WOTTV E-DERGİ
DOLAR 33,9974 0.29%
EURO 37,8529 0.64%
ALTIN 2.820,790,41
BITCOIN 1961047-3,13%
Büşra As

Büşra As

30 Ağustos 2024 Cuma

    İş Hayatında Bezdiri: Mobbing

    İş Hayatında Bezdiri: Mobbing
    0

    BEĞENDİM

    Büşra AS – 30 Ağustos 2024

     

    Mobbing Nasıl Tanımlanır?

    Mobbing, psikolojik şiddet, baskı, kuşatma, taciz, rahatsız etme veya sıkıntı verme eylemlerini içeren bir durumdur. TDK, mobbing kelimesini “Bezdiri” ifadesiyle Türkçeye uyarlamış; “iş yerlerinde, okullarda vb. topluluklar içinde belirli bir kişiyi hedef alıp, çalışmalarını sistemli bir biçimde engelleyip huzursuz olmasına yol açarak yıldırma, dışlama, gözden düşürme” olarak tanımlamıştır.

    Mobbinge Maruz Kalan Birey Neler Yaşar?

    Mobbinge maruz kalan kişi ilk başlarda neyle karşılaştığının farkında olmayabilir. İş hayatında yaşadığı olumsuzlukları doğal sürecin bir parçası olarak görüp tepki vermeyebilir. Bunun yanı sıra iş yerine, çalışma arkadaşlarına ve görevine karşı bağlılık yaşayan bireylerde süreci kabullenememe, her şeyin farkında olmasına rağmen görmezden gelme tutumları da görülebilmektedir. Mobbinge maruz kalan bireyler bu konuda aldıkları eğitimler ya da profesyonel destekler sonucunda süreci kabullenme eğilimine geçebilirler.

    Mobbing iş yerleri, dernekler, topluluklar gibi mekanlarda sıkça karşılaşılabilen bir durumdur. Genellikle ast-üst ilişkilerinde karşımıza çıksa da rekabet düşüncesiyle aynı pozisyonda çalışan kişiler arasında da görülebilir. Hırs, elde etme arzusu, ön plana çıkma ve gücünü ispat etme isteği gibi duygular kişiyi mobbing eylemine itebilir.

    Mobbinge uğrayan kişi, iş yerinde kendini kısıtlanmış, baskı altında, dışlanmış ve işe yaramaz hissedebilir. Burada işe yaramazlık hissi kişi için çok zorlayıcıdır. Bazen baskılar o kadar artar ki kişi bazen kim olduğunu, neler başardığını tamamen unutur. Başarısız ve yetersiz biri olduğuna inanmaya ve iş hayatında giderek potansiyelini kaybetmeye başlar. Mobbingin en belirgin amacı ve sonucu aslında tamda budur.

    Mobbinge Maruz Bırakan Bireylerin Özellikleri Nelerdir?

    Mobbing uygulayan bireylerin özelliklerini bilmek bizleri mobbingten koruyacaktır çünkü bu bireylerin özelliklerini fark edebilirsek mobbinge maruz kaldığımızı daha kısa sürede fark edebilir ve kendimizi suçlamaktan, hatayı kendimizde arayarak iş hayatında körelmekten kurtulabiliriz. Mobbingi geç fark etmek iş hayatımızdaki verimi düşüreceği gibi kendi yeteneklerimizi unutmamıza yol açabilir.

    Mobbing uygulayan bireyler geçmişte mobbinge maruz kalmış kişiler olabilir. Mobbing bir saldırıdır ve saldırı kötüdür. Kişi kötü bir eyleme maruz kaldığında ona kötülük yapanın özelliklerini taklit etmeye başlayabilir. Bu psikolojik olarak kişinin kurduğu bir savunma mekanizmasıdır. Örnek olarak ‘’Kötü olursam kimse kötülük yapamaz’’ düşüncesi gibi.

    Ayrıca mobbing uygulayan kişilerde aşırı mükemmeliyetçilik, kendi düşüncelerini ön planda tutmak, kendisine karşı çıkılmasından rahatsız olmak, koşulsuz itaat görme isteği, düşünce ve davranışlarının sorgulanmamasını bekleme gibi özellikler görülmektedir.

    Ülkemizde ve dünyada mobbinge maruz kalan bireyler için çeşitli hukuki tedbirler alınmaktadır. Bu durumu durdurmanın en kesin yolu süreci kabullenmek ve harekete geçmektir. Yaşanılan durumu çalıştığınız kuruma bildirebilir veya yasal yollarla hakkınızı arayabilirsiniz. Mobbing paylaşılmadığı sürece sürekliliğini devam ettiren bir süreçtir. Bu sürece sessiz kalmak sizden sonra bir başkasının da aynı şekilde bu süreci yaşamasına yol açacaktır.

    Devamını Oku

    Düğün Sonrası Depresyon

    Düğün Sonrası Depresyon
    0

    BEĞENDİM

    Büşra AS – 20 Ağustos 2024

    Herkes hayatında mutlu son ister. Mutlu sonlara hangimiz hayır deriz ki. Hepimiz başladığımız işin sonunu getirmek ve sonucunu görmek isteriz. Neticelenen her durum bir özgürlüktür. İyi ya da kötü her bitiş yeni başlangıçlara kapı araladığı için öyle ya da böyle bitişler beraberinde bir rahatlamayı da getirir. Tabi ki tercih etme şansımız olsa iyi bitişleri, başarıları ve mutlu sonları tercih ederiz.

    Yeni bir ilişkiye başladığımızda bu ilişki neticesinde olumlu kazanımlara sahip olmak isteriz. Bu kazanım beklentileri kişiye göre değişebilir. Kimisi ilişkiden iyi bir tecrübe, kimisi güzel geçirilmiş bir zaman kimisi de evlilik beklentisi güdebilir. Evlilik ilişkinin olumlu veya başarılı bir sonucu olarak görülür. Bu düşünce bazen gerçeği yansıttığı gibi bir yanılgıdan da ibaret olabilir. İlişkilerde evliliğe giden yolda amacımız ‘’sağlıklı bir ilişki’’ dinamiğine sahip olmak olursa ancak o zaman bir başarıdan söz edilebilir. Aynı zamanda sağlıksız giden bir ilişkiyi sonlandırmakta her iki tarafa yeni başlangıçlar sunacağından, bu cesareti gösterme hali de bir başarı sayılabilir.

    Masallar hep mutlu sonlarla biter. ‘’…Ve bir ömür mutlu yaşadılar.’’ Masalın iyi kahramanları hep birbirlerini bulur. Bu karşılaşmayı evlilikle taçlandırarak bir ömür mutlu yaşarlar. Masallar böyledir ama ya gerçek hayat? Çevremizde evlilik sonrası üzgün gördüğümüz insanlar, düğün sonrası sizi arayıp ağlayanlar ya da evliliğe uyum sağlamakta ne kadar zorluk yaşadığını, evini, ailesini, arkadaşlarını ne kadar özlediğini anlatanlar… Evlilik bir başarı ve mutlu son ise bu sonuçların sebebi ne olabilir? Aslında tüm bunların belirli bir nedeni vardır ve çoğu zamanda doğal olarak ortaya çıkar.

    Beynimiz; düşüncelerimizi, bedenimizi, ruh halimizi yönetiyor zannetsek de odaklandığımız düşüncelerle onu çoğu zaman biz etkileriz. Çünkü düşüncelerimiz; duygularımızı, duygularımız; davranışlarımızı, davranışlarımız; alışkanlıklarımızı etkiler. Evlilik öncesinde ‘’ben çok mutlu olacağım’’ düşüncesine öyle odaklanırız ki beynimiz tamamen bu düşünceye şartlanır. Evlilik olacak ve sonrasında hayatım tamamen düzene girecek. İlişkim tamamen sağlıklı hale gelecek. Çok düzenli bir hayatım olacak. Eşimi çok seveceğim ve sevdiğim insanla hep mutlu olacağız. Bu fikirleri hayata geçirmek için işte hep o büyük günü bekleriz. Peri masalı gibi bir düğün günü… Sonrasında tüm sorunları bitmiş biri.

    Düğün günü hayatımızda bir daha giymeyeceğimiz giysiler. Bizim için özenle hazırlanmış bir ev. Özenle seçilmiş örtüler. Kelimenin tam anlamıyla kendimizi birer prens ve prenses gibi hissedebiliriz. Düğün günü her şey bize özeldir. Yemekler, gelen konuklar, ortam her şey ve herkes bizim için özenle hazırlanmıştır. Bu büyük gün bittikten sonra hayatın normal akışı devreye girmeye başlar. Evde, ailemizde, işimizde ve ilişkimizde doğal olarak sorunlar çıkmaya başlar. Çünkü nefes alan yaşamaya devam eden her yapıda sorunlar sonsuza kadar devam edecektir. Fakat kendimizi mutluluğa öyle şartlamışızdır ki çıkan bu sorunlar karşısında beynimiz bize hesap sorar: ‘’Hani çok mutlu olacaktın? Artık her şey yolunda olacaktı? Neden her şey yolunda değil? Beynimiz bize bu hesapları sorarken kendimizi köşeye sıkışmış hissederiz. İşte bu köşeye sıkışma hissi depresyonla, bunalımla, uyum sorunuyla, stresle kendini gösterir.

    Bu bir geçiş ve alışma sürecidir. Hayatımız ne kadar iyi giderse gitsin bir yerde sorunlar hep var olacaktır. Bu yüzden kişi mutluluk duygusuna kendini çok kaptırmamalı ve onu hayatının merkezine almamalıdır. Eğer bir şekilde bu süreci yaşıyorsanız, bunun bir alışma süreci olduğunu unutmayın ve çevrenizden destek almaktan çekinmeyin.

    Devamını Oku

    İlişkilerin Sosyalizasyonu

    İlişkilerin Sosyalizasyonu
    0

    BEĞENDİM

    Büşra AS – 19 Temmuz 2024

     

    Türk toplumu geleneksel bir toplumdur. Avrupa’da yayılan modernite düşüncesi bizim coğrafyamızda daha geç kabul görmüştür. Dolayısıyla günümüzde ne kadar modernleşmiş bir toplum olarak dünyaya ayak uydurmuş olsak da hala geleneksel yapının izlerini taşıyor ve geleneklerimizi yaşatıyoruz. Modernlik bizlere birçok değer katmış olsa da bunun ilişkilerimize yansımalarında olumsuzluklarda görebiliyoruz.

    İbn-i Haldun’un asabiyet kavramına göre bir topluluk hiçbir çıkar gözetmeksizin sosyal yapıda bir dayanışma ve destek içerisindedir. Toplumun her bir bireyi akrabalık bağı olsun ya da olmasın sırf aynı topluma mensup olduğundan dolayı birbirine destek çıkarlar. Bu kavram üzerine çalıştığı Arap toplumlarında, ”Haksızda olsa haklı da olsa kardeşinin tarafını tut” anlayışı vardır. Bu bilgilerden yola çıkarak İbn-i Haldun, modernite öncesi bir toplumda toplumsal ilişkilerde aidiyet duygusunun yüksek olduğu sonucuna ulaşmıştır.

    Geleneksel Türk toplumunda ise özellikle Anadolu’da buna benzer bir yapıdan söz etmek mümkündür. İnsanların birbirine destek olduğu, bir işi bir arada yaptıkları ve kutlama, yas gibi törenlerin önemli olduğu toplumsal ilişki biçimi mekanik dayanışma olarak tanımlanmaktadır. Bu dayanışma türünde toplumun ahlaki, dini ve kültürel değerleri ortaktır ve bu ortak payda toplumsal dayanışma için yeterlidir. Bu ilişki biçiminde bireyler birbirleri ile iletişim kurarken ortak duygu ve düşüncelere sahip olmak dışında bir kriter aramazlar. Bir uyum ve dayanışma içinde ilişkilerini inşa ederler. Köylerdeki imece çalışmaları bunun güzel bir örneğidir. Amaç birlik ve beraberlik içinde bir işi bitirmek ve bundan toplum olarak fayda sağlamaktır. Sizce günümüz ilişkileri mekanik ilişkilere benzerlik göstermekte midir?

    Günümüz ilişkilerinde yaygın olarak organik dayanışma gözlemleyebiliriz. Organik dayanışma, iş bölümünden ya da insanların birbirlerine muhtaç olmalarından doğan bir dayanışmadır. Durkheim’a göre organik dayanışma yaşanılan coğrafyada, sanayi gelişmiş olur  ve nüfus da yüksektir. Bireyler birbirleri ile benzemez(din, dil, ırk) ve bundan dolayı da farklılıktan doğan bir uyum yaşarlar. Yani bu dayanışma türü modernliğin bir ürünüdür. Bireyler birbirleri ile ihtiyaçları doğrultusunda ilişkiler kurarlar. Değerler çoğu zaman ön planda değildir. Belli bir ahlaki yapı yoktur bunun yerine toplumsal düzen, etik kurallar ile sağlanır. Etik kurallar özellikle belli meslek gruplarında evrenseldir. Bu durum kurallarda adaleti getirebildiği gibi ilişkilerde suniliği de beraberinde getirebilir. Çünkü burada ortak duygu, düşünce ve değerler ön planda değil kurallar ön plandadır.

    İlişkilerin değişimini yalnızca nüfus artışı ve sanayileşme ile kısıtlamak günümüzde yaygın olarak kullandığımız teknolojik araçlara haksızlık etmek olur. Teknolojinin gelişmesi ile çok fazla iletişim aracının varoluşu; üslubumuzu, dilimizi ve kendimizi ifade ediş biçimimizi değiştiriyor. Sosyal medya metinlerimizde yazım dilimiz; kısaltmaları, işaretleri, müzikleri içerirken mail akışlarımızda daha resmi bir dil tercih ediyoruz. Gündelik konuşma dilinde ise ses tonumuz, üslubumuz ve beden dilimiz devreye giriyor. Tüm bu değişimler modern dünyaya ayak uydurma sürecimizin bir parçası. İletişimimizde ki bu değişimler elbette ki ilişkilerimizi de farklı bir sosyalizasyon sürecine götürüyor. Bu durum kaçınılmaz çünkü ilişkilerin temelini iletişim oluşturuyor. Modern dünya insan ilişkilerini; dayanışma anlayışı, dil kullanımı, ahlaki anlayış anlamında dönüştürmeye devam ediyor. Bu durum hem sosyal yapıda hem ailede hem de evliliklerde olumlu olumsuz yansımalara neden oluyor.

    Devamını Oku

    Çocuğunuza Gerçekten İyilik Mi Yapıyorsunuz?

    Çocuğunuza Gerçekten İyilik Mi Yapıyorsunuz?
    0

    BEĞENDİM

    Sosyolog Büşra AS – 01 Temmuz 2024

     

    Her insan özgür olmak ister. Dilediği her şeyi yapabilmek, kimseye hesap vermemek, sadece kendi isteklerine göre hareket etmek hepimizi cezbeder. Fakat bunun aşırısı başına buyruk olmaya yol açabilir. Kimsenin fikrini almamak, sadece kendi doğrularına göre yaşamak kişinin ufkunu da daraltacaktır. Tüm bu eksi yönlerine rağmen çevremizde hayatını bu şekilde yaşayan insanlarla karşılaşabiliriz.

    Özellikle iş hayatında kurallara uymakta zorlanan ve üstleriyle geçinemeyen kişiler hem kendi işlerini hem de iş yerinin akışını olumsuz biçimde etkilerler çünkü bu bireyler; emir almaya değil, yönetmeye alışmış kişilerdir. Kişi bu arzusundan dolayı aile, iş ve arkadaş ortamlarında uyum sorunları ve kısıtlanma hissiyle boğuşmak zorunda kalabilir. Bu yönetme arzusu bazen karakteristik bir özellik olsa da ailenin yetiştirme tarzından dolayı da ortaya çıkmış olabilir. Peki bu tip bireylerin aileleri nasıl bir tutum sergilemiş olabilir?

    Çocuğunun her dediğini yapan, hatalarını görmezden gelen, çocuklarının isteklerini sorgulamadan yerine getiren anne-babalar; ileride kurallara uyamayan, bir otorite ile karşılaştıklarında buna uyum sağlayamayan bir bireyi yetiştirdiklerinin farkında bile değillerdir. Aileler bu tutumlarında çocuğunu mutlu etmek, onu hiçbir şeyden mahrum bırakmamak ve kıyamamak gibi kaygılarla yola çıkarlar. Çocuklarına kızmaktan suçluluk duyarlar. Bu duygu ve düşüncelerle çocuklarının onları yönetmesine izin vermiş olurlar. Bu tutuma çocuk merkezli ebeveyn tutumu denir.

    Bu çocuklar evlerinde her alanı sahiplenirler. Odası dışında her alanı kendi ihtiyaçları için kullanırlar. Bunu yaparken anne-babalarının alanına girerler. Anne-babanın günlük faaliyetleri, evin düzeni gibi konular çocuğun aldığı kararlar doğrultusunda şekillenir.

    Bu şekilde yetişmiş ve bu düzene alışmış olan çocuk, öncelikle oyun arkadaşları ile sorun yaşamaya başlar. Oyunların kural koyucusu olmak isterler ve oyun istedikleri gibi gitmediğinde oyunu bozma ya da küsme gibi davranışlar sergilerler. Okul kurallarına uymakta güçlük çekebilir veya öğretmenlerinin yönlendirmelerini uygulayamayabilirler.

    Hep olumsuz yönlerinden bahsettik tabi ki bu tutumun olumlu yansımaları da olabilir. Çocukluğundan beri merkezde olmaya alışan birinin, özgüveni yüksek olabilir. Bunun yanında yönetilmeye değil yönetmeye alışmış biri bir gruba kolaylıkla önderlik edebilir. O zaman aklımıza şu soru gelebilir; ‘’Çocuğum ilerde lider ruhlu biri olsun diye Çocuk Merkezli bir ebeveyn mi olmalıyım?’’ Sorunun cevabı aslında hem evet hem hayırdır.

    Anne-babalar bazı durumlarda çocuk merkezli yaklaşmalıdır. Çocuğun sağlığı ve eğitimi gibi hayati konularda çocuk merkezli bir yaklaşım sergilemek bazen çok kritik ve önemli olabilir. Fakat bunun dışındaki konularda çocuk anne-babasının özel alanlarını tanımalı, uyum sağlamalı ve en önemlisi onların fikirlerini dinlemeyi öğrenmelidir. Aşırı kuralcı olmak, sert davranmak ne kadar uç ve yanlış bir tutumsa sadece çocuğun fikirlerine göre yaşamasına müsaade etmekte ona dolaylı yoldan zarar verecektir.

    Devamını Oku

    Küçük Adımlar Büyük Değişimleri Getirir

    Küçük Adımlar Büyük Değişimleri Getirir
    0

    BEĞENDİM

    Sosyolog Büşra AS – 24 Haziran 2024

     

    İletişim, kendimizi ifade edebilmek için kullandığımız bir araçtır. İletişim yalnızca konuşmaktan ibaret değildir. Bakışımız, hareketlerimiz, eylemlerimiz karşımızdakine çok şey anlatır. İletişim aslında bir tür alışveriştir. Karşımızdakine bir şey sunar, ondan cevap alırız. Aldığımız cevap bazen sessizlik bile olabilir. Sessizlik, sizi anlayabilen, iyi analiz eden birine çok şey anlatır. İletişim sanıldığı kadar zor değildir. Karşımızdakini iyi tahlil etmek, onu iyi tanımak ve kendimizi açık ifade edebilmek iletişim için yeterli olacaktır.

    İletişim bu kadar kolayken, evliliklerde çiftler arasında çok ciddi iletişim kopuklukları ve sağlıksız iletişim biçimleri gözlemliyoruz. ”Eşim beni dinlemiyor, beni anlamıyor, eşim çok konuşuyor.” gibi yakınmalara sıklıkla rastlayabiliyoruz. İletişimin bir araç olmaktan çıkıp eşlerin yakındığı bir duruma dönüşmesi ilişki için oldukça tehlikeli bir boyuta geçildiğini gösteriyor. Anlamanın, anlatmanın ve anlaşılmanın olmadığı bir evliliği sürdürmek bireyleri oldukça zorluyor.

    Eğer bu durumu yaşıyorsak öncelikle eşimizi suçlamak yerine kendi hayatımızı gözden geçirerek bu durumu çözmeye çalışmamız gerekir. Kendinize şu soruları sorabilirsiniz; Aile ilişkilerim nasıl? İş hayatımda çalışma arkadaşlarımla diyaloğum nasıl? Sosyal ortamlarda iyi bir dinleyici miyim? Yeterince uyumlu bir birey miyim? İletişim kurallarını biliyor ve uyguluyor muyum? Bu soruların çoğuna cevabınız hayır ise eşinizle iletişiminizi güçlendirmenin birinci adımı bu konularda kendinizi geliştirmekten geçer. Bu konuda kitaplardan, makalelerden, eğitici yayınlardan faydalanabilirsiniz. Bunun yanında özeleştiri geliştirmek adına çevrenizdekilere kendinizi sorarak dışardan bir gözle kendinizi değerlendirebilirsiniz. Son aşamada alanında uzman kişilerden destek alarak işinizi kolaylaştırabilirsiniz. Bu durumu çözmenin diğer basamağı eşinizle hareket etmektir. İletişim sorunları tek taraflı olmayabilir. Eşinizin de kendisini bu konuda geliştirmesi için ona destek olabilirsiniz. Sizdeki olumlu değişiklikleri fark edince o da kendini geliştirme konusunda teşvik olacaktır.

    Eşinizi teşvik etme konusunda hayal kırıklığına uğramamak adına dikkat etmeniz gereken bazı durumlar olacaktır. Eşinizi suçlamak, eleştirmek, yetersiz hissettirmek, aşağılayıcı biçimde konuşmak ve yargılamak eşinizin bu sürece olan motivasyonunu olumsuz yönde etkileyecektir. Mesela; ”Ben kendimi geliştiriyorum ama sen çok isteksizsin. Benim kadar iyi adımlar atamıyorsun. Zaten diğer ilişkilerinde bozuk bu yüzden benimle sorun yaşamanda normal” gibi söylemler eşinizin cesaretini kıracağı gibi sizin de kendinizi geliştirme sürecinizi zedeleyecektir.

    Çiftler arası iletişim bir takım çalışmasıdır. Çiftler bu konuda ancak birbirlerine destek olarak ilerleyebilirler. İletişim, evliliğin temel yapılarından biridir. Sağlıklı iletişimi olan çiftler sorunlarını daha kolay çözebilir ve sürekli aynı problemlerle uğraşmaktan da kurtulurlar. Bu konuda kendinizi  geliştirmeniz hayatınızın diğer alanlarına da yansıyacaktır. İş başarınız, aile ilişkiniz ve sosyal ortamınızda bu gelişiminizden olumlu yönde etkilenecektir. Küçük adımlar büyük değişimleri getirir.

    Devamını Oku