yapacağını, tankların burada sınanmasının iyi olacağını ancak bu işin şansa bırakılmayacak kadar karlı olduğunu, bu yüzden o gün geldiğinde ABD tanklarıyla müdahale edilecek ülkedeki Rus tanklarında yani T72’lerde birtakım ayarlamalar ve bu tankları yok etme maliyeti olarak 3 milyon ABD doları istediğini, aynı kuyudan su çeken ve aynı kupadan suyu içen iki ayrı yolcu olduklarını söyleyerek eli arttırdı.

     

    Fatih anlam verememişti. Sıradan bir soğuk savaş çıkışı casusluk hikayesiydi. Bu kadar önem atfederek ‘’hediye ‘’ olarak nitelendirecek bir şey yok bunda diyecekken yaşlı adam eline yeni yazılmış mürekkebi kokan bir kâğıt vererek onu dinlenmek, düşünmek ve anlaması için yeni dostu kendisiyle yalnız bırakarak odaya açılan tünelin kör karanlığında kayboldu. Hala gölgelerin içinde bekler sandığı mihmandarı yaşlı kadınsa gölgede sır olmuştu sanki. Kâğıdı okudu:

    73 Easting Çatışması, 26 Şubat 1991 tarihinde gerçekleşti. Bugün, Körfez Savaşı’nın en önemli ve etkili çatışmalarından biri olarak bilinir. ABD’nin zırhlı birlikleri ile Irak’ın zırhlı birlikleri arasında büyük bir muharebe yaşandı. Irak Ordusu yaklaşık 100 adet Rus T72 tankına sahipti ve 40 adet yeni teknoloji ABD M1 Abrams tankının önünde yok oldu.

    Devamını Oku

    Komplo Hikayeleri 7: Karanlık İttifaklar/ İsrail ve Siyonizm

    Komplo Hikayeleri 7: Karanlık İttifaklar/ İsrail ve Siyonizm
    0

    BEĞENDİM

    Hacı Murat DİNÇER – 08 Ağustos 2024

     

    “Savaş, politikayı diğer araçlarla devam ettirmektir.”    Carl von Clausewitz

    Apar topar kalkıp geldiği Sofya’da Koca Korkut’un yaşadığı köye geçmeden evvel şehirde bir gece konaklayacaktı. Türk iş adamı Sudi Özkan’a ait Prenses Otel’in resepsiyonisti Bulgarca sorunca (Kak si?) Türkçe cevap verdi:

    – İyiyim, Türkçe bilen personel lütfen!

    Kızılağaç ‘tan Nuri gidegele kendisini tanımış, son yıllarda nedense Türkçe bilen sayısının düştüğü bu Türk Otelinde; Sofya’da yaşayan sevgilisini görmek için zırt pırt gelen Avukat Fatih’in gönlünü hoş tutunca bahşişin Benjaminlisini alacağını öğrenmişti. Resepsiyonun arkasındaki odaya haber düşünce ok gibi fırladı:

    • Ağabey hoş geldin! Nasılsın?
    • İyiyim aslan, sen nasılsın, aile nasıl?
    • Eh işte ağabey…
    • Tamam koçum, her zamanki odalardan biri ve her zamanki ayarlamalar, iş sende.
    • Emrindir ağabey.

    Fatih lobideki koltuklara doğru hareketlendiğinde Nuri de otel giriş işlemlerine başlamıştı.

    Gül’le, Knyaginya Maria Luiza Bulvarı’ndaki Cafe 1920 ‘de buluştuklarında; selam bile vermeden önündeki espresso bardağındaki kalan kahveyi fondip edip hemen lafa girdi:

    • Nasılsın demiyorum bacım, umarım iyisindir. Her zamanki gibi otelden kameraları baypas ederek çıkacağım, otele yürüyüş mesafemi ve olası gecikmeleri de hesapla, yaklaşık bir saat sonra otele giriş yap, direk odaya çık. Oda servisini ara zaten hazırlardır, 24 saatlik yiyecek içecek sipariş et, kapı kilidindeki kimse rahatsız etmesin modunu aç ve dönüşümü bekle. Biraz geciktim daha yolum uzun malum, Koca Korkut bekler. Acil bir durum veya kopuş olursa sen makul bir zaman sonra çık.

    Gül tamam anlamında başını salladı, ayağa kalkarak Fatih’e sarıldı ve ceketinin cebine otelin birkaç sokak ilerisine park ettiği otomobilin anahtarını koyarken oda kartını aldı. Tek kelime etmedi, edemezdi de. Bulgaristan’da Komünist rejimin içine doğan Türk kız çocuklarından birisi olarak yaşadığı zulüm, işkence ve asimilasyon küçük bedeni ve beynine o kadar ağır gelmişti ki; Bulgarların kendi ismini Sofia olarak değiştirmeleri ve seslenmelerine tepki olarak 6 yaşından beri konuşmuyordu. Otuz dört yıldır ne konuşmuş ne de gülmüştü. Koca Korkut sayesinde içindeki kini diri tutuyor, karınca misali yuvaya elinden geleni taşıyordu. Altı aydır görmediği Koca Korkut’u Fatih’in göreceğine içerledi, kıskandı.

    Fatih yola çıkalı bir saat kadar olmuştu. Şose yolların bitmek bilmeyen virajlarının bunaltıcı tekdüzeliği düpedüz ölüme davetiye çıkarıyordu. Tabelasız, kendisini bile kaybetmiş kayıp yolun yirmi yedinci virajından aniden sağa kırdı; yaşlı kayın ağaçlarının koyu yeşil serinliğinin devam ettiği toprak yola girdiğinde iki kadim kayın ağacının gövdeleri arasındaki boşluğu örümcek titizliğiyle sarmış sarmaşığın dalları arasına arabayı sürdü. Yıllardır Koca Korkut’un evine üç km ötede yetiştirdiği sarmaşık kayın ağaçlarının koyu gölgesinde gizli bir sığınak oluşturmuştu. Bunu; Koca Korkut’a gelebilen yedi kişi bilir, yedisi de birbirini bilmezdi.

    Arabayı bıraktığı zuladan Koca’nın köy evine doğru yayan seğirtmeye başlar başlamaz olanca canlının feveranı sardı ormanı: Kurdu uludu, Ayı kükredi, çakal çığladı. Güldü Fatih; hala eski kafa önlemler diye düşünürken Koca Korkut’un sesi gürledi arkasından:

    • Hoş geldin evlat; bek gözün kör olmuş hayırdır!
    • Yok Baba; hürmetten …
    • Ha! Gördün yani beni?

    Gülüşüp sarıldılar.

    Prof. Koca Korkut: Lisans eğitimini Boğaziçi’nde, yüksek lisansını (MA) ABD Harvard Üniversitesi’nde, Doktorasını (PhD) İngiltere Oxford Üniversitesi’nde tamamlamış, yıllarca Dekanlık yapmış; uluslararası alanda tanınmış, ödüllü bir bilim insanıyken birdenbire Bulgaristan’daki bu terk edilmiş köye her şeyden elini ayağını çekip, tabiri caizse söke söke yerleşmişti. Bu herkesin bildiği ve gördüğü Prof. Koca Korkut’tu. Fatih’in katmanının yedisi de onu KAM bilir, öyle sayarlardı. Hepsi Dünya’ya gözlerini açtıklarında KAM’ ları Koca Korkut’u görmüştü. Onun eğitimi; aldıkları eğitimin en zoruydu. O: Beyinlerine çocuk yaşlarında kazınan ve günlerce aç, susuz, uykusuz kalmalarına sebep olan cevapsız soruların sahibiydi.

    Koca Korkut tek gözlü tahta kulübesinin verandasındaki masaya ilişir ilişmez uzatmadan girdi lafa:

    • Bak evlat biliyorsun bu kitabı çalma girişiminden sonra siklet merkezini ve emanetleri Kuzeye taşıdık. Ayakla beyin birbirinden uzaklaştı. Şimdi bu uzaklıktan kaynaklanan boşluğu sen dolduracaksın. Bazı notların kitaptan kopyalanıp Devlete götürülmesi lazım. At iti it izine karıştı. Oku, ezberle, yanında taşıma, yok et.  Bu son İsrail durumunu elde olanla, popüler olanla karıştırmasınlar. Onun bunun hulul kuşu laflarına Devlet aklını emanet etmesinler. Aksi söylenene kadar, doğrusu budur.

    Ayran kattım, biraz yağlı, yayıktan aldım şimdi, iç onu koyul yola, benim böğürtlene çıkmam lazım hava dönmeden, Allah’a emanet ol.

    Durum Fatih’in sandığından daha acil olmalıydı ki; on yıl evlat gibi bakıp yetiştirdiği adam onca yoldan gelmiş, bir bardak ayran ve bir hard diski eline tutuşturup; lafa söze dalmadan işine gücüne baksın diye hasreti ve sohbeti öteleyerek, kulübenin de bir parçası olduğu koyu kayın ormanının yeşil gölgelerinin serinliğinde bir iki dakika içinde gözden kaybolmuştu.

    Fatih planlanandan önce otel odasına geri sızmış ve Gül’ü uğurlamıştı. Saman kâğıda daktilo ile yazılmış orijinal nüsha fotokopileri üzerinden başladı okumaya ve ezbere:

    Not alıyordu ezber çalışmak için:

    • 1492 İspanya Katolik Kral Ferdinand ve Kraliçe Isabella, Sultan 2. Bayezid, İzmir, Sefarad.
    • 1901 Theodor Herzl, 2.Abdülhamid, Siyonizm doğuyor.
    • 1916-1917 Balfour Deklarasyonu, Osmanlıya karşı Arap İsyanı başlar
    • 1918 İngilizlerin Filistin’i işgali artık Osmanlı toprağı değil
    • 1920 San Remo Konferansı Filistin İngiliz Mandası olur, Yahudi yerleşimine açılır.
    • 1933 Albert Einstein ve Atatürk
    • 1933-1939 (Beşinci Aliyah) Nazi Almanya’sından kaçan Yahudilerin büyük göç dalgası. Bu dönemde Filistin’e yaklaşık 250.000 Yahudi göç eder. Bu göçmenler, Filistin’de toprak satın alarak yerleşimlerini genişletirler.
    • 1947 Birleşmiş Milletler, Filistin’i Yahudi ve Arap devletleri olarak ikiye bölen planı kabul eder.
    • 14 Mayıs 1948 David Ben-Gurion, İsrail Devleti’nin bağımsızlığını ilan eder. Bu tarih, modern İsrail Devleti’nin kuruluşunu simgeler.
    • 1948-1949 İsrail’in bağımsızlık savaşı. İsrail, Arap ülkeleriyle savaşa girer ve savaşı kazanır. Mısır, Ürdün, Suriye ve Irak
    • 1949 İsrail Devleti’ni ilk tanıyan Müslüman ülke Türkiye oldu.
    • 1956 Süveyş Krizi
    • 1967 Altı Gün Savaşları
    • 1973 Yom Kippur Savaşı
    • 1970 ASALA – Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Yaser ARAFAT
    • 1978 PKK- FKÖ Yaser ARAFAT
    • Hıristiyan Siyonizmi, Evanjelizm, ABD, Donald Trump
    • Asenath Barzani (1590–1670) Kuzey Irak Barzan Şehri, babası, mezar, ziyaret
    • Cizre, Levy, PKK- PYD/YPG, Evanjelizm
    • Türkiye: Adnan OKTAR ve Fethullah GÜLEN, Evanjelizm
    • Antalya – Lara kamp, APO, İsrailli ajanlar, eğitim
    • 1978 Namık Kemal Ersun
    • 26 Eylül 1990, suikast

     

    Kime ait olduğunu bilmediği el yazmalarından alınan notlara geçti: ‘’ İran ve İsrail savaşmaz. ABD, İngiltere, Fransa, İran ve İsrail arasındaki gizli antlaşma metni. Hamas ve Hizbullah. Direnişte Şii ve Sünni ayrımı.  ‘’

    Her okuduğu detay beyninde onlarca bomba etkisi yaptı. Bunca bilgi, belge derlenmiş toplanmış binlerce yıldır devletten devlete aktarılıyordu. Her şey açık ve net ortada duruyordu. En büyük cürüm ortada duran gerçeği görmemekti de mücrim kimdi? Tantanacılık ve hatta apaçık bir cebelleşmenin ortasında cüzdan çoktan gitmişti, şimdi zaman eve dönüş yolunu bulma zamanıydı.

    Devamını Oku

    Komplo Hikayeleri 6: Gri Değil Bozkurt

    Komplo Hikayeleri 6: Gri Değil Bozkurt
    0

    BEĞENDİM

    Hacı Murat DİNÇER – 31 Temmuz 2024

     

    Fatih düşüncelerini herkes duyuyormuş gibi hissederek başını kaldırdığında: Kafenin diğer köşesinden kendine atılan kaçak bir bakışı yakaladı. Sıcağın asfaltı erittiği Akdeniz günlerinden birinde Mersin Limanı’nda gümrük idaresindeki bağlantısıyla yapacağı görüşmenin yerini değiştirmeye karar vererek ani bir hamleyle kalktığında tahminen içtiği kahvenin üç misli nakit parayı masaya bırakmıştı. Bizimkiler diye geçirdi içinden; gittikçe daha acemi davranmaya başladılar.

    FETÖ’nün ülkeye verdiği en büyük zararlardan birisi de buydu: Seneler boyunca Devletin içine sızarak ve seçme sınavlarının sorularını çalarak kendi yandaşlarını kritik yerlere yerleştirmiş ve bunların eğitimi için yine Devlet’in kasasından milyonlarca lira harcamışlardı. Dile kolay: Elli yıla yakın Ülkede at koşturacak alanı bulmuş, kendi elemanlarını hem paraya hem de eğitime boğmuşlardı. Başta rütbeli asker ve polis içine yapılan sızma kritik kadroların neredeyse tamamının zaman içinde FETÖ ‘nün dolayısıyla İngiltere’nin şımarık çocuğu ABD’nin eline geçmesine sebep oldu. Hem sağdan hem soldan hem de içinde debelendikleri siyasi İslam projesinden devşirdikleri elemanlar zaman içinde kadim Türk Devleti’ni yönetir hale gelmişti. Deşifre olduklarında; sepetlerine attıkları ve ince bir detayla fişledikleri ülkenin eğitimli on binlerce insanı iltisak ve irtibatlarından dolayı haklı bir refleksle Devlet’ten baypas edildi. Bu durum daha örgüt deşifre olmadan kurucuları ve sahipleri arasında da gerileme yol açtı: CIA ve FBI ABD’de birbirine girdi. Boşalan kadrolar alel acele dolduruldu saha tecrübesi olmayanlar sahaya, masa tecrübesi olmayanlar masaya geçti. Ya Devlet başa ya kuzgun leşe diyerek iş başına gelen kadrolar ellerinden geleni yaptılar ve yapıyorlar. Ameller niyete göredir. Niyet iyi en azından diye geçirdi içinden.

    Buluşma yerinin bulunduğu marinaya giren bağlantısını fark etti, kafeye varmadan durdurdu, sıcaktan ve heyecandan kırmızıdan mora dönmeye başlayan yüzüne bir çekiçle vurularak gömülmüş gibi duran çekik Asya gözlerindeki heyecan elemanı ele veriyordu.

     

    Fatih               : Birader selam, sakin ol biraz elin ayağın birbirine girmiş!

    Gümrükçü     : Ya sorma Avukat Bey sana verdiğim bilgiler sağda solda gezince müdür herkesi sığaya çekti. Hedefteyim, sanırım tayin edecekler!

    Fatih               : Merak etme edemezler.

     

    Sağ omzundan sol omzuna çapraz takılı siyah çantasından çıkardığı para zarfını bile isteye ve kameralar önünde göstere göstere elemana vererek getirdiği hard diski aldı.

     

    Sert oynamaya başladılar diye geçirdi aklından. Önce takip sonra bu? Eleman Fatih’e verdiği bilgileri hemen herkese aynı şekilde satıyor ve bu durumda konunun peşinde olan: Siyasiyi, istihbaratçıyı, polisi, mülki idareyi, adliyeyi manipüle etmek isteyenlerin eline istemeden de olsa koz veriyordu. Devlet’in bekası asıldı. Mersin Limanı üzerinde yapılan bunca manipülasyonun asıl sebebini bilse, verdiği bilgilerin hayatına mal olacağını bilirdi. Yıllardır yediği rüşvetin diyeti olarak bu bilgileri önüne gelen herkese veriyor ve satıyordu. Fatih elemanın zamanının geldiğini anladı ama uyarmadı. Devlet malına el uzatmak, rüşvet, irtikap, zimmet suçlarını gizlemek için Devlet’in kendisine emanet ettiği bilgileri satan bir adamın suyunun ısındığı belliydi.

     

    Adana Havalimanında İstanbul uçağını beklerken elemanın verdiği hard diski bilgisayarına taktı: Bilgiler iç acıtır güçteydi. Hard diskin bilgisayarına kopyalanmasını beklerken; son dakika haberlerine göz attı: ‘’ Mersin Limanında görevli gümrükçü T.A. geçirdiği kalp krizi neticesi vefat etmişti. Mersin sahilinde park halinde bulunan aracının içinde yüksek miktarda para ve bir miktar uyuşturucu bulunmuştu. Adı geçenin hakkında yürütülen bir yolsuzluk davası yüzünden Valilik tarafından açığa alma işlemlerinin başlatılmış olduğu hakkında soruşturma ‘’ … Vesaire. Üzülmedi, su testisi su yolunda kırılmıştı. Bunun kendisine verilen net bir mesaj olduğunu anlamıştı. Havaalanından çıktı. 101 numaralı otobüse binerek Eminağa Parkı’na oradan da Hürriyet Mahallesi’ndeki güvenli eve geçti.

     

    Güneş her gün doğup ve batarken oluşturduğu gündüz-gece döngüsünde her varlık kendi yazgısını yaşayıp yok oluyordu. Hoş bir seda bırakmalı insan, elinden ne geliyorsa onu yapmalı; kimi yazmalı, kimi okumalı, kimi de ekmek pişirmeli. Devlet meselelerinde elinden geleni ardına koyan olmamalı; ruh özüne dönmek için elinden geleni yaparken maddenin meydana koyduğu çatışma geri durdurmamalı insanı. Devlet bir Türk için hayattır, sudur. Türk’ün ruhu Devletinde tecelli eder.

     

    Çalışma notlarını önüne koydu; meseleyi daha derin ele almanın zamanı gelmişti: İstanbul Üniversitesi arşivinden rica minnet aldığı saman kâğıda daktilo ile yazılmış notları önceledi ve okumaya başladı:

     

    Sykes-Picot Anlaşması, I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nun Ortadoğu’daki topraklarının İngiltere ve Fransa arasında nasıl paylaşılacağını belirleyen gizli bir anlaşmadır.

     

    Yeri ve Tarihi

    Yeri: Londra ve Paris arasında yapılan müzakereler sonucunda kararlaştırılmıştır.

    Tarihi: 16 Mayıs 1916.

    Taraflar

    İngiltere: Mark Sykes tarafından temsil edilmiştir.

    Fransa: François Georges-Picot tarafından temsil edilmiştir.

    Rusya: Anlaşmanın bir parçası olarak bilgilendirilmiş ve anlaşmayı onaylamıştır.

     

    Sykes-Picot Anlaşması’nın başlıca maddeleri şunlardır:

     

    1-Bölge A (Fransa): Fransa, Suriye’nin kıyı bölgeleri ve Lübnan’ın yanı sıra Adana, Mersin, Antakya ve Kilis gibi bölgeleri içeren bir nüfuz alanına sahip olacaktır.

    2-Bölge B (İngiltere): İngiltere, Irak’ın güneyi, Ürdün ve Filistin’in bazı bölgeleri ile Hayfa ve Akka limanlarını içeren bir nüfuz alanına sahip olacaktır.

    3-Uluslararası Yönetim: Filistin’in kalan kısmı, Kudüs dahil olmak üzere uluslararası bir yönetim altında olacaktır.

    4-Bağımsız Arap Devleti/Konfederasyonu: Anlaşmanın bazı bölgelerinde bağımsız bir Arap devleti veya devlet konfederasyonu kurulması öngörülmektedir. Bu devletlerin idaresi altında olacak bölgeler, doğrudan İngiliz ve Fransız kontrolü altındaki bölgelerin dışında kalan toprakları kapsayacaktır.

     

    Rusya’nın Payı: Rusya, Osmanlı İmparatorluğu’nun doğu Anadolu’daki bazı bölgelerini alacaktır.

     

    Anlaşmanın Ortaya Çıkışı ve Sonuçları:

     

    Sykes-Picot Anlaşması, 1917 Rus Devrimi sırasında Bolşevik hükümet tarafından ifşa edilmiş ve dünyaya duyurulmuştur. Bu anlaşma, Ortadoğu’da İngiliz ve Fransız etkisinin artmasına yol açmış ve bölgedeki sınırların çizilmesinde büyük rol oynamıştır. Anlaşma, bugünkü Suriye, Irak, Ürdün, Lübnan ve İsrail sınırlarının belirlenmesinde temel oluşturmuştur.

     

    Anlaşmanın orijinal metni, İngiliz ve Fransız arşivlerinde saklanmaktadır

     

    Sykes-Picot Anlaşması’nın metni, zamanın politik ve askeri stratejilerini anlamak için önemli bir belgedir. Bu anlaşma, Ortadoğu’nun modern politik yapısını ve sınırlarını anlamak açısından büyük önem taşımaktadır.

     

    H.C. (Herbert Charles) Armstrong, I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz ordusunda istihbarat subayı olarak görev yaparken Osmanlı İmparatorluğu’na esir düşmüştür.

     

    Esaretin Hikayesi:

     

    Tarih ve Yer: Armstrong, 1916 yılında Kut’ül Amare Kuşatması sırasında Osmanlı kuvvetlerine esir düşmüştür. Kut’ül Amare, günümüzde Irak sınırları içinde bulunan ve Bağdat’ın yaklaşık 160 kilometre güneydoğusunda yer alan bir kasabadır.

    Kut’ül Amare Kuşatması: 1915 yılının Aralık ayında başlayan ve 29 Nisan 1916’da sona eren Kut’ül Amare Kuşatması, I. Dünya Savaşı’nın önemli cephelerinden biridir. General Charles Townshend komutasındaki İngiliz ve Hint birlikleri, Osmanlı kuvvetleri tarafından kuşatılmıştır. 4 aylık kuşatma ve çatışmanın ardından İngiliz birlikleri teslim olmuştur.

     

    Esaret Süreci: Armstrong, bu teslimiyet sonucunda Osmanlı kuvvetleri tarafından esir alınmıştır. Osmanlıda esir oldukça zorlu koşullarda yaşamış ve bu deneyim, ileride yazacağı eserlerde Osmanlı’ya ve Türklere karşı olumsuz bir bakış açısı geliştirmesine sebep olmuştur.

    Esaretin Sonuçları: Armstrong’un esirlik dönemi, onun Türkler ve Osmanlı İmparatorluğu hakkındaki olumsuz düşüncelerini pekiştirmiştir. Bu deneyim, daha sonra yazdığı “Grey Wolf: Mustafa Kemal” kitabında görülür. Bu kitapta, Mustafa Kemal Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti hakkında oldukça eleştirel ve olumsuz bir üslup kullanmıştır.

    Esaretin Ardından: Armstrong, esaret döneminden sonra serbest bırakılmış ve İngiltere’ye dönmüştür. Savaşın ardından gazetecilik ve yazarlık kariyerine odaklanmış, çeşitli kitaplar ve makaleler yazmıştır. Bu eserlerde, I. Dünya Savaşı sırasındaki deneyimlerinden ve Osmanlı İmparatorluğu’na dair gözlemlerinden sıklıkla bahsetmiştir.

     

    H.C. Armstrong ve T.E. Lawrence (Lawrence of Arabia) gibi isimler Ortadoğu’daki gelişmelerde önemli rollere sahip olmuşlardır. Bu iki figürün faaliyetleri ve katkıları şu şekildedir:

     

     

    H.C. Armstrong Katkıları:

    1-İstihbarat Faaliyetleri: Armstrong, I. Dünya Savaşı sırasında İngiliz istihbarat subayı olarak görev yapmış ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bilgi toplama faaliyetlerinde bulunmuştur.

    2-Propaganda ve Yazılar: Armstrong’un yazdığı kitaplar ve makaleler, özellikle “Grey Wolf: Mustafa Kemal” adlı eseri, Osmanlı sonrası dönemde Türkiye’nin ve İslam dünyasının politik ve toplumsal yapısına yönelik eleştirel bir bakış açısı sunmuştur. Bu tür yazılar, Batı’da İslam’a karşı bir tepki oluşturmuştur.

    3-Osmanlı İmparatorluğu’nun Zayıflatılması: Armstrong’un görev aldığı istihbarat ve askeri operasyonlar, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflatılmasına katkıda bulunmuş ve İslam dünyasında yeni siyasi yapılar ve hareketler ortaya çıkmıştır.

    T.E. Lawrence

     

    1-Arap İsyanı: Lawrence, I. Dünya Savaşı sırasında Arap isyanını desteklemiş ve Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Arap kabilelerini birleştirmiştir. Bu isyan, Osmanlı’nın Ortadoğu’daki kontrolünü zayıflatmış ve bölgedeki siyasi dengeleri değiştirmiştir.

    2-Arap Milliyetçiliği: Lawrence’ın çalışmaları, Arap milliyetçiliğinin doğuşuna ve güçlenmesine katkıda bulunmuştur. Bu hareketler, daha sonra siyasi İslam’ın şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır.

    3-Ortadoğu’nun Bölünmesi: Lawrence, savaş sonrası Ortadoğu’nun yeniden şekillenmesinde ve sınırlarının çizilmesinde etkili olmuştur. Bu süreç, bölgedeki etnik ve dini gruplar arasında gerilimlerin artmasına ve siyasi İslam’ın yükselmesine zemin hazırlamıştır.

     

     

    İngiliz Kraliyetinin Rolü

    İngiliz Kraliyetinin ve hükümetinin bu süreçlerdeki rolü oldukça belirleyicidir. İstihbarat subayları ve ajanlar, İngiliz dış politikasının bir parçası olarak Ortadoğu’da aktif olmuşlardır. Bu politikalar şunları içerir:

    1-Osmanlı’nın Zayıflatılması: İngiliz hükümeti, Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflatılması ve parçalanması için stratejik planlar yapmıştır. Bu planlar arasında Arap isyanını desteklemek ve Osmanlı topraklarını paylaşmak gibi politikalar yer alır.

    2-Sykes-Picot Anlaşması: 1916 yılında imzalanan bu gizli anlaşma, İngiltere ve Fransa’nın Osmanlı topraklarını bölüşme planını içermektedir. Bu anlaşma, bölgedeki siyasi yapıları ve sınırları büyük ölçüde etkilemiş ve yeni devletlerin kurulmasına yol açmıştır.

    3-Bölgesel Güç Dengeleri: İngiliz Kraliyeti, bölgedeki kendi çıkarlarını korumak için çeşitli yerel liderlerle ittifaklar kurmuş ve desteklemiştir. Bu süreç, İslam’ın farklı yorumlarının ortaya çıkmasına ve yayılmasına katkıda bulunmuştur.

     

    H.C. Armstrong ve T.E. Lawrence gibi isimler, Ortadoğu’daki siyasi ve toplumsal yapıyı şekillendiren önemli figürlerdir. İngiliz Kraliyeti ve hükümetinin politikaları, bu figürlerin faaliyetlerini desteklemiş ve yönlendirmiştir. Bu süreçler, İslam’ın farklı yorumlarının ortaya çıkmasına ve güçlenmesine zemin hazırlamıştır.

     

     

    Oyunun ilk pazılı konuyordu: H.C. Armstrong’un yazdığı Grey Wolf adlı müsveddede iddia edilen bazı densiz ifadeler aslında Osmanlı elinde esir kalan bir İngiliz istihbarat subayının kininden kaynaklanan hayalleridir. H.C. Armstrong ne bir entelektüeldir ne de yazar. Hatta ana dili İngilizce ’de kitap yazamayacak kadar dil bilgilisinden yoksun olmasından dolayı tüm eserlerini British Müzesi Editörü tarafından kraliyet emriyle ‘’ toparlandığı’’ sabittir.

     

    Ancak ortaya koyduğu onlarca saçma iddia ve hakaretin yıllarca Atatürk karşıtları tarafından sanki birer amentüymüş gibi dillere pelesenk edilerek politik yaşamlarının temel argümanı olması 1900 ‘lü yıllarda İngilizlerin başlattığı ve 2.Dünya Savaşından sonra ABD ‘nin devraldığı PROJENİN halen devam ettiğinin bir deliliydi. Cumhuriyet dönemi isyanların tamamına yakının din motifli olması ve yeni Türkiye Cumhuriyeti’ni diz çöktürmek için Osmanlı’ya kurulan oyunun bir devamı olması nitelikleri ele alındığında bir iki tüyü bozuk İngiliz istihbaratçısının Ortadoğu’da kurduğu oyunun 100 yıldır devam ettiği açıktır.

     

    Şeyhi’t tuyyur ‘un özel el yazması notlarını gelmişti sıra; göz kapakları gecenin getirdiği yorgunluğa yenik düştü. Notlardaki kelimeler kapattığı gözünün içinde flaş çakarak gezinirken uyuyakaldı: Hayber, Haşimiler, Malta, Lawrence…

    Devamını Oku

    Komplo Hikâyeleri 5: Bozkurt İşareti

    Komplo Hikâyeleri 5: Bozkurt İşareti
    0

    BEĞENDİM

    Hacı Murat DİNÇER – 06 Temmuz 2024

     

    Kavurucu güneşin erittiği asfalt yolda sürdüğü aracın kliması serinlemesine kâfi değildi. Bir saat yolu daha vardı ve buharlaşıyormuş gibi hissediyordu. Anne ve babasıyla daha çocukken gidip geldiği bu yolların eski ve yeni halini; girdisini, çıktısını iyi bilirdi. İlk otoban gişesinden çıktı ve karşısına çıkan köy kahvesinde soluklandı. Selamını verip meraklı bakışlar arasında serin gölgeli bahçenin uç kenarındaki boş masaya ilişti. Kahveciyle göz göze gelince dünyanın başka bir memleketinde veremeyeceği çay siparişini; sağ elini havaya kaldırıp işaret ve başparmağını birleştirerek çay karıştıran hayali kaşık taklidiyle verdi. Almak isteyen de vermek isteyen de anlaması gerekeni anlamıştı.

    Yan masadan yaşlı bir ses:

    • Hoş geldin, yolculuk nereye?
    • Ayvalık’a amca.
    • Güzel olur bu mevsimde oralar…

    Lafın gerisini istiyordu amca belliydi;

    • Öyledir amca, babadan atadan kalma bir köy evimiz var, kafa dinlemek için ara sıra…

    Yaşlı adam; avını yakalamış timsah açlığıyla sözünü tamamlamasını beklemeden buruşuk elini havaya kaldırıp bozkurt işareti yaparak girdi lafa:

    • Sen okumuş birine benziyorsun. De bana bakalım bu işin aslını: Bu işareti biz iyi bilirdik, milli çocuk yapmış sevincinden her hal, Avrupa bize kızmış, pahalılığın sebebi hep bu hareket diyorlar, var mı essahı?
    • Yok, amcam yok öyle bir şey, pahalılık başka o başka. Pahalılık geçer gider bir çaresi bulunur. Bu başka bir iş; bu: Bizden görünüp bizi ele başka anlatanların halt yemesi.
    • Heeee dış minnak diyorsun sen de yani…

    Konuşmayı yarıda kesip sertçe sırtını dönmesinin sebebi; Fatih’in izahını lezzetsiz ve sıradan bulmasıydı. Aslında daha farklı, renkli ve mazoşistçe kendimizi döven bir cevap bekliyordu. Avusturya, Fransa yasak etti, Almanya etme yolunda gibi bayat olayları ortaya koyup; vah halimize, bak başımıza gelene, yandık bittik gibi kahve muhabbeti istiyordu. Haklıydı da neticede burası kahvehaneydi. Çay parasını ödeyerek usulca kalktı, ardından atılan bakışları sadece tahmin etti.

    Akşamın serinliği bir müjde gibi odanın yarı açık penceresinden giriverdi. Fatih; yarın yapacağı buluşmanın kariyeri için ne kadar önemli olduğunu hatırladıkça tedirgin oluyordu. Hazırlanması gerekiyordu ancak kafası hala kahvehanedeki adamdaydı. Toplumun nabzının attığı küçük fikir adacıklarından biriydi o kahvehane ve haklı olunan bir davanın üzerindeki sosyal medya irinini sıyırıp gerçeği bir çırpıda söylememişti. Okumuş birine benzediği için fikri sorulmuş ve daha ilk lafında dinlenmeye bile değer bulunmamış, Boğaziçi Üniversitesi – Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde doktora yapan birisi olarak alaycı bakışlarla hem kendisi hem de fikirleri kapı dışarı edilmişti.

    Polis Akademisi’ni ikinci sınıfta bırakarak Ankara Hukuk Fakültesi’nde eğitime devam etmişti. Polis Akademisi’nde o yıllarda kurulmasına izin verilen öğrenci kulüplerinden birisini de kendisi kurmuştu. Doksanların başı ve Fethullahçıların Polis Kolejleri ve Akademisi’nin öğrenciden yönetime her köşesine sahip olduğu yıllardı. Fatih başını çektiği ve adı konulmamış okul içi muhalif gurubun sanki adını koyarcasına bu kulübü kurmuştu: A.T.A.M. ( Atatürk Tarih ve Araştırma Merkezi ) . Bu merkez sanılanın aksine var olduğu sürece sadece iki üyeye sahip oldu. O tarihlerde hiç kimse kendini Atatürkçü olarak tanımlamak istemiyor, konunun kıyısında köşesinde kalmaya dikkat ediyordu. Fatih yıllar sonra verdiği dilekçeyle: ATAM’ın diğer üye mezun olduktan yani 1994 yılından sonra kapandığını öğrenerek tüm çalışma belgelerini ve notları arşivden aldı. Şimdi o notların içinden çıkan çalışmalar bu güne ışık tutuyordu:

    BOZKURT İŞARETİNİN TARİHİ VE MİTOLOJİK GEÇMİŞİ

    1- Mitolojik Kökenler: Bozkurt işareti, Türk mitolojisinde önemli bir yere sahiptir. Türklerin köken efsanelerinden biri olan Asena efsanesi, bu işaretin mitolojik temelini oluşturur. Efsaneye göre, Türklerin ataları bir bozkurttan türemiştir. Bu efsane, Türklerin güç, cesaret ve dayanıklılık sembolü olarak bozkurtu benimsemelerine neden olmuştur.

    2- Göktürkler Dönemi: Göktürkler, bozkurtu bayraklarında ve diğer sembollerinde kullanarak bu işareti bir devlet simgesi haline getirmişlerdir. Bozkurt, Türk Devletleri’nin bağımsızlık ve özgürlük sembolü olmuştur.

    3- Modern Dönem: Modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan sonra, özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında, bozkurt işareti milliyetçi gruplar tarafından yeniden canlandırılmıştır. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) ve Ülkü Ocakları gibi siyasi ve sosyal gruplar, bozkurt işaretini kimliklerinin bir parçası haline getirmişlerdir.

    Anlamı

    Bozkurt işareti, Türk Milleti’nin gücünü, özgürlüğünü ve bağımsızlığını simgeler. Aynı zamanda birliğin ve beraberliğin sembolüdür. Tarih boyunca Türklerin zorlu mücadelelerinde ve bağımsızlık savaşlarında bu işaret, onlara ilham kaynağı olmuştur.

    Güncel Durum

    1- Siyasi Kullanım: Günümüzde bozkurt işareti, milliyetçi ve ülkücü hareketler tarafından yoğun bir şekilde kullanılmaktadır. Bu işaret, milliyetçi kimliği ve ideolojiyi ifade eden bir sembol olarak kabul görmektedir.

    2- İstismar: Bazı durumlarda bozkurt işareti, radikal milliyetçi gruplar tarafından aşırı ve saldırgan tutumların bir simgesi olarak kullanılabilmektedir. Bu tür istismarlar, işaretin orijinal anlamını ve ruhunu zedelemektedir.

    3- Kültürel ve Sanatsal Kullanım: Bozkurt işareti, kültürel ve sanatsal alanlarda da yer bulmaktadır. Filmler, diziler, kitaplar ve sanat eserlerinde bu işaret, Türk Tarihi’nin ve Kültürü’nün bir parçası olarak kullanılmaktadır.

    Bozkurt işareti, köklü bir tarihi ve derin bir anlamı olan bir semboldür. Ancak, her sembol gibi, nasıl ve kimler tarafından kullanıldığı önemlidir. Bozkurt işaretinin, barış, birlik ve beraberlik mesajlarıyla kullanılması, onun gerçek ruhuna uygun olacaktır. Aşırı ve radikal ideolojilerin bu sembolü istismar etmesi, onun tarihi ve kültürel değerine zarar vermektedir. Dolayısıyla, bozkurt işaretinin doğru ve anlamlı bir şekilde kullanılmasının önemi büyüktür.

    ATATÜRK VE TÜRK MİLLİYETÇİLİĞİ AÇISINDAN BOZKURT SEMBOLÜ

    Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu olarak Türk Milliyetçiliği’ni vurgulamıştır. Türk Milleti’nin bağımsızlık mücadelesi ve Milli Kimliği’nin yeniden inşası, Atatürk’ün en önemli hedeflerindendi. Bu bağlamda, Türk Tarihi’ne ve Kültürü’ne büyük önem vermiş, eski Türk Devletleri’nin ve sembollerinin yeniden canlandırılmasını teşvik etmiştir.

    Bozkurt Sembolü ve Anlamı

    Bozkurt sembolü, Türk Mitolojisi’nde ve tarihinde önemli bir yer tutar. Güç, cesaret, özgürlük ve bağımsızlık gibi değerleri temsil eder. Göktürkler döneminde devlet sembolü olarak kullanılan bozkurt, Türk Milleti’nin köklerine ve tarihine atıfta bulunan güçlü bir semboldür.

    Atatürk’ün Bozkurt Sembolünü Kullanımı

    Atatürk, Türk Milliyetçiliği’ni ve Tarihi’ni yeniden canlandırmak amacıyla bozkurt sembolüne de yer vermiştir. Özellikle, Türk Tarih Kurumu’nun kuruluşunda ve Türk Tarihi üzerine yapılan çalışmalarda, bozkurt sembolü sıkça kullanılmıştır. Ayrıca, Atatürk’ün liderliğinde yapılan bazı anma törenlerinde ve resmi etkinliklerde de bozkurt sembolü yer almıştır.

    Bozkurt Sembolünün Atatürk Dönemindeki Önemi

    Milli Kimlik ve Bağımsızlık: Atatürk, Türk Milleti’nin bağımsızlık mücadelesini ve milli kimliğini vurgulamak için bozkurt sembolünü kullanmıştır. Bu sembol, Türk Milleti’nin özgürlük ve bağımsızlık mücadelesinin bir simgesi olarak görülmüştür.

    Türk Tarihi ve Kültürü: Atatürk, Türk Milleti’nin tarihini ve kültürünü yeniden canlandırmak amacıyla bozkurt sembolüne önem vermiştir. Bu sembol, Türk Tarihinin derinliklerine inen bir kökene sahip olduğu için, Atatürk’ün tarih bilincini güçlendirmek amacıyla tercih edilmiştir.

    Modern Türkiye’nin İnşası: Atatürk, modern Türkiye’yi inşa ederken, Türk Milleti’nin tarihine ve kültürüne dayanan bir kimlik oluşturmak istemiştir. Bu bağlamda, bozkurt sembolü, modern Türkiye’nin milli kimliğinin bir parçası olarak kabul edilmiştir.

    Atatürk’ün bozkurt sembolüne verdiği önem, onun Türk Milleti’nin bağımsızlık mücadelesini ve milli kimliğini vurgulama çabalarının bir parçası olarak görülmelidir. Bozkurt sembolü, Atatürk’ün tarih bilinci ve Türk Milliyetçiliği anlayışıyla örtüşmektedir. Ancak, günümüzde bu sembolün farklı gruplar tarafından farklı şekillerde kullanılması, onun orijinal anlamını ve Atatürk’ün bu sembole yüklediği değeri bazen gölgede bırakabilmektedir. Bu nedenle, bozkurt sembolünün doğru ve tarihsel bağlamda kullanılması, onun gerçek ruhunu ve anlamını korumak açısından önemlidir.

    ÇEŞİTLİ KÜLTÜRLERDE VE ULUSLARDA İNSAN BEDENİYLE YAPILABİLEN VE DERİN ANLAMLARI OLAN BAŞKA İŞARETLER DE BULUNMAKTADIR.

    1- Namaste (Hindistan)

    • Anlamı: Hindistan’da selamlaşma ve saygı ifadesi olarak kullanılan namaste işareti, avuç içlerinin birbirine bastırılması ve başın hafifçe öne eğilmesiyle yapılır.
    • Kökeni: Sanskritçe “Namah” (eğilmek) ve “Te” (sana) kelimelerinden gelir. “Sana eğiliyorum” anlamında kullanılır ve içsel bir selamlaşmayı, ruhların birleşmesini simgeler.

    2- Barış İşareti (Dünya Geneli)

    • Anlamı: İki parmağın (işaret ve orta parmak) ayrılarak yapılan işaret, barış ve zafer anlamına gelir.
    • Kökeni: İkinci Dünya Savaşı sırasında zafer işareti olarak kullanılmış, 1960’larda ise barış hareketlerinin simgesi haline gelmiştir.

    3- Vulcan Selamı (Yahudi Kültürü ve Star Trek)

    • Anlamı: Parmakların ortadan ikiye ayrılarak yapılan bu işaret, “Uzun ve başarılı bir yaşam sür” anlamında kullanılır.
    • Kökeni: Yahudi dinî törenlerinde kullanılan bir el hareketinden esinlenmiş ve daha sonra Star Trek dizisiyle popülerleşmiştir.

    4-  Nazi Selamı (Nazi Almanyası)

    • Anlamı: Sağ kolun düz bir şekilde öne doğru uzatılmasıyla yapılan bu işaret, Nazi rejimine sadakati ve Führer’e bağlılığı ifade ederdi.
    • Kökeni: Antik Roma’dan esinlendiği söylenir, ancak 20. yüzyılda Adolf Hitler ve Nazi Partisi tarafından kullanılmıştır.

    5- Shaka İşareti (Hawaii)

    • Anlamı: Başparmak ve serçe parmak açık, diğer parmaklar kapalı olacak şekilde yapılan bu işaret, “Sakin ol” veya “Merhaba” anlamında kullanılır.
    • Kökeni: Hawaii kültürüne dayanır ve rahatlığı, dostluğu ve olumlu hisleri simgeler.

    6- Figa (İtalya ve Brezilya)

    • Anlamı: Başparmak, işaret ve orta parmak arasında sıkıştırılarak yapılan bu işaret, nazardan korunmak ve şans getirmek için kullanılır.
    • Kökeni: Antik Roma’dan geldiği ve zamanla İtalya ve Brezilya gibi ülkelerde popüler hale geldiği düşünülmektedir.

    7- I Love You İşareti (Amerikan İşaret Dili – ASL)

    • Anlamı: İşaret ve serçe parmaklar açık, başparmak ise avuç içiyle yukarıya doğru açık olacak şekilde yapılan bu işaret, “Seni seviyorum” anlamına gelir.
    • Kökeni: Amerikan İşaret Dili’nden gelir ve duygusal bir ifade olarak kullanılır.

    İnsan bedeniyle yapılan işaretler, kültürel ve tarihi bağlamlarda derin anlamlar taşıyabilir. Bu işaretler, bir toplumun inançlarını, değerlerini ve tarihini yansıtabilir. Bozkurt işareti gibi, diğer işaretler de doğru ve anlamlı bir şekilde kullanıldığında, kültürel kimliğin ve tarihsel bilincin korunmasına yardımcı olabilir. Ancak, bu işaretlerin yanlış veya aşırı kullanımı, onların orijinal anlamlarını ve değerlerini zedeleyebilir. Bu nedenle, her kültürün kendine özgü işaretlerine saygı göstermek ve onları doğru bağlamda kullanmak önemlidir.

     

    Fatih’in yüzünde beliren gölge, gecenin karanlığına doğru uzun bir yolculuğun habercisiydi. Her şey bir anda, bir köy kahvesinde başlayan basit bir sohbetin ardında saklı kalmış derin bir hesaplaşmaya dönüşmüştü. Avuçlarında sıkıca tuttuğu bozkurt sembolüyle, geçmişin izlerinden geleceğe uzanan o ince çizgide, Fatih; hakikatin peşinde, karanlık ve aydınlık arasındaki mücadelesini sürdürüyordu. Rüzgârın tatlı serinliği yüzüne vurduğunda, yüreğinde bir yerlerde, milli kimliğin ve özgürlüğün sembolü olan bozkurtun uluması yankılandı. Kendi içindeki sessiz devrimi, toplumun ortak bilincine taşımak için yola koyuldu. Bu yolculuk, sadece bir evin huzurunu arayan bir adamın hikâyesi değil, bir milletin özüne dönüş mücadelesiydi. Babasından kalma çalışma odasının tozlu kütüphane raflarından beş İngilizce kitabı özenle okuma masasına koydu. Yedi oğlun mavi gözlüsü; kinini taze, fikrini dinç, özünü pek tutmak için düşmanı tekrar okuyacaktı: Armstrong

    Devamını Oku