WOTTV E-DERGİ
DOLAR 34,0306 -0.1%
EURO 37,9583 -0.06%
ALTIN 2.801,70-0,03
BITCOIN 21200983,78%
Celalettin Yavuz

Celalettin Yavuz

18 Eylül 2024 Çarşamba

    Türk Kimliği Üzerine-35: Selçuklular-IV

    Türk Kimliği Üzerine-35: Selçuklular-IV
    0

    BEĞENDİM

    Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 18 Eylül 2024

     

    Önceki bölümde Büyük Selçuklu Devletinin kuruluşu ve Anadolu’ya ilk seferler ele alındı. Bugün ise Tuğrul Bey ve Sultan Alparslan dönemleri ile Malazgirt Savaşı’na gidiş özetlendi.

    Devletin kurucusu ve ilk hükümdarı “Tuğrul Bey” sultan ilan edildi, Merv başkent yapıldı, Nizamülmülk’ü vezirliğe getirildi.  1054 başlarında Van Gölü’nün kuzeyini, Muradiye ve Erciş’i fetheden Tuğrul Bey, Bizans’ın elindeki Anadolu’ya giren ilk Türk hükümdarıydı. 1057-1061 döneminde Türkmenler kuzeyde Çoruh ve Kelkit, batıda Malatya’ya kadar ilerlediler.

    Tuğrul Bey, 1055’te muhteşem ordusu ve halifenin kendisi için hazırladığı bir karşılama töreni eşliğinde Bağdat’a girdi. Ancak Selçuklu askerleri şehirde saldırıya uğramış, bu sebeple Şii mahalleleri basılmıştı. Tuğrul Bey halifeye adam gönderip Büveyhîlerden şikâyet ederek “sana hürmetim olmasa idi bütün Bağdat’ı kılıçtan geçirir ve yıkardım” ifadesini kullanmıştı. Halife Kaim bin-Emrullah’tan “doğunun ve batının sultanı“ unvanını bizzat alarak, Selçukluların İslâm dünyasının koruyucu liderliğini üstlendiğini kabul ettirdi.

    Bu devletin ihtişamına rağmen hanedan çatışmaları bitmiyordu. 1058’de üvey kardeşi İbrahim Yınal, Tuğrul Bey’i sığındığı Hemedan kalesinde kuşattı. Veziri Amidü’l-mülk Kündurî ve eşi Altun-can Hatun askerlerin başına geçip Rey’e doğru yola çıkarken, doğudan da Çağrı Bey’in oğulları Kavurd Bey, Yakuti ve Alp Arslan yardıma yetişmişlerdi. Yınal, bizzat Tuğrul Bey tarafından yayının kirişiyle boğularak katledildi.

    1063’te de altı ay süren bir hastalığın ardından ölen Tuğrul Bey, alim ve din adamlarına sevgi ve saygılı, halkına karşı da oldukça cömertti. Adaleti, şefkati, ihtiyatı, sabrı, tahammülü ve ketum oluşu pek çok kaynakta yer almaktadır.

    Sultan Alparslan Dönemi: Alp Arslan, daha küçük yaşlardan itibaren, Gazneliler gibi çok güçlü bir devleti dize getirmiş olan babası Çağrı Bey’in kanatları arasında uçmayı öğrenmiş, çocuk denecek yaşta komutan olacak derecede savaşçı olmuştu. Tuğrul Bey’in ölümü üzerine üvey oğlu Süleyman, tahta geçirilince, Selçuklu ümerası arasında anlaşmazlık çıktı. Komutanlardan Yağısıyan ile Hâcib Erdem Alp Arslan adına hutbe okutmak suretiyle Alp Arslan’ı Büyük Selçuklu sultanı tanıdıklarını ilan ettiler.  Kirman Meliki Kavurd da İsfahan dönüşünde Alp Arslan adına hutbe okutunca Alp Arslan’ın sultanlığı Halife tarafından da Nisan 1064’te törenle onaylandı.

    Alp Arslan 1064’te “Rum Gazası” adlı batı seferine çıktı. Anadolu’nun doğusundaki yaylalara Türkmen boyları yerleştirildi. Seferde oğlu Melikşah ve Nizamülmülk’ün emrindeki kuvvetler Aras’ın kuzeyindeki kaleleri ele geçirirken Alp Arslan da Gürcistan’a girdi.  Ardından Ahılkelek kalesi ile Ani ele geçirildi.1065’te Harezm’e hareket ederek asayişi sağladı. Hazar Denizi’nden Taşkent’e kadar uzanan bölgeleri Selçuklu hakimiyeti altına aldı.1064’te isyan eden ve bastırılan ağabeyi Kavurd, 1067’de tekrar isyan etti. Ancak bastırıldı ve gene affedildi. Aynı yıl başkaldıran Tiflis ve Gence dahil Kafkasya prenslikleri hakimiyet altına alındı.

    Aynı dönemde Bizans’ta ölen imparatorun yerine imparatoriçe ile evlenen Komutan Romen Diojen imparator olmuş, Afşin Bey komutasındaki akıncılar Marmara sahillerine kadar ilerlemişlerdi. Diojen, Mart 1071’de Selçuklu üzerine yürürken, Alp Arslan da Suriye ve Mısır’daki Fatimilerle uğraşıyordu. Abbasi Halifesi tarafından Sunni, Fatimiler tarafından Şii halife adına hutbe okutuluyordu. Sultan, İslam dünyasındaki bu ikiliğe son vermek istiyordu.

    Bizans ordusunun hareketinden haberdar olan Alparslan gençlerden kurulu 50 bin kişilik kuvvetiyle bölgeye intikal eden Diojen’in hareket yeteneği kısıtlı 200 bin kişi civarında, çeşitli milletler ve paralı askerlerden oluşan ordusu üzerine yürüdü. 26 Ağustos 1071’de Malazgirt’te karşılaştıklarında Türk savaş taktiğini (Hilal/Turan taktiği) uygulayan Alparslan galip gelirken Diojen’e esir değil, misafir İmparator muamelesi yaptı. Bir anlaşma yapılsa da Bizans’ta yenilginin sorumlusu olarak görülen Diojen katledilince bu anlaşma geçersiz kaldı.

    Not: Yazı dizisi “Türk Kimliği Üzerine-36” ile devam edecektir.

    Devamını Oku

    Yılan Hikayesine Dönen Zengezur Koridoru’nda İran Çıkmazı

    Yılan Hikayesine Dönen Zengezur Koridoru’nda İran Çıkmazı
    0

    BEĞENDİM

    Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 16 Eylül 2024

     

    Azerbaycan’ın İkinci Karabağ Savaşı ve takip eden gelişmelerle topraklarını geri alması üzerine gözler Azerbaycan-Nahçıvan arasında planlanan Zengezur Koridoru’na dikildi. İran bu koridorla ilgili direncini son günlerde bir kez daha ortaya koyunca bu konu ele alındı.

    Rusya’nın, Azerbaycan’la Türkiye arasındaki coğrafi bağlantıyı kesmek maksadıyla güttüğü siyasi oyun sonucu Ermenilere verdiği Azerbaycan toprağı Zengezur, Azerbaycan ile Nahçıvan arasında İran sınırına kadar uzanmaktadır. Güneyinde, İran sınırı boyunca Azerbaycan’ı Nahçıvan’a bağlaması planlanan ulaştırma hattına da “Zengezur Koridoru” adı verilmiştir.

    Koridorun adı ortaya atıldığı andan itibaren hoşnutsuzluğunu her fırsatta ortaya koyan İran, daha önceleri Azerbaycan-Ermenistan sorunlarında olduğu gibi, İkinci Karabağ Savaşı sırasında da “Şeytan” dediği ABD gibi Ermenistan’dan yana tavır sergilemişti. Üstelik ülkede 25-30 milyon civarında Güney Azerbaycan Türk’ü olmasına rağmen…

    İran, Güney Azerbaycan Türkleri ile birleşerek bölgesel güç haline gelebilecek Azerbaycan paranoyasına sahiptir. Oysa yeni seçilen ve “Türk” kimliğini gizlemeyen İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan, Türk olmasına rağmen böyle bir harekete izin verebilir mi? Tabii ki veremez. Çünkü her şeyden önce İran Cumhurbaşkanı olma kimliği öne çıkar. Zira sadece İran Türklerinin değil, tüm İranlıların cumhurbaşkanıdır. Keza İran Türkleri de ayrılmak yerine “İran zaten bizimdir!” diyerek ülkenin geleceği için çabalamaktadırlar. Tabii Şiilik de cabası…

    Rusya Devlet Başkanı Putin’in Ağustos 2024’te Baku ziyareti ve ardından Rus Dışişleri Bakanı Lavrov ile bakanlık sözcüsünün Zengezur Koridoru’yla ilgili açıklamaları İran’da çok sert tepki gördü. Hem Rusya’nın Tahran Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığına çağrılarak, hem de İran’ın Moskova Büyükelçisi tarafından “İran’ın Güney Kafkasya bölgesinin sınırlarında herhangi bir coğrafi değişikliğin kırmızı çizgi olduğu” mesajı ile İran’ın hassasiyeti Rusya’ya iletildi.

    Rusya’nın Şubat 2022’den beri sürdürülen Ukrayna savaşı sebebiyle Kafkasya’da Türkiye’nin gölgesinde kaldığını ileri süren İran, Rus tarafına “eski bir NATO müttefikinin Batı yaptırımlarını aşmak için güvenilemeyeceğini ve Türklerin yakında yollarını Moskova’dan ayıracaklarını açıkça belirtmek gerekir. Eğer durum buysa, Rusya bir oldubitti ile karşı karşıya kalacak ve planın ilerlemesini engellemek için maliyetli askeri yöntemler kullanmak zorunda kalabilir!” şeklinde, biraz da kışkırtıcı bir  tavsiyede de bulundu.

    İran medyası da “NATO’nun Turani Koridoru”nun oluşumuna karşı çıkan İran’ın defalarca askeri tatbikat düzenleyerek Azerbaycan’a mesaj gönderdiğini, “İran ve Ermenistan arasındaki sınırda bir değişiklik olursa, Tahran ulusal çıkarlarını tüm gücüyle savunacaktır!” şeklinde tavır takınmakta, İsrail-İran gerilimin tırmandığı son dönemde bölgesel/bölge dışı aktörlerin bölgedeki uluslararası sınırları değiştirme çabalarına dikkat çekerek koridora karşı çıkmaktadır.

    İran’ın Zengezur Koridoru’na Karşı Çıkma Gerekçeleri

    Azerbaycan ile Nahçıvan coğrafyası arasındaki ilişkideki rolünü kaybedeceği kaygısı içerisindeki İran, koridor sebebiyle Türkiye ile Orta Asya arasındaki rolü kaybedeceği endişesi içerisindedir. Ermenistan ile İran-Ermenistan sınırı İran’ın Avrasya Ekonomik Birliği’ne (EAEU) entegrasyon noktasındadır. İran, bu koridorla avantajını kaybedeceği gibi, koridorun İran’ın Doğu ile Batı arasındaki ulaşımdaki önemli rolünü daha da azaltacağı endişesi içindedir.

    İran medyasına göre İran Dini Lideri Hamaney, Putin ve Erdoğan’a “Zengezur Koridoru’nun Ermenistan tarafından kontrol edilmesini, uluslararası sınırlarda hiçbir değişiklik yapılmamasını, herhangi bir koridor oluşumunda Tahran’ın çıkarlarının dikkate alınmasını, Koridor inşası bahanesiyle ABD/NATO ve Siyonist rejimin (İsrail) kuzey sınırlarına girmesinin kırmızı çizgi” olduğunu söylemiş.

    Sonuç itibariyle Ermenistan, ABD ve Fransa desteğinde Azerbaycan’la imzalanan antlaşmalara uymamakta ısrar ederken, İran da “Türk Koridoru” adını verdiğimiz bu projeye taş koymaktadır. Oysa koridorun İran’ı memnun edecek kadar güneyden geçeceği bile söylenmişti.

    Devamını Oku

    Türk Kimliği Üzerine-34: Selçuklular-III

    Türk Kimliği Üzerine-34: Selçuklular-III
    0

    BEĞENDİM

    Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 14 Eylül 2024

     

    Önceki bölümde Tuğrul ve Çağrı Beylerin zorlu mücadeleleri özetlendi. Bugün de Dandanakan Savaşı, Büyük Selçuklu Devletinin kuruluşu ve Anadolu’ya ilk seferler ele alındı.

    Siyasi ağırlığın artmasıyla birlikte Horasan’da dağınık haldeki Türkmenler kitleler halinde Selçuklulara katılmaya başladılar. Hatta Ferâh, Cuzcân ve Serahs’a akınlarla yağmalara başladılar. Uzlaşma arayışları sonuç vermeyince Gazne Sultanı Mesud, Türkmen akınlarına son vermek için Nisan 1038’de yeni bir savaş kararı aldı. Durumu öğrenen Selçuklular, kurultayı toplayarak sonuçta Çağrı Bey’in taktik teklifi ile Gazne ordusuna karşı savaşma kararı alındı.

    Ailelerini ve ağırlıklarını çöle sevk ederek onları koruma altına alan Selçukluların kendileri de savaş hazırlıklarına başladılar. Selçuklu ordusunun tamamı atlı birliklerden oluşan çok süratli hareket kabiliyetine sahip askerlerden oluşmaktaydı. Gazne ordusunu çöle çeken Çağrı Bey, yorgun ve yıpranan bu orduyu Mayıs 1038’de Serahs önlerinde sabahtan akşama kadar süren bir savaşta ağır bir yenilgiye uğrattı. Böylece bölgede yenilmez olduklarını ispatlayan Selçuklular kendi devletlerini kurma kararı aldılar. Tuğrul Bey hükümdar seçildi.

    Tuğrul Bey’in Nişabur’a gönderdiği üvey kardeşi İbrahim Yınal, Sultan Mesud adına okutulan hutbeyi değiştirerek Tuğrul Bey adına “Es-Sultan’ül-Mu’azzam” (Büyük Sultan) unvanı ile okuttu. Bu, bağımsızlık için çok önemli bir adımdı. Tuğrul Bey Nişâbur’a girince, Gazneli Mesud’un tahtına oturdu ve şehir halkına, son derece âdil davranacağına dair, tıpkı daha önce öncü kuvvetleri kumandanı İbrahim Yınal gibi, teminat verdi.

    Böylece, Selçuk Bey ile başlayan, oğlu Arslan Yabgu ve özellikle Tuğrul ve Çağrı Beyler ile devam eden yüzyıllık mücadele, zaferle sonuçlanarak “Büyük Selçuklu Devleti” adı verilen Türk devletinin kuruluşu tamamlanmıştı.Selçuk Devleti’nin kuruluşunda Tuğrul Bey sultan, Çağrı Bey ise melik ve ordu kumandanı (sü-başı) görevini üstlendi. S

    Sultan Mesud, ciddî bir tehlike haline gelen Selçuklulara karşı büyük bir sefer düzenleyerek Türkmen sorununu tamamen ortadan kaldırmak maksadıyla kendi komutasındaki 60 muharebe fili, 70.000 süvari ve 30.000 piyadelik ordusu ile yürüdü.Mayıs 1039’da bazı zaferler de kazanmıştı. Ancak önlerinden çekilen Selçuklu atlıları, havalar ısındıkça çöl ortamında Gaznelilere baskınlarla kayıplar verdiriyorlardı. Geçici anlaşma üzerine Mesud, Herat’a çekildi, Tuğrul ve Çağrı Beyler de Nesa’ya çekildiler. Ancak Gazneliler sefere devam ettiler.

    Çağrı Bey’in yıpratma stratejisi doğrultusunda yiyecek kaynakları imha edilip su kaynakları kurutulunca Dandanakan bölgesine ulaşan Gazne ordusunda savaşacak hal kalmamıştı. Mayıs 1040 ortalarında üç gün devam eden bir muharebeye sonucunda düzeni bozulan, susuz kalan ve yorgun düşen Gazne ordusu bozguna uğradı. Canını zor kurtaran Sultan Mesud mağlubiyetin sorumlusu sayılarak kendi adamları tarafından öldürüldü. Dandanakan Savaşı, Selçukluların kurdukları devleti ve bağımsızlıklarını pekiştirmeleri açısından büyük önem arz etmektedir.

    Bu zaferle bölgedeki en büyük güç haline gelerek en önemli engel olan Gaznelileri ortadan kaldırarak gelişmeye başladılar. Toplanan kurultayda Tuğrul Bey, Çağrı Bey’e ok kırma olayını gösterdi. Birlik ve bütünlüğün anlamını açıkladı. İlk karara göre, Bağdat Abbasî halifesi Kâim Bi-Emrillâh ile münasebete girişilmesi için ona bir mektup yazıldı.

    Fethedilmiş/fethedilecek ülkelerin Selçuklu ailesi arasında paylaştırılması kararı alındı. Tuğrul Bey zamanında kontrol edilemez hale gelen Türkmen kitleleri Anadolu’ya yönlendirilerek Anadolu’nun Türkleşmesinin önü açıldı. Tuğrul Bey’in yeğeni Hasan’ın, Anadolu’ya akını sırasında Bizans tarafından pusuya düşürülüp katledilince İbrahim Yınalve Kutalmış Anadolu seferine gönderildi. Ermeni ve Gürcülerle takviyeli Bizans ordusunu 1048’de Hasankale önlerindeki Pasinler Muharebesi’nde yenerek Bizans Komutanı Liparit’i de esir aldılar. Liparit, İstanbul’daki yıkık bir caminin onarımı ve Tuğrul Bey adına burada hutbe okunması şartıyla serbest bırakıldı. Anadolu, Türkmenlerin iskanı için çok daha müsait hale gelmişti.

    Not: Yazı dizisi “Türk Kimliği Üzerine-35” ile devam edecektir.

    Devamını Oku

    11 Eylül 2001 ABD’nin Değil İslam Ülkelerinin Kabusu Oldu

    11 Eylül 2001 ABD’nin Değil İslam Ülkelerinin Kabusu Oldu
    0

    BEĞENDİM

    Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 12 Eylül 2024

     

    Bu Eylülün 11’nde “saldırılamaz” denilen ABD’ye küresel terör örgütü el-Kaide tarafından gerçekleştirilen “11 Eylül Küresel Terör Olayları”nın 23’ncü yıldönümüydü. Olay üzerine “ABD’nin karizmasını çizildiği” söylendi. Ancak bugün geçmişe bakınca 11 Eylül’ün başta Ortadoğu olmak üzere İslam ülkelerinin kabusuna dönüştüğü anlaşılarak bu konu ele alındı.

    11 Eylül Sonrası “Unutulan” Gelişmeler

    Olayın üzerinden kısa bir süre geçtikten sonra ABD’nin teklifi üzerine tüm uluslararası havaalanlarında olağanüstü güvenlik önlemleri alındı. Benzer hususlar deniz taşımacılığı ve seyri sefain konusunda da alındı. Gemilerde çalışan süvariden lostromoya kadar tüm gemi adamlarının eğitim sistemi yeniden düzenlendi. Küresel terörle mücadele bağlamında deniz ticaret yollarının kritik noktalarında uluslararası daimi karakollar tesis edildi. Bunlardan ilki Doğu Akdeniz’de NATO ülkelerinin kurduğu “Aktif Çaba” (Active Edge) iken, Karadeniz’de sadece kıyıdaş ülkelerce benzer bir oluşuma gidildi.

    ABD, 1996 yılından beri iktidarda olan Afganistan’ın Taliban yönetimine el-Kaide elebaşısı Bin Laden’i teslim ederek, el-Kaide terör örgütüne verdiği desteği kesmesi için ültimatom verdi. Ancak kabul görmeyince 2001 yılı sonlarında Afganistan’a asker indirdi. ABD’yi Avrupa’daki müttefikleri, Avustralya ve Y. Zelanda bile izledi. Taliban iktidarı bırakırken, uzun süren bir direniş savaşı başlattı. Bu arada Afganistan’da NATO’nun bir birliği de görev aldı. Afganistan’a asker gönderen ülkeler arasındaki Türkiye, yol, köprü, okul vb inşa hizmetleri için bir istihkam birliği göndermişti. Yani Türk askerleri Taliban güçleri ile fiilen çarpışmıyordu.

    ABD, Ağustos 2021’de Afganistan’ı sürpriz bir acelecilikle boşaltırken destek veren müttefiklerini oldukça şaşırttı. Sonuçta Afganistan’dan binlerce kişi “ABD yandaşı” olduğu gerekçesiyle Taliban yönetimince cezalandırılmamak için yurt dışına kaçarken bir kısmı Türkiye’ye sığındı. Afganistan darmadağın olurken, Afgan sığınmacılar sebebiyle İran ve Türkiye de olumsuz etkilendi.

    ABD, 2003’te yönünü Irak’a çevirdi. Kitle imha silahları bulunduğunu ve el-Kaide’yi desteklediğini ileri sürerek Fransa ve Almanya gibi müttefiklerinin ısrarına rağmen Irak’a girdi. Irak’ta tüm müze ve tarihi objeler yağmalanırken, ABD askerlerinin esir Iraklılara karşı  insanlık dışı işkenceleri ortaya çıktı. “Irak’a özgürlük!” harekatı sonucunda Saddam gitti ama Irak halkının başı göğe ermedi, aksine Saddam dönemini mumla aratan karmaşık sistem yanında rüşvet, yolsuzluk ve akıl almaz pahalılık, dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip Irak halkını perişan etti.

    El-Kaide ve türevleri ile Musul adeta yerle bir olurken, ülke ABD ve İran arasında bir asimetrik savaş alanı haline geldi. 1999’da elebaşısı yakalanıp yargılanan ve Türkiye’yi terk eden PKK terörü tam da bitti denirken, bu müdahale ile küllerinden yeniden doğdu. Irak’ın kuzeyinde Kürt Bölgesel Yönetimi kurularak devletleşme yolunda ilk adımlar atıldı.

    Irak işgali sırasında ABD’nin ortaya attığı ve “ABD dostu” bazı liderlerinin bodoslama eşbaşkanlığını sahiplendiği “Büyük Ortadoğu Projesi”nin, “demokrasi” projesi değil aksine İslam ülkelerini parçalama, İsrail’in varlığını pekiştirme maksatlı olduğu anlaşıldı. Devamında da “Arap Baharı” adı altında İslam ülkeleri yeni bir girdaba sokulmaya çalışıldı. Tunus gibi Mısır’da da istikrar bozuldu. Libya, tarihinin en büyük faciasını yaşadı. Suriye’de direnç gösteren Beşşar Esad yönetimi tam da pes edecek iken Eylül 2015 sonlarında Rusya’nın füze destekli ataklarıyla ipten alındı. Suriyeli sığınmacılar komşu ülkelerden ağırlıklı olarak Türkiye, Ürdün ve Lübnan’a sığınırken, bu ülkelerin ekonomisi ve sosyolojisini olumsuz etkilediler.

    Sonuçta Suriye ile Arap Birliği’nin; Türkiye ile Mısır, S. Arabistan ve Körfez Ülkeleri; İran-Körfez Ülkeleri ilişkileri bozuldu. Bu esnada İsrail Filistin’de istediğini yaparken, İslam ülkeleri darmadağındı. Arap Baharı’nın benzeri oyunlar “BOP’un Eşbaşkanlığına soyunan” Türkiye’de de “Gezi” ve 15 Temmuz FETÖ darbe girişimiyle sahneye kondu. Siz ne dersiniz?

    Devamını Oku

    Diktatörlükten Kardeşliğe Sisi ve Diplomasinin İncelikleri

    Diktatörlükten Kardeşliğe Sisi ve Diplomasinin İncelikleri
    0

    BEĞENDİM

    Prof. Dr. Celalettin Yavuz Güvenlik Politikaları Uzmanı, 10 Eylül 2024

     

    Mısır’la 2013’te tamamen kopan diplomatik ilişkiler, 12 yıl sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Şubat 2024’te Kahire ziyaretiyle yeniden başladı. 2013’te Cumhurbaşkanı seçilen “İhvan” hareketinin adayı Mursi’yi deviren ve o yıldan beri iktidardaki Sisi’ye Erdoğan “Diktatör” benzetiminde bulununca ilişkiler kopmuştu. Mısır Devlet Başkanı Sisi 4 Eylül 2024’te Ankara’ya iadei ziyarette bulununca Mısır ve dikkati gerektiren diplomasi dili ele alındı.

    Mısır’la Diplomatik İlişkilerde Uzun Süren Dikenli Yolların Ardından Uzlaşmaya

    Erdoğan’ın liderliğindeki Türkiye’nin “Arap Baharı” esnasındaki diplomasisi çelişkiler yumağıdır. Tunus’un ardından başlayan Libya Baharı sırasında Fransa ve İngiltere’nin etkisiyle NATO’nun askeri harekat yapmasına önce “ne gerek var?” denirken, daha sonra NATO ile birlikte harekat yapıldı. 1974 Kıbrıs Barış Harekatı sırasında Türkiye’nin uçak yakıtı ihtiyacını karşılayan Libya Lideri Kaddafi’ye olan borç kendisine yapılan askeri müdahale ile ödenmişti.

    Mısır Baharı sırasında ses çıkartılmamış, ancak uzun süren serbest seçimler sonunda Mursi’nin Cumhurbaşkanı seçilmesiyle Mursi bir numaralı “Kardeş” haline gelmişti. Diplomasi ve politika eksikliği Mursi’yi kısa sürede ve ardından da idama kadar götürdü. 32 yıllık cumhurbaşkanlığı sonrası Arap Baharı ile devrilen Mübarek’in ardından “Kardeş” Mursi de tarihe gömülürken, tavan yapması beklenen Türkiye-Mısır ilişkileri de ne yazık ki dip yaptı!

    O dönemde Türkiye’nin en ciddi sorunları arasında Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanları sorunu, Libya’daki yeni oluşum ve Türkiye’nin yatırımlarının geleceği gibi hususlar vardı. Türkiye, Mısır’a ilaveten Katar dışındaki İhvan hareketine hasım Suudi Arabistan ve Körfez Ülkeleri ile de köprüleri atmıştı. Aslında Mursi devrilmemiş olsa Mısır’la Doğu Akdeniz’de deniz yetki alanlarının sınırlandırılmasına ilişkin anlaşma imzalanmak üzereydi.

    Şayet Sisi’ye diktatör benzetmeleri dahil diplomasiye aykırı ifadeler sarf edilmemiş olsa anlaşma gene imzalanabilirdi. Sisi, Türkiye tarafından adeta hedef tahtasına konunca Türkiye-Mısır ilişkileri de inceldiği yerden koptu. Doğu Akdeniz’de yaşanan deniz yetki alanları konusunda Mısır, İsrail ile birlikte GKRY-Yunanistan işbirliğine katıldı. Hatta Fransa ve İtalya yanında Suudi Arabistan ile BAE de destek verdi. Daha sonraları ABD de bu işbirliğine siyasi söylemlere ilaveten, GKRY’ye 35 yılın ardından silah satışına onay vererek katıldı.

    Mısır’la Libya’da da karşı karşıya gelindi. Türkiye, BM’nin tanıdığı Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH)’ni desteklerken, Mısır da BAE ile birlikte gayrı meşru Hafter’e destek verdi. İlginçtir ki ABD karşı iken Rusya da o dönemdeki paralı asker şirketi Wagner grubu üzerinden Hafter’in yanındaydı. Türkiye, Libya UMH’nın talebi üzerine TSK’nın kara, deniz ve hava unsurlarının muharip amaçlı olmasa da ‘hizmet’ adı altında, eğitim üssü açıldı. Ocak 2020’de TBMM’nin alınan “Tezkere”si öncesi Mısır’dan sert bir uyarı gelse de TSK’nin istihbarat, eğitim/taktik danışmanlığı sonucunda Libya’da UHM’nin kalıcılığı gerçekleşebildi.

    Türkiye, Libya Hükümeti ile Kasım 2019 sonlarında Girit güneydoğusuna rastlayan coğrafyada 29 km genişliğinde bir “Deniz Yetki Alanları Mutabakatı”nı imzalayınca, Yunanistan’ın Doğu Akdeniz yetki alanlarına ilişkin iddialarına son verileceği düşünüldü. Ancak Yunanistan da benzer bir anlaşmayı 2020’de “Diktatör” Sisi ile imzalayınca Mısır’ın kıymeti anlaşılabildi.

    Uluslararası ilişkilerde özellikle dikkat edilen bir husus vardır: Ülkelerin rejimleri, politikaları sert bir şekilde eleştirilse bile, ülke yöneticileri asla hedef gösterilmezler. Keza devlet yöneticileri, diplomatik ilişkilerini diğer ülke yöneticilerini “arkadaş” veya “düşman” gibi görerek yürütemez. Ülkeler arasındaki ilişkiler şahsileşirse, zararını ülke görebilmektedir. Bunun örnekleri “kardeş”, ya da “kanka” Esad’la yaşandığı gibi, “diktatör” Sisi ile de yaşandı.

    Sonuç itibariyle Mısır’la ilişkilerin düzeltilmesi, Arap ülkeleri, Afrika Açılımı ve İslam ülkeleriyle işbirliği açısından Türkiye’nin yararınadır. Ne yazık ki pervasız diplomasi dili yüzünden 12 yıl heba oldu. Benzer hususlar dileriz ki daha sonra “soykırımcı” Netanyahu için de yaşanmaz! Devletler, yönetici olsalar dahi şahıslara değil, millete aittir! Siz ne dersiniz?

    Devamını Oku