WOTTV E-DERGİ
DOLAR 33,9974 0.29%
EURO 37,8529 0.64%
ALTIN 2.820,790,41
BITCOIN 1961047-3,13%
Ferhat Ünlü

Ferhat Ünlü

13 Eylül 2024 Cuma

    Alaturka Enflasyonun Kısa Tarihi

    Alaturka Enflasyonun Kısa Tarihi
    0

    BEĞENDİM

    Ferhat ÜNLÜ – 13 Eylül 2024

     

    Sene 1985… Mahreç Adana… Amcamların evine gitmek üzere bindiğimiz bir takside seyir halindeyiz. Babam, Çifte Minare’nin orada taksiciye parmağıyla soldaki yolu işaret ederek “Şuradan dönsene gardaş” dedi. Taksici, Urfa lehçesiyle “Elli bin liran var mı?” diye sordu. Babam -tabii, kinayeli konuşmalar konusunda tecrübeliydi- hemen ‘ayıktı’ ve “Ceza yazıyorlarsa bildiğin yoldan git” dedi. Hafızama yerleşmiş bu olayı bugünkü yazımın girizgâhına almamın sebebi, 1985’in TL değeri ile bugünün TL değerini mukayese etmek… Yalnızca bunu yapmakla kalmayacağız, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir asırlık enflasyon evrimine göz atacağız.

    Hafızamın net kılavuzluğuna göre 1985’te 50 bin TL’nin maddi değeri, ters yöne girildiğinde kesilen bir trafik cezasına tekabül ediyordu. Bugün 50 bin TL yaklaşık olarak donanımlı bir Apple Mac bilgisayarın fiyatına karşılık geliyor.

    Tabii bu bundan 40 yıl öncesi ile bugünü mukayese ederken 2005 yılında TL’den 6 sıfır atıldığını sürekli akılda tutmak gerekiyor.

    İmdi… Bundan tam 45 yıl önce, 1977’nin ağustos ayı itibarıyla dolar kuru; 17,50 seviyesinde idi. Bugünkü seviyesinin takribi yarısı. Ama işte Aristo mantığıyla dolar o günden bu yana yalnızca iki katı değerlendi de diyemiyoruz. Çünkü aradan geçen 45 senede Türk parası develüe oldu, yani TL’nin döviz karşısındaki değeri hükümet tarafından alınan kararlar doğrultusunda düşürüldü. Çünkü gerekli durumlarda milli paranın satın alma gücünün düşürülmesi ithalat-ihracat dengesini sağlamak açısından önemli.

    Tarihimizdeki en fazla sıfırlı banknotlar 10 ve 20 milyon Türk lirası idi. Bunlar 5 Kasım 1999 ile 5 Kasım 2001 tarihlerinde tedavüle çıktılar. Ve 2005’te TL’den sıfır atılması kapsamında 2010’un başında tamamen tedavülden kaldırıldılar. Bugün 10-20 milyon TL’niz varsa hayatınız kurtulmuş demektir.

     

    ENFLASYON VE VERGİ ARTIŞI ARASINDA DOĞRU ORANTI VAR

    İkinci Dünya Savaşı yılları Türkiye’de şiddetli bir enflasyon baskısıyla geçti. Bunun üzerine devlet, savaş döneminde servetini haksız olarak artırdığına karar verdiği tüccar, büyük çiftçi ve emlak sahiplerinden Varlık Vergisi almaya başladı. 11 Kasım 1942 tarihinde çıkan bir kanunla… 1943 yılı sonunda Varlık Vergisi’nden elde edilen gelir 318 milyon liraya ulaşmıştı.

    10 Ağustos 1970’te Türk ekonomi tarihinin en büyük devalüasyonlarından biri yaşandı. O yıllarda dünyadaki iki büyük petrol krizi, fiyatların yükselmesine yol açınca Türk parası develüe edildi.

    Ülkemizde enflasyon ilk olarak 1971’de çift haneli rakamlara erişti ve 1971’den itibaren aralıksız 34 yıl süreyle çift hanelerde kaldı. 1970 senesinde tüketici enflasyonu tek haneli iken (o zaman yüzde 8,1 seviyesindeydi) 19717de iki katına erişerek 16,5 seviyesine geldi.

    Ülkemiz; 1972’de yüzde 13.7, 1973’te yüzde 16, 1974’te 18.6, 1975’te 19.8,  1978’de yüzde 47.2, 1979’da 56.8 gibi farklı enflasyon rakamları gördü.

     

    1980 DARBESİNDE ENFLASYON ÜÇ HANEYE ÇIKTI

    1970’lerin sonundan itibaren yükselen enflasyon; asıl sıçramayı, sağ-sol çatışmalarının yoğunlaştığı ve cuntanın ülkenin yönetimine el koyduğu 1980 senesinde gerçekleştirdi. O yıl enflasyonumuz üç haneli rakama yükseldi, yüzde 115.6 seviyesine…

    Sonra Turgut Özal’ın henüz bürokratken öncülük ettiği 24 Ocak kararıyla enflasyon toparlanmaya başladı. 24 Ocak kararları ile Türk ekonomisinde köklü değişiklikler yapıldı: Esnek döviz kuru politikasına geçildi, fiyatlar üzerindeki kontrol kaldırıldı, Türk lirası devalüe edildi ve döviz karşısında Türk Lirası yüzde 32.7 değer kaybetti. Bununla birlikte 24 Ocak kararları ile uygulanan disiplinli politikalar neticesinde kamu maliyesinde önemli ölçüde iyileşme gerçekleşti ve enflasyon gerileme sürecine girdi.

    Dolayısıyla 1981’de 33.9, 1982’de 21.9 gibi rakamlar gördük. Ama yıllar içinde kronikleştiği için 1983’ten sonra yeniden yükseliş eğilimine girdi. Enflasyon 1983’te 37.1, 1984’te 49.7 olarak kayıtlara geçti.

    Derken 1990’ların başından itibaren tüketici enflasyonunda daha da yukarılara doğru tırmanış gözlemlendi. 1990’da yüzde 60.6, 1991’de yüzde 71.1, 1992’de yüzde 67.9, 1993’te 71.4 ve nihayet 1994’te 125,5 tüketici enflasyonu kaydedildi.

    Enflasyon, 5 Nisan 1994 kararlarının ardından 1995’te yüzde 76’ya düştü. 2000’lere kadar da yüksek seyretti. 1994 ekonomik krizinden yedi yıl sonra yeni bir kriz dalgası daha geldi. Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer ile dönemin Başbakanı Bülent Ecevit arasında yaşanan tartışma zaten mevcut olan krizin iyice ateşlenmesine sebep oldu.

    Çözüm olarak 13 Mart 2001 tarihinde Başbakan Bülent Ecevit tarafından ekonomiden sorumlu devlet bakanlığına Kemal Derviş getirildi. 3 Mayıs 2001 tarihinde IMF’ye yeni bir niyet mektubu sunuldu ve 17. stand-by anlaşması revize edildi.

    Cumhuriyet’in kuruluş yıllarına bakıldığında Türkiye’nin, çiçeği burnunda bir devlet iken Osmanlı’dan kalan borçlar ve Birinci Dünya Savaşı yıllarında sürekli para basılmasından kaynaklanan enflasyonla mücadele ettiği görülüyor.

    İkinci Dünya Savaşı döneminde aynı sorunla boğuşmamak için Türkiye’de para arzının artırılmaması prensibi benimsedi. Ancak yine de pahalılık arttı.

     

    AK PARTİ’NİN 22 YILINDA ENFLASYON

    Ak Parti’nin iktidara geldiği 2002’de enflasyonda yüzde 29.7, 2003’te yüzde 18.4 seviyeleri ölçüldü. Derken AK Parti’nin iktidarının ikinci yılında enflasyon tek haneli rakamlara düşürüldü. Yüzde 9.3 ile… 2005’te 7,72, 2006’da 9.65 ölçümü kaydedildi. 2007’de 8,39, 2008’de 10.06, 2009’da 6.53, 2010’da 6.4, 2011’de 10.45, 2012’de 6.16, 2013’te 7.4, 2014’te 8.17, 2015’te 8.81, 2016’da 8.53, 2017’de 11.92, 2018’de 20.3, 2019’da 11.84, 2020’de ise 14,6’yı gördük.

    Ve 2021 yılından itibaren enflasyon canavarı yeniden hortladı. 2021’de yıllık enflasyon yüzde 36.08 olarak kaydedildi. 2021’den itibaren son üç senenin enflasyon oranlarını zaten biliyorsunuz.

    Türkiye, bir özetini sunmaya çalıştığım 101 yıllık tarihinde sürekli enflasyon ile mücadele vermiş bir ülke. AK Parti’nin, iktidarının ilk 19 yılında enflasyonu dizginlemeyi başardıktan sonra son üç yılda enflasyonun yeniden hortlamış olması millette kaygı ve umutsuzluğa neden oluyor.

    ‘Enflasyon’un etimolojik olarak kökeni; üflemek, şişirmek anlamına gelen Latince ‘flare’ kelimesine dayanıyor. Kelime, bugünkü ekonomik anlamıyla ilk olarak 1890’ların İngiltere’sinde ortaya çıktı.

    Çoğu zaman vücuttaki herhangi bir sağlık probleminin bağışıklıkla ilgili daha köklü bir soruna işaret etmesi gibi, Türkiye’de enflasyon da yapısal sorunlara dayanan bir şişkinlik olarak her daim var olageldi. Ekonomi biliminin gerçekleri gereği hep de var olacak. Önemli olan bu canavarı minimum seviyede tutmak. Tıpkı bundan 20 yıl önce olduğu gibi, iki haneli rakamlarda…

    Devamını Oku

    21. Yüzyıl Savaşlarının Miladı: 11 Eylül

    21. Yüzyıl Savaşlarının Miladı: 11 Eylül
    0

    BEĞENDİM

    Ferhat ÜNLÜ – 11 Eylül 2024

     

    Aslında yazıya dünya için her şeyin kötüye gitmeye başladığı tarih: 11 Eylül ana fikriyle özetleyebileceğim bir başlık da düşünmedim değil. Ne var ki; yaşadığı dönemde büyük bir popülariteye erişmiş ünlü İngiliz romancı Charles Dickens’ın İki Şehrin Hikâyesi adlı romanının girizgâhında dediği gibi “Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık…” diyebileceğimiz bir devirde her şeyin ne zaman kötüye gitmeye başladığı sorusunun da pek çok öznel cevabı vardır.

    Bana kalırsa 11 Eylül 2001 terör saldırıları, 21. Yüzyıl tarzı hibrit savaşların tetikleyicilerinden biridir. Dilerseniz biraz yakından bakalım.

    11 Eylül saldırıları, her şeyden önce küresel kapitalizmin siyasal hegemonyasının 21. Yüzyıl’da, geride bıraktığımız yüzyıldaki gibi olmayacağını göstermiştir. Tarihin en büyük terör saldırısı ABD kapitalizminin şatosunu yerle bir etmiştir.

    Tarihin kırılma anları vardır, 11 Eylül işte o anlardan biriydi. ABD kapitalizminin sembolü olan İkiz Kuleler’e, askeri sembol olan Pentagon’a ve siyasi sembol Washington DC’ye saldırı planlanmıştı. Bu saldırılardan ilk ikisi gerçekleşti. İkiz Kuleler’e saldırılarda 2 bin 977 kişi hayatını kaybetti, 25 bin kişi de çeşitli şekilde yaralandı. Koordineli dört saldırı sonucunda New York’un dünyaca ünlü simgesi ikiz kuleler yıkılırken, Pentagon’un bir bölümü hasar gördü ve bir uçak da şehrin dışında düştü.

     

    EL KAİDE, NASIL BUMERANGA DÖNDÜ?

    CIA ve FBI arasındaki koordinasyon eksikliği ve istihbarat zaafı saldırıların önceden haber alınıp önlenememesine neden oldu. Ama daha derinlemesine bir bakış, işin istihbarat zaafından çok daha öte boyutunu; vaktiyle ABD’nin Ruslara karşı kullandığı El Kaide’nin, zamanla kendisi için bir bumeranga dönüşmüş olmasını gösteriyordu.

    11 Eylül saldırıları olduğunda Pakistan Gizli Servisi ISI’in o zamanki başkanı General Mahmud Ahmed, CIA Başkanı George Tenet’e Taliban Lideri Molla Ömer’in güvenilir biri olduğunu söylüyordu. O sıralar Taliban 11 Eylül saldırılarının sorumlusu Usame bin Ladin’i kontrolündeki topraklarda himaye ediyordu. ABD derin devleti, Pakistan’ın arabuluculuk çabalarına kulak asmadı ve 7 Ekim 2001 tarihinde Afganistan’a girdi. Hatta ondan önce Pakistan’ı “Eğer bizimle işbirliği yapmazsanız sizi Taş Devri geri göndeririz” diye de tehdit etti. Oysa Afganistan topraklarında barınan El Kaide, bir Bumerang gibi ABD’yi vurmadan önce, Sovyet işgali döneminde ABD’nin Ruslara karşı kullandığı bir enstrümandı. Taliban’ın ideolojisi Pakistan tarafından oluşturulduysa, birlikte hareket eden El Kaide’nin finansmanını CIA zoruyla sağlayan da Suud’du. ABD, El Kaide’yi Afrika’daki elçiliklere 1998’de saldırmasından sonra artık düşman bellemişti. El Kaide, 11 Eylül saldırılarını üstlendi. ABD de zaten saldırılardan El Kaide’yi sorumlu tuttu.

     

    SAVAŞI DÜŞMAN COĞRAFYASINA YIĞMAK

    11 Eylül’den sonra ABD, savaşı düşman coğrafyasına yığdı, 23 yıllık bu savaş sürecinde yaklaşık 1 milyon kişi öldü. Mezkûr strateji gereği önleyici saldırı adı altında sözüm ona bir savunma konsepti başlatıldı. Bu süreç 20 yıl boyunca devam etti. Ve ABD Afganistan’dan 2021’de tamamen çekildi. Bu yirmi yıllık savaşta yaklaşık 926 bin kişi öldü. ABD terörle mücadeleye toplam 8 trilyon dolar harcadı.

    11 Eylül’ün hem küresel, hem de ABD ölçeğindeki önemli etkilerinden biri, Yurtseverlik Yasası’nın çıkmasıdır. 11 Eylül’den sonra ABD’de çıkan milliyetçi bir yasa, ABD’nin küresel çaptaki güvenlikçi, baskıcı politikalarına payanda oldu. ABD vatandaşları da dâhil şüphelileri izlemek için kullanılan Patriot Act’i (Yurtseverlik Yasası) belirleyici hale geldi.

    Resmi adıyla ‘Amerikan Yurtseverlik Yasası’, 11 Eylül terör saldırılarından bir ay sonra 2001 Ekim’inde kabul edildi. Yasa, ülkeye yönelik muhtemel terörist saldırıların önlenmesi için, güvenlik kuvvetlerinin yetkilerini genişletiyor, hatta yeni yetkiler tanıyordu. Bu yasa halen yürürlükte.

     

    11 EYLÜL VE KOMPLOLAR

    11 Eylül tarihi değiştiren türden bir terör saldırısı olduğu için ve vaktiyle ABD de El Kaide’yi beslediği için 2001 saldırılarını Amerika Birleşik Devletleri’nin, İsrail’in, hatta Japonya’nın tertiplediği bile söylendi. Gerçi Japonların Pearl Harbor kamikaze saldırısı sicili var, ama 1945’te atom bombasıyla ehlileştirildiler!

    İkiz Kuleleri’nin bir toz bulutu eşliğinde domino taşı gibi düşmesi saldırının uçak çarpmasıyla değil, içeriden patlatmayla gerçekleştirildiği yönünde iddiaların ortaya atılmasına sebep oldu. ABD derin devleti bu işin failiydi bu tezleri ortaya atanlara göre. Ölenler arasında tek bir Yahudi’nin bile olmadığı da söylendi ki, hilafı hakikat. Bu yüzden saldırıda Mossad’ın da parmağı var denildi. Daha da uçup bu saldırıları İkinci Dünya Savaşı’nın intikamını almak isteyen Japon kamikazeler yaptı diyenler bile çıktı. İnsan bu tür durumlarda eğer sağlıklı bilgiye ulaşamazsa komploya sarılır. Zihin böyledir, eğer olayları yeterince bilgiyle mantıklı bir şekilde açıklayamazsa hemen komploya sarılır.

    Toparlarsak… 11 Eylül, son 23 yılda küresel çapta pek çok olumsuz gelişmenin miladı olmuştur. Boşuna değil, 11 Eylül 2001 saldırıları konusunda dünya için her şeyin en kötüye gitmeye başladığı tarih dememiz.

     

    DEVLETLER DEĞİL, KÜRESEL SERMAYE KÂRLI ÇIKTI

    Çünkü o tarihten bu yana dünyada bir kontrollü kaos süreci başladı. Küresel anlamda İslamofobi ve genel olarak yabancı düşmanlığı arttı. Medeniyetler Çatışması ve Tarihin Sonu gibi tezler bu olay nedeniyle ortaya atılmaya başlandı. Yeni nesil Amerikan milliyetçileri olan yeni-muhazafakârlar bu dönemden sonra etkinliğini artırmaya başladı. Evanjelistler 11 Eylül’den sonra güçlenmeye başladı.

    Saldırılar sayesinde ABD Yurtseverlik Yasası gibi devleti güçlendiren yasalar çıkarmış olsa da sonuçları itibarıyla 11 Eylül’den kârlı çıkan, ulus devletler değil, küresel sermaye olmuştur. Zira 11 Eylül, büyük Amerikan imparatorluğunun gerileme döneminin de başlangıcıdır. Bu gerileme, 2015’lerden sonra ve 2020-2022 pandemisiyle birlikte çöküşe dönüşmüştür. 11 Eylül, 21. Yüzyıl savaşlarının miladıdır ve dünyada en çok ABD için her şeyin kötüye gitmeye başladığı dönemin başlangıcıdır.

    Devamını Oku

    Kapitalizm, ‘Evrensel Temel Gelir’e Karşı…

    Kapitalizm, ‘Evrensel Temel Gelir’e Karşı…
    0

    BEĞENDİM

    Ferhat ÜNLÜ – 06 Eylül 2024

     

    İktisadın temel ayrımlarından biri sermaye ve emek merkezli bakış ayrımıdır. Kapitalist iktisat, doğası gereği sermaye merkezli bakar, ‘ihtiyaçların sınırsız, kaynakların ise kıt olduğu’ dünyada her daim gücüne güç katar ve paranın gücü ile gizli bir politik hegemonya da sağlamaya çalışır.

    Yani şunu demeye getiriyorum: Her parayı bulan değil, ama burjuvazi davranışları gösteren zenginlerin siyasetten uzak duracağını, tercihen gizliden; bazen de açıktan politikayı etkilemeye çalışmayacağını düşünmek safdillik olur.

    Tarihten nevi şahsına münhasır sağlam bir örnek var: Burjuvazi, 1789’daki Fransız Devrimi’nden bu yana sermaye merkezli bir dünya kurmuş ve 19.ve 20. Yüzyıl bu perspektifle şekillenmiştir. Burjuvazi, yalnızca ekonomik değil, politik olarak da güç sahibidir.

    Ne var ki hangi politikayı yürütürseniz, sınıfınızın elverdiği tür kompradorluğu sergilerseniz sergileyin, küresel burjuvazinin gelir dağılımındaki bu adaletsizlik ile insanlık üzerinde hegemonya sağlayamaz. Silah kullanmadıkça tabii… Silah da neyse ki henüz küresel sermayede değil, ulus devletlerde.

     

    PANDEMİDEN SONRA POPÜLERLEŞTİ

    Emek merkezli baktığınızda Evrensel Temel Gelir ya da alaturka deyişle Küresel Asgari Ücreti şöyle tanımlamak mümkün:

    “Ulus devletlerin tüm vatandaşlarına herhangi bir şart gözetmeksizin yaşamlarını idame edebilmeleri için verdiği ve evrensel değer koşullarına uygun biçimde belirlenmiş ücret.”

    İmdi… Bu meseleye kafa takan şahsiyet, Dünya Temel Gelir Ağı’nın kurucusu olan İngiliz iktisatçı Prof. Dr. Guy Standing. Ama Kovid-19 pandemisine kadar bu kavramın pek esamesi okunmuyordu. Pandemiden sonra bazı ülkelerde popülerleşti. Dolayısıyla bir anlamda artık sermayenin bile emek merkezli bakmasa bile emeği göz önüne alması gereken bir döneme eriştik.

    Evrensel Temel Değer fikrini destekleyenler bununla sadece fakirliğin ve işsizliğin önüne geçilemeyeceğini, aynı zamanda girişimciliği de arttıracağını savunuyor.

    İsviçre 2016 yılında ‘Evrensel Temel Gelir’ referandumuna gitti; halk oylaması neticesinde ‘Hayır’ cevabı çıktı. Demek ki herkes kendini düşünüyor. Ardından Kanada, Finlandiya, Hollanda ve Hindistan’da da (İşte orada zor!) pilot uygulamalar yapıldı. Son olarak İspanya bu sisteme geçeceğini duyurdu. Almanya da pandemiden sonra pilot uygulama yaptı. Almanya’da ‘Evrensel Temel Gelir’ deneyi, 120 kişiye üç yıl boyunca karşılıksız 1200 euro verilmesi esasına dayanıyordu.

    Atlantik ötesine bakarsak… Tam olarak olmasa da Amerika Birleşik Devletleri’nin her ihtiyaç sahibi vatandaşına verdiği 1000 dolarlık ödeme ‘Evrensel Temel Gelir’in uygulamaya geçişi olarak yorumlandı.

     

    ‘BİRİ YER BİRİ BAKAR, KIYAMET ONDAN KOPAR’

    Avrupa ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri, kendi ulus devletlerinin bekası için bu tür hamleler yapıyorlar. Esasında dünya; değil yaklaşık 8 milyarı, 18 milyarı bile besleyebilir. Ama gelir dağılımı adaletli olmadığı için fakir çoğunluklar, zenginler açısından da küresel anlamda bir ‘güvenlik riski’ oluşturuyorlar. Yani Evrensel Temel Gelir formülünün ilk adımlarının uygulanmasının sebebi uzun vadede ‘Biri yer biri bakar, kıyamet ondan kopar’ misali distopyaya gidebilecek olma ihtimalimiz. Aslında Kapitalizm, başlıktaki gibi aslında Evrensel Temel Gelir’e karşı ama güvenlik sorunları ortaya çıkmasın diye bir parça tavize de hazır.

    Evrensel Temel Gelir’in uygulanması elbette kolay değil. Öyle ki belki pek çok ülkede hayata geçmesi için referandum gerekir. Bizde henüz yeterince tartışılmıyor. Ama yakın gelecekte daha sık konuşulur hale gelecek. Biz ülke olarak referanduma alışkınız, ama bu ekonomik krizde zengin ve orta üstü gelirlinin dar gelirliye referandumsuz da Evrensel Temel Gelir vizesi vermesi gerekir. Tabii bunun için önce devletin bu konuda karar alması gerekir, kemer sıkma politikası varken imkânsız. Ama gelecekte gündeme gelebilir. Aynı şey bütün ulus devletler için geçerli. Çünkü sadece sermaye merkezli bir dünyanın sürdürülebilirliği kalmadı.

    Devamını Oku

    Bir Avuç Dolar İçin / Volume 2

    Bir Avuç Dolar İçin / Volume 2
    0

    BEĞENDİM

    Ferhat ÜNLÜ – 04 Eylül 2024

     

    “Bu son operasyon; MİT’in son üç yıldaki üçüncü Mossad operasyonu. 2022 yılının Aralık ayında yapılan Neoplaz operasyonunda 68 kişi yakalanmıştı. 2023 Nisan ayında yapılan Nekpet operasyonunda ise İsrailli ajanlar ile yurtdışında düzenli şekilde buluşan ve İsrail istihbaratının verdiği görevleri yerine getiren 16 kişilik bir şebeke çökertildi. 2021’de de 15 kişilik casus hücresinin çökertildiği hesaba katıldığında toplam üç operasyonluk bir süreç çıkıyor ortaya.

    İsrail gizli servisi, bu operasyonların hepsinde doları motif olarak kullanıyor. Ama her seferinde de baltayı taşa vuruyor. Hakikaten Sergio Leone’nin Dolar Üçlemesi serisi gibi… Bir Avuç Dolar bitti, Birkaç Dolar İçin bitti, aslında üçüncü operasyon da tamamlandı. Ama önümüzdeki dönemde İyi Kötü ve Çirkin filminin muadili yeni bir operasyon gelebilir. Operasyonların sayısı üç ama Mossad, aynı yoldan yürümeye devam ederse asıl filmin, İyi, Kötü ve Çirkin’in dördüncü niyetine tekrar çekilmesi işten bile değil.”

    Bu satırlar 4 Ocak 2024’te bu köşede yayınlanan Bir avuç dolar için başlıklı yazıdan. 10 Aralık 2023 tarihinden itibaren yazdığım İsrail’in yeni suikast şebekesi: NİLİ başlıklı yazılarda da Netanyahu hükümetinin Mossad, Şin Bet ve AMAN (askeri istihbarat birimi) personelinden müteşekkil NİLİ adlı bir suikast timi kurduğunu duyurmuştum.

    İsrail’in, daha spesifik bir deyişle Netanyahu hükümetinin askeri ve istihbari anlamda bu derece pervasız bir stratejiye yönelmesi, tarihte örneğine nadir rastlanacak bir meydan okuma örneği. Hele de İsrail’in 20. Yüzyıl’ın ikinci yarısı boyunca askeri ve istihbari olarak Türkiye’ye en yakın ülke olduğu gerçeğini göz önüne alırsak…

     

    MOSSAD, MEH’E İSTİHBARAT EĞİTİMİ VERDİ

    Mossad, 1958 yılından itibaren Milli İstihbarat Teşkilatı’nın atası MEH’e (Milli Emniyet Hizmeti Riyâseti) istihbarat eğitimi verdi. Bu eğitim süreciyle başlayan bir tür istihbari bağımlılık ilişkisi; 1990’lı yılların sonu değil, 2000’lerin başı bile değil, ancak 2010’dan sonra sona erdirilebildi.

    Mossad çok değil, bundan iki yıl önce ülkemizde Filistin ve Suriye uyruklu bazı kişileri parayla devşirip Türkiye’de istihbarat toplamaya çalışıyordu. Bunun sebebi 1990 ve 2000’li yılların başında sonuna kadar kullanabildikleri istihbari işbirliği ayrıcalığını kaybetmiş olmalarıdır.

    Peki, bu işbirliği ne zaman, nasıl başlamıştı? İşte bu sorunun cevabını İsrail istihbaratı üzerine yazılmış kitapların en kapsamlılardan biri, hatta en kapsamlısı olan Ian Black ve Benny Morris imzalı İsrail’in Gizli Savaşları adlı kitaptan öğrendiğimize göre Eylül 1957’den itibaren Mossad ve MİT’in atası MEH arasında bir anlaşma yapıldı. İsrail, MİT’te karşı-istihbarat konularında eğitim ve danışmanlık hizmeti verecekti. O yıllarda başlayan ilişki 1990’ların sonunda zirvelere ulaştı.

    Bugün, takriben 15 yıldır İsrail ile başka bir ilişki biçimi içindeyiz. İsrail, ülkemizde doğrudan faaliyet yürütemiyor. Ancak paranın gücünü kullanarak değişik ülke vatandaşlarından eleman devşiriyor ve Türkiye’deki muhaliflerini avlamaya çalışıyor. Klasik NİLİ taktikleri…

    Bu konuda hakkında yazarken veya konuşurken Milli İstihbarat Teşkilatı’nın NİLİ hücreleriyle ilgili operasyonlarının devamının geleceğini özellikle belirtiyorum.

     

    BALKANLARDA MOSSAD FONLARI

    Son operasyonda İsrail gizli servisinin para ağını sağlayan Kosova vatandaşı Liridon Rexhepi tutuklandı. Milli İstihbarat Teşkilatı, bu şahsın Mossad’ın Türkiye’deki para ağını yöneten kişi olduğunu tespit etti. Rexhepi, İsrail gizli servisinin talimatı ile drone çekimi yapan, Filistinli siyasiler aleyhinde psikolojik harekât faaliyeti yürüten, Suriye sahasına yönelik bilgi derleyen Türkiye’deki saha elemanlarına para aktaran bir Mossad elemanı konumundaydı.

    Şahıs, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın çalışmaları sonucunda mali hesaplarındaki hareketlilik üzerine deşifre edildi. Rexhepi’nin Türkiye’deki saha elemanlarına Western Union üzerinden çok sayıda para transferi gerçekleştirdiği belirlendi. Liridon Rexpepi, 25 Ağustos 2024’te Türkiye’ye giriş yaptığı andan itibaren adım adım izlenmeye başlandı, faaliyetleri kayıt altına alındı ve şahıs 30 Ağustos’ta İstanbul Emniyeti TEM Şube Müdürlüğü tarafından gözaltına alındı. Emniyetteki ifadesinde para transferlerini yaptığını kabul eden Liridon Rexhepi, çıkarıldığı mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildi.

    Bu operasyon, Mossad’ın Türkiye’deki saha elamanlarına para aktarımını başta Kosova olmak üzere Doğu Avrupa ülkelerinden sağladığını gösteriyor. Türkiye’deki saha elemanlarının, Mossad’dan aldıkları paraları Suriye sahasında kullandıkları ortaya çıktı. Yapılan para takibi sonucunda Türkiye’deki saha elemanlarının, Kosova üzerinden gelen paraları Western Union ile Suriye’deki alt kaynaklarına aktardığı belirlendi.

    Bir cümleyle toparlayayım yazıyı: Bu dördüncü dalga operasyon da Türkiye’nin, Netanyahu yönetiminin espiyonaj ve suikast stratejilerine izin vermeyeceğinin göstergesi; ama ne ilk ne de son olacak.

    Devamını Oku

    ‘Medikal Kapitalizm’in Yeni Silahları

    ‘Medikal Kapitalizm’in Yeni Silahları
    0

    BEĞENDİM

    Ferhat ÜNLÜ – 31 Ağustos 2024

    Bilim; insanlığın mevcut, verili ve hatta müstakbel sorunlarını çözmek için daima ‘güç’ talep eder. Toplumsal düzen, intizam; bilimin birinci derecede önemsediği, dert ettiği meseleler değildir. Bu tür konular daha ziyade dinlerin ve ahlakın alanına girer.

    Bilimde bilhassa son yıllarda yaşanan tüm gelişmelerin medikal alanla ve ekonomiyle çoğu zaman doğrudan, kimi zaman da dolaylı ilişkisi bulunuyor. Eğer sağlık söz konusu ise -hayatta hele de ikinci yarıdan sonra daha önemli bir şey var mı- bilimin bütün imkânlarını sorgusuz sualsiz kullanmak, uygulamak vaciptir! Misal hastasınız, tedavi için antibiyotik benim bünyeme zarar veriyor deyip ilaç almamazlık ederseniz bunun bedelini öderseniz!

    Ne var ki 2019’un o meşum Kasım ayında başlayıp 2020 başında platosuna doğru yol almaya başlayan Kovid 19 pandemisinden sonra işlerin o kadar basit olmadığı ortaya çıktı. Küresel sermaye -buna elbette medikal kapitalizmin ağaları da dâhil-devletleri de bir biçimde ‘ihtiyaç duyduğunuz şey aşı; buna hiçbir itirazda bulunmayın’ ana fikrine ikna etti. Hep beraber doz doz aşılandık. Şimdi doğru mu yaptık, hata mı yaptık diye halen tartışıyoruz. Kimse sağlık için bu konuda tam olarak neyin iyi olduğundan emin değil. 2022 senesinin sonunda biten, yani toplamda iki küsur sene süren pandeminin sonundan beri bunu düşünüyoruz. Ani ölümler arttıkça bu, daha çok sorgulanır hale geldi.

    Aşı deyince -Kovid aşısı- akla ilk geleni elbette Biontech’tir. İskenderunlu Uğur Şahin ve Trabzonlu Özlem Türeci’nin ürettiği Korona aşısı… Çift, şimdi dünyada yeniden popüler. Bu kez, pandemi öncesinde de üzerinde çalıştıkları kanser aşısıyla gündemdeler.

     

    İSMİ DAHA TUMTURAKLI OLABİLİRDİ!

    Kanser aşısının adı BNT116. Bu isimdeki dünyanın ilk akciğer kanseri aşısı, Türkiye de dâhil 7 ülkede denenmeye başlandı. Pek akılda kalıcı bir isim değil yalnız, şöyle daha tumturaklı isim bulabilirlerdi. Nihayetinde biraz kinayeli konuşacağım: Bir piyasaya giriyorsunuz kardaşım!

    Böyle sarkastik konuştuğuma bakmayın. Sağlık elbette dalgaya alınacak bir şey değil. Aşılar da öyle…  Hiçbir zaman kategorik aşı karşıtlarından biri olmadım. Teknolojinin tıpta kullanımına asla karşı gelinemez. Misal antibiyotik olmasaydı çok değil, geçtiğimiz yüzyılda pek çok insanı öldüren hastalıklar tedavi edilmeyebilirdi, aşı konusunda da aynı şey söylenebilir.

    Amma velâkin Kovid-19 pandemisi sürecinde aşı, öyle bir metazori ve telaşla yapıldı ki, sağlık bilimine, genel olarak bilime değilse bile medikal kapitalistlere inancımız kalmadı. O dönemde halk deyimiyle harala hürele ile herkese aşı yaptırdılar. İstisnalar hariç… Dolayısıyla bir sonraki pandemide -inşallah şimdi yaşayan nesiller varken gelmez- o zaman herkes bu kadar kolay aşı olmaz.

     

    İmdi… Biz kanser aşısına dönelim. Allah, kanserle muhatap olan kullarına sabır ve şifa versin. Bu aşı, eğer hakikaten işe yararsa, ki ölüm riskini bile yüzde 41 azalttığı söyleniyor; kimsenin buna diyecek bir şeyi olamaz. Kanserli insan, iyileşmek için doğal olarak ne gerekiyorsa yapacaktır. Kendisini ve ailesini çileden kurtarmanın yollarına bakacaktır.

    Dolayısıyla metazori ile yapılan Kovid aşısı ile bunu da bir tutmamak gerekiyor. Kanser aşısıyla ilgili ilk deneyler; İngiltere, Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Almanya, Macaristan, Polonya, İspanya ve Türkiye’de yapılıyor. 130 hasta üzerinde. BioNTech’in aşısının sonuçları kamuoyuna yansıyacak elbette.

    Demek ki aşı, bu tür spesifik durumlarda yalnızca sağlık için değil, devletlerin ve sermayenin birbiriyle rekabeti açısından da önemli. Aşı; artık füze, medikal sanayii de savunma sanayii kadar ehemmiyet arz ediyor. Biyolojik savaşların maliyet ve mücadele yöntemi olarak benimsenmesi durumunda medikal sanayii daha da önemli hale gelecek. Yani savunma sanayiinde misal hava savunma sistemi hangi işlevi görüyorsa aşılar da medikal savaşlar da o kadar önemli hale gelecek.

     

    KELİMELERLE OYNAYABİLİRSİNİZ

    AMA RAKAMLARLA OYNANMAZ

    Aşılarla ilgili efsane ve gerçeklerin sürüsüne bereket. Bilimdir deyip sorgulamadan kabullenmeyelim elbette, ama kimi ilaçların mucizevi iyileştirici etkisini de inkâr etmeyelim. Bunun benim açımdan şöyle bir güncel emsali de var:

    Ben 21 Temmuz 2024 tarihi itibarıyla sigarayı hayatımda ikinci kere bıraktım. İlk bırakmam bundan 20 yıl önceydi, 10 sene hiç sigara içmedim. 2014-2024 arası 10 sene yine içtim. Sigara ve alerji ile bağlantılı en az 12 aydır çektiğim bir öksürük illeti vardı, sigarayı bırakarak ve doktorun verdiği alerji ilacı sayesinde

    bu dertten kurtuldum. Artık eskisi kadar öksürmüyorum. Şimdi ben bu durumda nasıl diyeyim, tillahı gelse ilaç almam, aşı yaptırmam diye!

    Belki, umarım, muhtemelen kanser hastaları için üretilen aşı da öyledir. Dolayısıyla özellikle sağlık ve ekonomide bilime direnilmez. Kelimelerle oynayabilirsiniz ama rakamlarla oynamazsınız. Sorgulayarak araştırarak yaklaşalım, ama bize iyi gelene de karşı çıkmayalım elbette.

    Her ikisi de (sağlık ve ekonomi) özünde rakamsal bilimlerdir. Ve artık sıklıkla bir araya da geliyorlar ve böyle durumlarda medikal kapitalizm dediğimiz olgu gücünün zirvesine erişiyor.

    Devamını Oku