WOTTV E-DERGİ
DOLAR 34,0811 -0.02%
EURO 37,8535 -0.21%
ALTIN 2.800,91-0,05
BITCOIN 21171323,17%
Bercan Tutar

Bercan Tutar

18 Eylül 2024 Çarşamba

    İsrail’in Siber Katliamından Alınacak Dersler

    İsrail’in Siber Katliamından Alınacak Dersler
    0

    BEĞENDİM

    Bercan TUTAR – 18 Eylül 2024

     

    Ukrayna ve Gazze’de üç maymunu oynayanlar şimdi panikte… Lübnan’daki saldırıdan sonra dünya Batı’nın sapkın ve terörist zihniyetinin insanlık için en büyük tehlike olduğunu bu kez daha yakından gördü… Zira İsrail’in Lübnan’a yönelik çağrı cihazları üzerinden gerçekleştirdiği saldırı nereden bakılırsa bakılsın bir kitlesel terör eylemidir. Bir devlet terörizmidir. Savaş suçudur. Bu pervasız eylemi yapan İsrail sadece cephedeki Hizbullah üyelerini değil evde, çarşıda, pazarda, hastanelerde, okul, cami, market, banka ve parklardaki binlerce sivilin, çocuk ve kadının hayatını da hiçe saydığını bir kez daha dünyanın gözüne soktu.

    Gazze’de soykırım yapan bir Siyonist gücün savaş hukukuna uyması zaten beklenemezdi. Zaten ilk olarak Rusya ve Belçika gibi ülkelerle Lübnan hükümeti olayın kitlesel katliam ve terör eylemi olduğunu belirterek uluslararası soruşturma açılması çağrısında bulundu.

    İsrail istihbarat servisi Mossad’ın Macaristan’daki paravan bir şirket üzerinden Tayvan’daki Gold Apollo şirketinden üretim izni aldığı çağrı cihazlarına teslimattan önce bomba koyduğu ortaya çıktı. Sky News Arabia, Mossad’ın çağrı cihazlarının pillerine yüksek patlayıcı madde PETN (pentaeritritol tetranitrat) yerleştirdiğini ve pillerin sıcaklığını artırarak bunları uzaktan patlattığını aktardı. Düzenekli cihazların, bu yılın başlarında Lübnan’a ulaşan bir sevkiyatın parçası olduğu bildirildi.

    Ancak buradaki mesele siber katliamın teknolojik boyutu değil. Mesele sivil ve savaşçı ayırımı gözetilmeksizin İsrail tarafından bütün Lübnan halkının ayırım gözetilmeden hedef alınmasıdır.

    Saldırıda 12 kişi ölürken 2 bin 750 kişi yaralandı. Çoğu yaralı uzuvlarını kaybetti. Çünkü görüntülerden de anlaşılacağı üzere Hizbullah üyeleri tarafından kullanılan taşınabilir çağrı cihazlarından 3 bininin aynı anda patlaması sonucu Lübnan genelinde kitlesel bir panik yaşandı. İsrail’in yaptığı her açıdan bir savaş suçudur. Pervasız, gayri insani ve ahlaki bir katliamdır. Örneğin kameralardan da görüldüğü üzere bir markette kasiyerin hemen arkasında duran çocuk dâhil sayısız insan Hizbullah üyelerine yönelik saldırıdan etkilendi. Hepsi aynı anda havaya uçuruldu. Rastgele patlamalar her açıdan Gazze’deki soykırımı aratmayan bir savaş suçudur.

    Fakat İsrail ve Batı medyası saldırıyı ‘cerrahi müdahale’ diye kutsuyor. İsrail medyası ise Hizbullah’ın roket saldırıları sonucunda 90 bin İsraillinin kuzey sınırlarından göç etmek zorunda kaldığını ve saldırının bunun intikamı olduğunu savunuyor.

    Lübnan’daki saldırı bize sıkışan Batı ve İsrail’in Makyavelist stratejide hiçbir sınır tanımayacağını net olarak gösteriyor. Terörle savaşta bunu gördük. Milyonlarca sivili katlettiler. Çin’e yönelik ekonomik savaşta zafer için biyolojik katliamdan çekinmediler. Ukrayna’da Rusya’ya karşı her tür yöntemle saldırıyorlar. Askeri saldırılar dışında ekonomik, sosyal, kültürel ve enformatik hemen her alanda sınır tanımayan bir barbarlıkla hareket ediyorlar. Rusya’nın Russia Today televizyonuna ve Sputnik ajansına konuşan hemen herkese ajan muamelesi yapıp hapse atıyorlar. Rusya ile ticari ilişkileri olan firmaları kara listeye alıyorlar. Ağır yaptırımlarla yok ediyorlar. İş adamlarının paralarına ve varlıklarına el koyuyorlar.

    Rusya ile barış masasına oturacağını söyleyen kendi başkan adaylarından Donald Trump’a bile tahammül edemeyen ve onu suikast ile hizaya sokmaya çalışan bir Batılı irrasyonaliteden bahsediyoruz. Bu Evanjelik ve Siyonist merkez kendi çıkarı için Ukrayna’yı ve halkını bozuk para gibi harcadı. Gazze’de tarihin en vahşi soykırımını yapmaktan çekinmiyor.

    Lübnan’daki siber katliam bize bu aktörlerin dünya için nasıl büyük bir tehlike olduğunu bir kez daha gösterdi. Çünkü kendi süfli çıkarları için küresel salgınlar dâhil her tür kirli silaha başvuruyorlar. Ülkeleri birer birer kaosa sürüklemekten çekinmiyorlar. Soykırım, kitlesel terörizm, suikastlar, darbeler, iş savaşlar, etnik temizlik ile biyolojik, nükleer, siber, teknolojik ve ekonomik saldırılar dâhil her yola başvuran psikopat ve sapık bir zihniyete sahipler.

    Artık dünyanın harekete geçmesi gerekiyor. Yoksa İsrail ve destekçisi Batılı emperyalist aktörler sapkın ideolojileri ve histerik hedefleri uğruna insanlığa hemen her gün yeni bir kıyameti yaşatmaya devam edecekler.

    Devamını Oku

    Kim Kazanırsa Kazansın Kaybeden ABD Olacak

    Kim Kazanırsa Kazansın Kaybeden ABD Olacak
    0

    BEĞENDİM

    Bercan TUTAR – 13 Eylül 2024

     

    ABD’de 5 Kasım’da yapılacak seçimler öncesinde başkan adayları 11 Eylül’ün 23’üncü yıl dönümünün arifesinde televizyonda ikinci kez kozları paylaştı. 10 Eylül’de ABC kanalındaki tartışmada Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Donald Trump ile Demokrat Parti’nin adayı Kamala Harris hemen her konuda çürümüş Amerikan müesses nizamının tezlerini tekrarlayıp durdu. Tek uzlaştıkları konu soykırımcı Siyonistlerin Gazze’deki sistematik katliamları oldu. Adeta “Ben senden daha iyi bir Siyonistim” yarışına giriştiler.

    Sadece Gazze’deki soykırımla ilgili terör devleti İsrail’e yaranma trajedileri değil diğer başlıklar da dâhil hemen her alandaki yaklaşımları bize ABD’deki tartışmanın her açıdan yozlaşmış bir siyasi gösteri olduğunu bir kez daha ispatladı. Çünkü insani, ahlaki, sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan rasyonel argümanların sizi hiçbir yere götürmediği; irrasyonalitenin, deli saçması düşünce ve absürt planların kol gezdiği bir siyasi kültürde, retorik hesaplaşmalar sadece hakikati ve çürümüşlüğü perdeleyip manipüle edecektir. Ama kısa bir süreliğine.

    ABD’deki başkan adaylarının tartışmasında da bunu gördük. Sadece ABD de değil Avrupa’daki iktidar elitlerinde ve yönetimi elinde bulunduran siyasi sınıflarda da benzer bir çürümüşlük, riyakârlık ve nihilizm var.

    ABD’nin kurucu babalarından Benjamin Franklin’e 18787’de Amerikan anayasa taslağının hazırlanması sırasında şu soruyu sorarlar: “Yeni Amerikan Cumhuriyeti’nin ne kadar sürecek?”

    Anayasayı hazırlamanın dışında 4 Temmuz 1776’daki Bağımsızlık Bildirgesi’nin hazırlayıcısı ve imzacısı da olan Franklin bu soruya “Amerikan halkının hak ettiği kadar sürecek” diyerek cevap verdi. Ve ardından şu kehanette bulundu: “Eğer halk despotik bir hükümete ihtiyaç duyacak kadar yozlaşırsa Amerikan Cumhuriyeti o zaman despotizmle sonuçlanabilir…”

    Şu an gelinen nokta tam da burası. Sadece ABD değil Avrupa ve bir bütün olarak Batı yörüngesindeki ülkeler giderek despotlaşıp totaliterleşiyor. Demokrasiden uzaklaşıp diktatörlüklere ve oligarşilere dönüşüyorlar.

    WikiLeaks kurucusu Julian Assange’ın ‘ifade özgürlüğü’ mücadelesindeki dava arkadaşı Avustralyalı siyasetçi Adrian McRae’nin de ifade ettiği gibi Batı’da demokrasinin temeli olan ifade özgürlüğü ve hukuk önünde eşitlik dönemi artık kapanıyor. McRae, “Belli ki Batı’da, ifade özgürlüğü çağının üzerindeki güneş hızla batıyor. ABD ve Avrupa’da faaliyet gösteren Rus medya kuruluşlarına yönelik son siyasi sansür dalgası, iktidarlarımızın bilgi akışını kontrol etmek ve dolayısıyla kitlelerinin zihinlerini manipüle etmek için son çırpınışlarına nasıl umutsuzca sarıldıklarını gösteren rahatsız edici ve distopik bir gerçekliğe işaret ediyor” tespitinde bulunuyor.

    Çünkü sömürgeci, kolonyalist ve soykırımcı genleri yeniden harekete geçmiş durumda. Çünkü artık deniz bitiyor. Bu yüzden de asıllarına rücu ediyorlar. Yeni bir dünya kuruluyor.

    Bunun faturası elbet halka kesilemez. Ancak Amerikalı ve diğer Batılı ülkelerdeki seçmenler şu anda iki karşıt kampa bölünmüş durumda. Her iki kamp da akılcılığı reddediyor ve duygusal temellere dayanan, gerçeklikle sağlam bir bağlantısı olmayan görüşleri benimsiyor.

    İnsani ve ahlaki değerler ile evrensel normları benimseyen kesimlerin sayısı çok az. Herkes gelecek derdine düşmüş durumda. Sistem bir bütün olarak tıkanmış halde. Haliyle her kamp diğerinin ‘kötülüğün’ kişileştirilmiş hali olduğuna ve Amerika’nın geleceği için ciddi bir varoluşsal tehdit oluşturduğuna inanıyor. Aklı selimin yok olduğu böylesine derinden bölünmüş ve mantıksız bir siyasi yapıda, rasyonel tartışmaya da geleceğe de yer yoktur.

    Amerikalıların çoğu Harris ve Biden yönetimindeki statükodan memnun değiller, ancak ülkenin yarısı yine de partisinin çılgın gündemine oy verecek. Haliyle seçmenler, az ya da çok tartışmalı değerdeki politikalar menüsünden rasyonel bir seçim yapamayacak. Demokratlar “sandık başında birkaç bin oyun her şeyi değiştireceği medeniyetin geleceği için bir savaş verdiklerine” inanıyorlar. Cumhuriyetçilere göre ise Amerika ya Trump’ın dümeninde eski büyüklüğüne yol açacak ya da batacak.

    Bir bakıma her iki seçmen bloğu da zafer kazanamayacaklarının farkında. İşte bu nedenle seçmenlerin korktuğu başlarına gelecek. Amerikan seçimlerinde Harris veya Trump’dan kim kazanırsa kazansın kaybeden ABD olacaktır. Çünkü her iki adayın ideolojileri de seçmenlerinin soluduğu siyasi atmosfer de Amerikan cumhuriyetinin despotizmini ve dolayısıyla çöküşünü simgeliyor.

    Devamını Oku

    Siyonist Soykırım Stratejisi Bir Haçlı İdeolojisidir

    Siyonist Soykırım Stratejisi Bir Haçlı İdeolojisidir
    0

    BEĞENDİM

    Bercan TUTAR – 11 Eylül 2024

     

    Gazze soykırımı Amerikan liderliğindeki bir Batı soykırımıdır. Haçlı zihniyetinin Siyonistler eliyle İslam dünyasını yeniden istila ve talan projesidir. Batı bu soykırımın ideolojik, askeri, siyasi, ekonomik ve teolojik temellerini Siyonizm’in safsataları ile kendi eseri olan anti-semitizm’e ait tarihi gerçekleri ters yüz ederek yapıyor.

    Çünkü Siyonizm, Avrupa Yahudilerini Arz-ı Mevûd/‘vadedilmiş kutsal topraklar’ denilen ve kalbini Filistin vatanının oluşturduğu Nil ile Fırat arasındaki bölgeye geri dönmeye” zorlamayı gerektiren ‘antisemitik’ bir Hristiyan köktenciliğine gömülü bir Haçlı ideolojisidir. Bu şekilde, sözde bir İncil kehaneti yerine getirilecek, kıyameti zorlayan kaoslar yaratılarak Mesih’in yeryüzüne dönüşü sağlanarak yalnızca Hristiyanların kurtuluş bulacağı ve dünyaya egemen olacağı bir son zaman dönemi hayata geçirilecektir.

    Siyonizm bir asırdan biraz fazla bir süre önce Hristiyan antisemitizmini, Batı’nın sinsi projeleriyle yönetebilecekleri bir Yahudi devleti yaratmanın bir aracına dönüştürüldü. Bu düşünceyi küçük bir Avrupa Yahudi eliti (Siyonaziler) hararetle savunmaya başladı.

    Çünkü Antisemitist Hıristiyan Siyonaziler, Yahudilerin Avrupa’dan çıkarılmasını ve ‘kutsal topraklar’da yerelleştirilmelerini istiyorlardı. Avrupalı Siyonaziler gibi yeni nesil Yahudi Siyonistler de aynısını istiyordu.

    Yahudi Siyonizmi’nin babası Theodor Herzl, günlüklerinde bu şeytani projeyi ve yürütülen kirli algı operasyonlarını şu sözlerle özetlemişti… “Anti-semitistler en güvenilir dostlarımızdır ve anti-semit ülkeler ise müttefiklerimiz olacak.”

    Dolayısıyla İsrail’in Gazze’de nasıl ve neden soykırım yaptığını ve Batı’nın buna neden izin verip teşvik ettiğini anlamak için Siyonizm’in oynadığı tarihi rolü ve antisemitizmin onlarca yıldır Filistin halkının mülksüzleştirilmesi ve şimdi de imhası için nasıl mükemmel bir kılıf olarak kullanıldığını kavramak hayati önem taşıyor.

    İşte tam da bu nedenle, Başta ABD, Almanya ve İngiltere olmak üzere Batılı lidereler anti-siyonizm ile anti-semitizmi (Yahudi düşmanlığını) bir tutan açık bir soykırım stratejisi izliyor.

    Batılı Siyonaziler, herkesi gerçekliği ters yüzen bu barbarlığı kabul etmeye zorluyor. Şöyle bir kirli paradoks oluşturmaya gayret ediyorlar: Siyonistlerin barbar katliamlarını destekleyenler iyi adamlar, soykırıma karşı çıkanlar ise antisemitistlerdir.

    Soykırım karşısında gerçekliği ve insanlığı korumaya çalışan vicdanlı Batılı insanlar bile soykırımcıların propaganda mekanizmaları tarafından hemen linç ediliyor. ABD ve diğer Batılı devletlerin vekâlet yoluyla yaptığı tarihteki ilk canlı soykırımı bütün dünyanın desteklemesini bekliyorlar. Çok sakat bir zihniyetleri var.

    İşte Gazze soykırımından sonra diğer İslam ülkelerini de hedef alan bu modern Siyonist-Haçlı projesinin tehlikelerini görüp tedbir almak gerekiyor.

    Batılı Siyonazilerle İsrailli Siyonist rejim Gazze’den sonra nereye gidecekleri konusunda ikiye bölünmüş durumda. Bir yanda Gazze’yi yerle bir ettikten sonra geri kalan İsrailli rehineler konusunda bir anlaşma yapmaya, bir miktar geri çekilmeye ve soykırımın geri kalanının yavaş yavaş gerçekleşmesine taraftar olanlar var. Öbür yanda ise Gazze’den sonra Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün ilhakıyla Filistin soykırımının tamamlanmasını isteyenler var. Bunlar Filistin’den sonra gözünü aralarında Türkiye’nin de bulunduğu Nil ile Fırat arasındaki birçok ülke sınırları içinde kalan topraklara dikmiş durumda.

    Haliyle bölgesel savaşı ve kaosu destekliyorlar. Bunlara ABD’deki Siyonist-Evanjelik Hristiyanlar her tür katkıyı sunuyor. Bu kaos sayesinde Mesih’in yeryüzüne inip dünyaya egemen olacağına inanıyorlar.

    İşte böylesi sapkın, sinsi, kirli ve her tür güce sahip şeytani bir projeyle karşı karşıyayız. Hedeflerine ulaşmak için her tür Makyavelist barbarlığa başvurmaktan çekinmiyorlar ve çekinmeyecekler.

    Dolayısıyla bu soykırımının sadece aktüel sonuçlarını değil tarihi nedenlerini, dayandığı teolojik ve emperyalist zihniyet ile geleceğe dair jeo-politik hedeflerini de çok iyi kavrayıp buna göre mevzilenmemiz gerekiyor. Bu Siyonist-Haçlı ideolojisine ve katliamlarına karşı maddi-manevi her tür silahla donanmak lazım. Aksi halde trajedimiz daha da derinleşecektir.

    Devamını Oku

    Siyasi Komadaki Almanya’nın ‘Uyanma’ Belirtileri

    Siyasi Komadaki Almanya’nın ‘Uyanma’ Belirtileri
    0

    BEĞENDİM

    Bercan TUTAR – 06 Eylül 2024

     

    Pazar günü Doğu Almanya’nın iki eyaletindeki seçimlerde ezberleri bozan Almanya için Alternatif (AfD) ve Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) partilerinin zaferi Almanya’nın geleceği ile ilgili tartışmaları da yeniden alevlendirdi. Russia Today’de yazan Constantin von Hoffmeister, emperyal statükoda sarsıntılara yol açan zafer için “AfD Almanya için bir sorun değil bir çözüm” diyerek realiteyi özetledi. Bazı analistler de Almanya için Alternatif (AfD) partisinin ismindeki ‘alternatif’ kelimesinden hareketle AfD ve BSW’nin Almanya için tek alternatif olduklarını söylüyor. Haksız da sayılmazlar. Zira ABD’nin ve İngiltere’nin geçen yüzyılın başında Almanya’ya dayattığı liberal Anglo-sakson modeli bu ülkenin tarihine, kökenine, gelenek, düşünce ve toplumuna pek uymuyor. Dışarıdan Almanya’ya giydirilen emperyalist elbise artık dar geliyor. En azından eski Doğu Almanya, Batılı Anglo-sakson liberalizminden uzaklaşıyor, geçmişini, mirasını, ulusal kimliğini ve geleceğini geri istiyor.

    Bu bağlamda Doğu Almanya’daki son seçimler siyasi bir değişimden çok daha derin bir şeyi ortaya koyuyor. Kimi yorumculara göre bu zafer Batı liberalizminin çürüyen etkisine boyun eğmeyi reddeden derinlere yerleşmiş bir Alman ruhunun yeniden ortaya çıktığına işaret ediyor. AfD ve BSW’nin Doğu’daki başarısı, Doğu ile Batı Almanya arasındaki kalıcı bölünmenin, çok farklı tarihsel bölünmenin ve değerler çatışmasının da kanıtıdır.

    Doğu Almanlar her zaman Batı Almanya’ya göre daha muhafazakâr oldu. Bunun iyi bir nedeni var. Constantin von Hoffmeister’e göre İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı Almanya, liberal ideolojilerini Alman halkına empoze eden Amerikalıların işgali altına girdi. On yıllar boyunca, bu ideoloji Batı Alman toplumunun her köşesine sızdı ve belirsiz bir “çeşitlilik”, çok kültürlülük, LGBT propagandası ve çılgın trans kültü gibi kavramları teşvik etti. Amerikan kültür emperyalizmi tarafından sular altında kalan Batı Almanya, Alman ruhuna yabancı ideolojileri kucaklayarak Alman olmanın ne anlama geldiğinin özüyle temasını kaybetti.

    Almanya ülkedeki çok sayıda Amerikan askeri üssü ile adı dışında her şeyiyle işgal altında kalmaya devam ediyor. Batı Almanya’nın Amerika’ya olan körü körüne sadakati, onu manevi ve kültürel bir yıkım yoluna doğru yönlendirdi.

    Buna karşılık, Alman Demokratik Cumhuriyeti (GDR) altındaki Doğu Almanya, Sovyet etki alanının bir parçasıydı. Sovyetler Birliği genellikle tasvir edildiği gibi “batıcı ve ilerici” kaleden çok uzaktı. 1934’te eşcinselliği yeniden suç saydı, modern sanatı çöküş ahlakını desteklediği için reddetti ve geleneksel aile değerlerini destekledi. Doğu Almanya, bu muhafazakar ilkelerin çoğunu benimsedi ve Prusya’nın görev, disiplin ve ulusal gurur ideallerini koruyan ve canlandıran son gerçek Alman devleti oldu. Bu sürekliliğin bir sembolü olarak Doğu Almanya, Doğu Berlin’de görkemli popülist lider Büyük Frederick’in heykelini yeniden dikti ve Prusya mirasıyla olan bağlantısını yeniden teyit etti.

    Liberal sol müesses nizamı, Almanya’nın kültürel karakterini yok etmedeki rolü nedeniyle sert bir şekilde eleştiren yükselişteki AfD ve BSW partileri, ABD ve NATO hegemonyasına meydan okuyor. AfD’nin stratejileri Almanya’nın liberal Batı’dan ziyade Rusya ile aynı hizada olması gerektiğine inanan “Ulusal Bolşevik” düşünür Ernst Niekisch’in fikirlerine benziyor. İnançları nedeniyle Naziler tarafından hapse atılan ve daha sonra Kızıl Ordu tarafından özgürlüğüne kavuşturulan Niekisch, Almanya’nın geleceğinin Batı’da olmadığını anlamıştı. Doğu’nun yanında kendi yolunu çizmesi daha iyi olurdu. Niekisch, Doğu Almanya’nın kendisini resmi olarak “Prusya” olarak yeniden adlandırması gerektiğini bile savunmuştu.

     

    AfD ve BSW partileri siyasi komadaki Almanya’nın uyanmasını temsil ediyor. Her ikisi de ulusal egemenliği ve Alman çıkarlarının korunmasını vurguluyor ve kendilerini liberal düzenin aksine geleneksel değerlerin savunucuları olarak sunuyor. ABD ve NATO’nun siyasi ve askeri hegemonyasına karşı çıkıyor. Hükümetin Ukrayna politikasını ve Rusya ile ilişkilerini bozmasını eleştiriyorlar. Her iki parti de ana akım medya ve siyasi egemen sınıf tarafından acımasızca “aşırı sağcı” olarak yaftalanıyor. Fakat son seçimlerden de görüldüğü üzere Almanya’daki emperyalist statüko ağır darbeler aldı. “Almanya’nın geleceği, gerileyen Batı’ya değil, dirençli ve yeniden dirilen Doğu’ya bağlı” diyenlerin sesi daha gür çıkmaya başladı. AfD’nin Thüringen ve Saksonya eyaletlerindeki son seçim başarısı, siyasi bir zafer olmasının yanı sıra, Doğu’nun yükselişte olduğunun da açık bir işareti şeklinde okunuyor. Bakalım Almanya bakışlarını doğuya ve Rusya’ya çevirebilecek mi? Batı’yı ahlaki ve kültürel çürümeye sürükleyen Amerika’nın aşındırıcı etkisinden kendini kurtarabilecek mi? Pentagon’un ve Siyonist İsrail’in askeri, siyasi ve ekonomik boyunduruğunu kırabilecek mi? Bunlar başarılması zor hedefler. Zor ama imkânsız da değiller. Eğer Almanya bu zoru başarabilirse o geçmişin küllerinden daha güçlü ve daha bağımsız bir şekilde yeniden doğacağına kimsenin şüphesi olmasın.

    Devamını Oku

    Ava Giden Avlanır

    Ava Giden Avlanır
    0

    BEĞENDİM

    Bercan TUTAR – 03 Eylül 2024

     

    Rusya’yı kuşatmaya ve Putin’i devirmeye çalışanların trajedisi

    Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna krizinin Batı’nın ülkeyi kontrol etmeye yönelik uzun süredir devam eden hırslarından kaynaklandığını söyledi. “Onlarca yıldır Batı, Ukrayna üzerinde tam kontrol sahibi olmaya çalıştı. Orada milliyetçi ve Rus karşıtı örgütleri finanse ettiler. Ukrayna’yı Rusya’nın ebedi düşmanı ve varlığına yönelik ana tehdit olduğuna ikna etmek için ısrarla çalıştılar” dedi. Rus lider, dün başlayan Moğolistan ziyareti öncesi Moğol gazetesi Onoodor ile yaptığı röportajda “Ruslara duyulan nefret, Ukrayna’nın resmi ideolojisi haline geldi. Rus dilinin kullanımı giderek daha fazla kısıtlandı ve kanonik Ortodoksluk zulme maruz kaldı ve şimdi doğrudan bir yasaklama noktasına geldi” değerlendirmesinde bulundu.

    Nitekim geçen ay Ukrayna lideri Volodimir Zelenski, ülkenin en büyük inanç örgütü olan Ukrayna Ortodoks Kilisesi’ni (UOC) kapatmakla tehdit eden bir kararnameyi imzaladı.

    Peki, Batı Rusya’yı kuşatma, Rusya’da rejim değişikliği yapma, Rusya’yı şeytanlaştırma ve özet olarak Putinsiz Rusya projesiyle Moskova’yı rehin alma stratejisinde başarıya ulaştı mı?

    Kime sorarsanız sorun ‘hayır’ diyecektir… ABD’nin hesapları ters tepti. ABD Başkanı Joe Biden’ın hesapları tutmadı. Biden’ın ekonomik kuşatmayla Rusya’yı dize getireceğine yönelik propagandasına inanan Avrupalı liderler şimdi çıkış yolu arıyor.

    Bunun en somut kanıtı da Almanya ve Avrupa’nın diğer ülkelerinde yükselen Putin yanlısı partiler. Nitekim Rus lider Putin ile ilişkileri normalleştirmeyi savunan ve Ukrayna’ya yardım edilmesine karşı çıkan Almanya için Alternatif (AfD) Partisi, Pazar günü iki eyalette yapılan seçimlerden zaferle çıktı. AfD’nin başarısı medya tarafından “Almanya’da 2. Dünya Savaşı’nın ardından bir ilk! Seçimlerde aşırı sağ ilk sırada” manşetleriyle verildi.

    Almanya’nın Thüringen Eyalet Meclisi seçimlerinde AfD yüzde 33 oy alarak birinci olurken, Saksonya Eyalet Meclisi seçimlerinde ise yüzde 31,5 oy alan Hristiyan Demokrat Birlik Partisi’nin hemen ardından yüzde 30 alarak ikinci parti oldu.

    Almanya’nın doğusunda yer alan iki eyalette yaklaşık 5 milyon seçmenin oy kullandığı seçimler genel seçimler için de bir gösterge niteliğinde. 6-9 Haziran’daki Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde AfD büyük bir çıkış yakalamıştı. AP seçimlerinde muhafazakâr CDU/CSU yüzde 30 ile birinci parti olurken AfD oy oranını 5 yıl öncesine göre yüzde 5 civarı artırarak yüzde 16’ya yükselmişti.

    Soğuk Savaş sırasında komünistlerin kontrolü altında olan bir bölgede göçmen karşıtı Almanya için AfD zaferi, Almanya’nın siyasi merkezine özellikle de önemli kayıplar yaşayan Şansölye Olaf Scholz’un iktidar koalisyonunun üç partisi için büyük bir darbe oldu.

    Doğu Almanya komünist partisinin eski bir üyesi tarafından yönetilen yeni bir popülist-sol parti olan Sahra Wagenknecht İttifakı (BSW) ise her iki eyalette de üçüncü oldu.

    Siyasi yelpazenin en uç noktalarındaki partilerin yükselişi, Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve mali açıdan muhafazakâr olan Hür Demokrat Parti’nin (FDP) koalisyonundan oluşan Scholz’un liderliğindeki hükümette derin bir sarsıntıya yol açtı.

    İktidardaki bazı partiler barajı bile geçemedi. Örneğin Thüringen’de Yeşiller ve FDP, sandalye kazanmak için gerekli olan yüzde beşlik barajı karşılayamadıkları için eyalet parlamentosundan düşmüş görünüyor.

     

    Kuşku yok ki bu sonuçlar en çok Soğuk Savaş sırasında o zamanlar Doğu Almanya’da Dresden’de KGB casusu olarak çalışan Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’i sevindirmiştir. Hem AfD hem de BSW, Kremlin ile daha yakın ilişkilerden yana ve Almanya’nın Ukrayna’ya yönelik askeri yardımını durdurmak istiyor.

    Nitekim BSW lideri Wagenknecht, oylamanın ardından kamu yayıncısı ARD’ye verdiği demeçte, “Ukrayna’daki savaşın sona ermesini istiyoruz ve bunun giderek daha fazla silah teslimatıyla gerçekleşeceğini görmüyoruz” dedi.

    Her iki eyalette de neredeyse her üç seçmenden birinin resmi uyarılara rağmen AfD’yi desteklemesi, Almanya’nın doğusundaki ana akım partilere ve kurumlara yönelik yaygın kamuoyu güvensizliğine işaret ediyor. Anketler AfD’nin, seçmenlerin 22 Eylül’de sandık başına gideceği doğudaki Brandenburg eyaletinde de önde olduğunu gösteriyor.

    Anketlere göre seçmenleri rahatsız eden en önemli iki faktör göç sorunu ile Alman ekonomisi ve sanayisine darbe vurmasına rağmen Ukrayna’ya verilen destek. Alman devlet televizyonu için yapılan bir ankete göre, seçmenlerin yüzde 81’i “Daha az insanın gelmesi için temelde farklı bir sığınma ve mülteci politikasına ihtiyaç olduğu” görüşünde.

    Pazar günkü oylamadan birkaç gün önce Almanya’nın batısındaki Solingen kentinde Suriye uyruklu bir göçmenin 3 kişinin öldüğü bıçaklı saldırı ülkede yoğun bir ulusal tartışmayı yeniden canlandırmıştı. Saldırıdan sonra hükümet şiddet suçları işleyen göçmenleri sınır dışı etme ve bazı durumlarda sığınmacılara yönelik yardımları kesme sözü verdi.

    Doğu Almanya’nın iki eski eyaleti olan Saksonya ve Thüringen’de AfD ve BSW’nin seçim zaferinin daha da önemli kılan bu başarının Alman devleti ve medyasının bütün olumsuz propagandalarına rağmen gerçekleşmesidir. Der Spiegel dergisi, seçimlerden önce Almanya’yı Nazilerin eline geçmenin eşiğinde veya bir Faşistlerin iktidarı ele geçirdiği bir ülke şeklinde tasvir eden kapak üstüne kapaklarla çıktı.

    Bu seçimlerde ana muhalefetteki CDU’yu kurtaran şey, memurlar ve 60 yaş üstü seçmenlerdi, çünkü 18-59 yaş gruplarında AfD baskındı. Doğu Almanya’nın Z kuşağı ya düzen karşıtı Sağa ya da düzen karşıtı Sola doğru ilerliyor, ancak geleneksel partilerle işleri bitti. Bunu yaparken, Yeşiller’in gençliğin partisi olduğu efsanesine de son verdiler. Düzen karşıtı hareketlerin geleceği parlak görünüyor ve seçim gecesi verilen tepkiye bakılırsa, eski ana akım partiler başarısız stratejilerini sadece ikiye katlayacak gibi görünüyor.

    ABD’nin güdümündeki Alman müesses nizamı yüzde beşin altında oy alan partilerin “merkez”, yüzde 30’un üzerinde oy alan partilerin ise “marjinal ve aşırı sağ” olduğu yanılsamasına sarılacaklar. Oysa sonuçlara göre asıl gayrı meşrulaşanın bizzat müesses nizamın kendisi olduğu ortaya çıkıyor.

    Hasılı kelam göçten enflasyona ve Ukrayna’daki savaşa kadar bir dizi kriz son yıllarda Almanya’dan Fransa’ya, İtalya’dan Hollanda’ya, İsveç’ten Finlandiya’ya, Slovenya’dan Macaristan’a popülistlerin seçim zaferlerini kazanmasına yardımcı oldu. Bir siyasi kriz olarak nitelenen bu sonuçlar seçmenlerin müesses nizama dair sarsılan güvenlerinin işaretidir.

    Oysa “Krizler normalde hükümetler için iyidir” denilir. Ancak bu olgu artık değişiyor.

    Paris merkezli bir üniversite olan Sciences Po tarafından bu yılın başlarında yayınlanan Fransa, Almanya, İtalya ve Polonya’daki seçmenler arasında yapılan bir anket, katılımcıların yüzde 60’ının siyasi kurumlara güvenmediğini gösterdi. Aynı oranda insan demokrasinin işlemediğini de söyledi.

     

    Fransa’da siyasi parçalanma o kadar büyük ki son iki parlamento seçimi askıda kalmış parlamentoları geri getirdi. Temmuz seçimlerinden sonra hâlâ bir hükümet kurulamadı.

    Avrupa genelinde siyasete güven kalmadı. Çünkü kendi ulusa çıkarlarından çok ABD’nin kaotik dış politikalarına hizmet eden siyasiler halkın gözünde meşruiyetlerini yitirmiş durumda. Siyasiler halk tarafından artık “Dürüst değiller, yetenekli değiller ve cesur değiller…” diye biliniyor.

    Bu durum sadece Avrupa için geçerli değil. Dünyanın hemen her bölgesinde ABD güdümündeki ülkelerde benzer bir tablo var karşımızda.

    Güven kaybı ve ekonomik krizin beslediği umutsuzluk sağlıktan ulaşıma, emniyetten askeriyeye, adaletten eğitime kadar hiçbir şeyin artık işlemediğine dair genel karamsarlığı her geçen gün daha da büyütüyor. Siyasiler kendi ülkelerinin kontrolünü kaybediyor. Bu da Putin gibi ABD’ye karşı ülkesini başarıyla koruyan ve savunan liderleri küresel cazibe merkezi haline getiriyor. ABD’nin Avrupa’yı yanına alarak Rusya’yı kuşatma projesi bu bağlamda fiyaskoyla sonuçlandı. Hatta ters tepti. Putin’in küresel popülaritesi daha da arttı. Rus liderin küresel imajıyla birleşen rasyonel hamleleri bugün içeriden sadece Avrupa’yı değil ABD’yi de kuşatmış durumda. Boşuna ‘ava giden avlanır’ dememişler. Gücünü başkasına zarar vermeye adayan kimsenin kendisi de zarar uğrar. Bunun en somut örneği ABD ve müttefiklerinin fiyaskoyla sonuçlanan Rusya’yı Ukrayna üzerinden kuşatma projesidir. Geldiğimiz aşamada Putin’i avlamaya gidenlerin kendileri bugün birer birer avlanıyor.

    Devamını Oku