WOTTV E-DERGİ
DOLAR 33,9920 0.27%
EURO 37,8380 0.61%
ALTIN 2.820,180,39
BITCOIN 1963779-3,26%
Adem Kılıç

Adem Kılıç

16 Eylül 2024 Pazartesi

    ABD’nin Acziyeti ve Bölgede “Büyük Kaosa” Giden Süreç!

    ABD’nin Acziyeti ve Bölgede “Büyük Kaosa” Giden Süreç!
    0

    BEĞENDİM

    Adem KILIÇ – 16 Eylül 2024

     

    İsrail’in sadece son bir haftada; Suriye’deki İran kontrolünde bir füze tesisini imha etmesi, Lübnan sınırına ordu güçlerini kaydırması ve Başbakan Netanyahu’nun güvenlik kabinesinde; “Hizbullah ve Husi güçlerine karşı eylemlerini derinleştirecekleri” kararı alındığını açıklaması, savaşın geleceğine dair bize büyük ipuçları verdi.

    Nitekim Netanyahu, uluslararası dikkatleri hem Biden’ın 3 aşamalı barış anlaşmasından hem de Kahire’deki ateşkes anlaşmasından uzaklaştırmayı büyük ölçüde başardı. Aldığı bu kararlarla da “ateşkes ile ilgilenmediğini” ve savaşta yeni bir aşamaya geçerek saldırganlığına devam edeceğini ilan etmiş oldu.

    Aslında ABD’deki başkan adaylarının, “İsrail’i ben daha çok seviyorum” yarışı içerisine girdiği bir ortamda, Netanyahu’nun daha da cesaretlenmesi ve saldırganlığını daha da artırması sürpriz değil.

    ABD Başkan adayları Trump ve Harris, geçtiğimiz günlerde ilk münazaralarını gerçekleştirdiler.

    Yaklaşık 55 yıldır ABD’de gelenek haline gelen bu münazaralara genel olarak iç meseleler damga vururken, bu defa münazaraya dair tüm manşetlere, “İsrail’i ben daha çok seviyorum” tartışması damga vurdu.

    Trump; “İsrail’i ancak kendisinin koruyabileceğini” iddia ederken, Harris’i “İsrail’e yeterince destek vermemek” ile suçladı. Harris ise Trump’a, “Ben ömrümü İsrail’i savunmaya adadım ve bunu yapmaya devam edeceğim” sözleri ile yanıt verdi.

    Bu arada ABD, sahada da bu söylemleri destekleyecek şekilde hareket etmeye devam ediyor.

    Cuma günü İsrail’e yani bir parti silah satışına onay veren ABD, bölgedeki güçlendirilmiş askeri konuşlanması da korumaya devam ediyor.

    Örnek olarak geçen hafta uçak gemisi USS Roosevelt’in görev süresi dolması ile eş zamanlı olarak ABD, güdümlü füze denizaltısı USS Georgia’yı bölgede konuşlandırdığını açıkladı. Uçak gemisinin de kısa bir süre içerisinde yeniden görevlendirilmesi bekleniyor.

    Netanyahu bu fırsatı değerlendirmeye çalışacak

    Netanyahu’nun şu anda askeri operasyona girişmek için birden fazla nedeni var.

    İlk olarak; Haaretz’de yer alan bilgilere göre Netanyahu, Aralık ayında rüşvet ve dolandırıcılıktan yargılanacağı davada ilk ifadesini vermek zorunda. Ancak savaş şartları içerisinde yüksek mahkemenin bunu erteleme hakkı bulunuyor.

    İkinci olarak Netanyahu, Kasım ayına kadar atacağı tüm adımlarda, Trump-Harris münazarasında da görüldüğü üzere ABD’den büyük destek görecek. Biden yönetiminin İsrail’e destek vermemesi Harris’e eksi olarak yazılacak ve Trump’ı güçlendirecek.

    Üçüncü olarak Netanyahu; Trump’ın ABD seçimlerini kazanması durumunda zaten kayıtsız şartsız bir destek alacağının farkında ve savaşı tırmandırarak bu süreci en verimli şekilde kullanmaya çalışacak.

     

    ABD ve Biden-Harris yönetimi, bunların farkında ve aciz durumda!

     Hatta ABD; Rachel Corri, Shireen Akleh ve Aysenur Ezgi Eygi gibi, İsrail tarafından öldürülen ABD vatandaşlarının hesabını soramayacak kadar aciz durumda!

    Hatta ABD; Gazze’de hastanelere, camilere, mülteci kamplarına, okullara atılan bombaların “ABD’yi suç ortağı” haline getireceğine dair uluslararası raporlara rağmen, İsrail’e silah satışını onaylamaya devam ederek, kendi uluslararası varlığını tehlikeye atacak kadar aciz durumda!

     Hatta ABD; İsrail’i savunmak için yüzyıldır bekçisi olduğunu iddia ettiği, insan hakları, demokrasi ve Batı merkezli dünya düzeninin tabutuna çivi çakmayı göze alacak kadar aciz durumda!

    ABD’nin bu acziyeti ve veto hakkı ile BM gibi “dur” diyebilecek olan kurumları tamamen kitlemesiyle birlikte dünyayı adeta esir alan ve kaosa sürükleyen bu anlayış, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” tezinin haklılığını yine ortaya koydu.

    Evet Netanyahu önümüzdeki günlerde, Lübnan cephesi başta olmak üzere savaşı genişleterek ABD’nin bu acizliğini fırsata çevirmek için adımlar atmaya devam edecek.

    Dünya ise, bir ülkenin acziyeti ve bir kişinin menfaatleri nedeniyle “büyük kaosa” bir adım daha yaklaşacak!

    Devamını Oku

    Gazze Savaşında Dönüm Noktası: ABD ve Netanyahu’nun Seçenekleri Ne?

    Gazze Savaşında Dönüm Noktası: ABD ve Netanyahu’nun Seçenekleri Ne?
    0

    BEĞENDİM

    Adem KILIÇ – 09 Eylül 2024

    İsrail’in uluslararası literatüre artık soykırım olarak giren Gazze saldırıları birinci yılına yaklaşırken, geçtiğimiz hafta altı İsrailli rehinenin cesedinin bulunması İsrail’de yeni bir süreci başlattı.

    Başta başkent Tel Aviv sokakları olmak üzere İsrail’deki çok sayıda nokta, protestocularla dolup taşıyor ve gösteriler devam edecek gibi görünüyor.

    İsrail basınındaki iddialara göre; altı rehinenin cesedinin adli tıp incelemeleri, İsrail ordusu rehinelere ulaşmadan iki gün önce öldürüldüklerini gösterdi. Hamas ise bunun yine İsrail’in bir propagandası olduğu konusunda ısrarcı.

    Ancak ölüm nedenleri ne olursa olsun, öncelikle İsrail’deki protestoların asıl hedefinin Gazze’deki savaşı durdurmak değil, rehinelerin kurtarılması ile ilgili olduğunu belirtmek gerekiyor.

    Zira; tüm dünyada manşetlere “İsrail’de savaş karşıtı protestolar” olarak geçen gelişmeler, savaşın sona ermesi ya da 40 bin Filistinli’nin öldürülmesine tepki ile ilgili değil, sadece Netanyahu’nun İsrailli rehineleri geri getirememesi ile ilgili.

    Netanyahu’nun aşırı sağcı olarak tanımlanan savaş koalisyonu içerisindeki çatlaklar da son aylarda net bir şekilde ayyuka çıkmaya başladı. Son olarak İsrailli 6 rehinenin cesedinin bulunması sonrası, İsrail’deki muhalefet de harekete geçti.

    Olayın ardından; İsrail’in en büyük işçi sendikası başkanı Hisdatrut Başkanı Arnon Bar-David ve ana muhalefet lideri Yair Lapid’in, İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’ya kalan rehineleri eve getirecek bir anlaşma yapması için baskı yapmak üzere halka sokaklara çıkma çağrısı büyük karşılık buldu.

    Resmi nüfusu 9 milyon civarı olan ve News York Times’a göre savaş nedeni ile ülke içerisindeki nüfus 6 milyona kadar düşen İsrail’de, yaklaşık 400 bin kişinin sokaklara çıkması bu çağrının nasıl karşılık bulduğunu ortaya koyuyor.

    Fakat tüm bu gelişmelere rağmen Netanyahu geri adım atacak gibi görünmüyor. Peki neden?

    Bu durum kesin olarak üç şeyi kanıtlıyor.

    Birincisi; Netanyahu için saldırıların başından bu yana rehineler hiçbir zaman öncelik olmadı.

    İkincisi; uluslararası basına da yansıyan şekilde 7 Ekim Hamas saldırılarında “esir vermektense öldürün” yaklaşımı ile özetlenen Hannibal Doktrini İsrail güvenlik güçleri tarafından uygulandı.

    Üçüncüsü ise Netanyahu; kendi çıkarlarını devam ettirmek ve iktidarda kalmak için savaşın uzamasından, hatta genişletilmesinden başka çare görmüyor.

    Netanyahu şimdi de, İsrail güçlerini Mısır ve Gazze arasında bulunan Philadelphi Koridoru’ndan çekmeyi reddediyor.

    Kısacası Netanyahu Gazze’yi işgal etmeye kararlı olduğunu söylüyor ki bu da, savaşı durduracak ve rehineleri serbest bırakacak herhangi bir anlaşmayı reddetmeye devam edeceği anlamına geliyor.

    Netanyahu’nun artık, kendi halkını kurtarmaktan çok Filistinlileri öldürmekle ve işgali genişletmekle ilgilendiği çok açık.

    Netanyahu; ABD başkanlık seçimlerinden önce önünde iki aylık bir süre olduğunu biliyor ve görünen o ki bunu sonuna kadar kullanacak.

    ABD ise tamamen çaresiz.

    Kasım ayında gerçekleşecek seçimler öncesinde, tam ölçekli bir barış olmasa bile en azından bir ateşkes anlaşması ile süreci sakinleştirmek isteyen ABD yönetimi, Dışişleri Bakanı Blinken’in son 9 ayda Ortadoğu’ya düzenlediği 8 tura ve ABD Başkanı Biden’ın büyük umutlarla açıkladığı 3 aşamalı plana rağmen bu hedefine ulaşamadı.

    ABD hem bu gelişmelerle hem de tüm dünya tarafından tepki ile karşılanan katliamlara rağmen İsrail’e yaptığı silah yardımları nedeniyle büyük güven kaybetti.

    ABD içerisinde ise; Donald Trump’ı yenmeye odaklanan ancak bir yandan Müslüman ve savaş karşıtı Amerikalı seçmenlerin oyuna bir yandan da İsrail yanlısı bağışçılara muhtaç olan iki başkan adayının mücadelesi ile karşı karşıya.

    Filistin tarafının verdiği tüm tavizlere rağmen Netanyahu ve hükümetinden herhangi bir olumlu karşılık gelmemesi ve ABD’nin geçtiğimiz hafta yaptığı “anlaşma %90” tamamlandı açıklamasının da boşa çıkması ateşkesi reddeden tarafın Hamas değil Netanyahu olduğunu da açık bir şekilde ortaya çıkardı.

    Özetle Netanyahu’nun maskesi düştü ve ABD Arap coğrafyasında ki müttefikleri de dahil olmak üzere güvenilirliğini büyük ölçüde yitirdi.

    Netanyahu için savaşı genişleterek hem iç tepkileri bastırmak hem de ABD’nin askeri desteğini almaktan, ABD için ise Netanyahu’yu indirmek için tüm kozları kullanmak ya da İsrail ile birlikte geniş çaplı bir savaşa girmekten başka çare kalmadı.

    Devamını Oku

    Türkiye’nin Tam Bağımsız Dış Politika Hamleleri ve Sonuçları

    Türkiye’nin Tam Bağımsız Dış Politika Hamleleri ve Sonuçları
    0

    BEĞENDİM

    Adem KILIÇ – 02 Eylül 2024

    Ülkelerin dış politikası, öncelikle küresel düzen, ardından bölgesel düzen ve son olarak da kaçınılmaz olarak komşuluk yapmak zorunda olduğu ülkelerin etkisi ile şekillenir.

    Bu gerçeklik ışığında baktığımızda; dünyadaki neredeyse hiçbir ülkenin Türkiye kadar bu etkenlere maruz kalmadığını söyleyebiliriz.

    İlk olarak Türkiye’nin benzersiz jeopolitik konumu, sürekli olarak dış politikasının küresel gerilimlerden etkilenmesine neden olmaktadır.

    Bu nedenle tarih boyunca Türkiye dış politikası; ABD, Rusya, Çin ve İran gibi güçlerin aralarında yaşanan herhangi bir gerilim nedeniyle sürekli olarak “taraf” seçmeye zorlanmıştır.

    Bu süreçler şüphesiz bölgesel çekişmeler ve güvenlik sorunları ile de tetiklenmiştir.

    Zira Türkiye; neredeyse tamamı ülkemiz toprakları üzerinde emelleri olan komşularla yaşamak zorundadır.

    Yunanistan’ın Helenizm hayalleri, Rusya’nın sıcak denizlere inme hayali, İran’ın Pers ve Şii Hilali hayali, İsrail’in sözde Arz-ı Mev’ud hayali ve hatta Ermenistan’ın Ağrı Dağı’nı içerisine alacağı bir ülke kurma hayali, Türkiye’nin dış politikasını her zaman etkisi altında tutmuştur.

    Onyıllardır devam eden ve Türkiye’nin dış politikada “istikrarsız” olarak yaftalanmasına neden olan bu süreç; özellikle 2016’daki hain darbe girişimi sonrası Türkiye’yi, “kendi çıkarlarını önceleyen” ve tam bağımsız olarak tanımlanabilecek bir stratejiye itmiştir.

    Bu bağlamda Türkiye, dış politikasında proaktif stratejiler yerine reaktif ve taktiksel hamleler ile şekillendirmeye başlamıştır.

    2016 sonrası Türkiye’nin başlıca dış politika hamleleri

    Türkiye bu stratejisi bağlamında; Suriye’de, Doğu Akdeniz’de ve Akdeniz ile bağlantılı olarak Libya’da, “önce kendi çıkarlarım” yaklaşımını hayata geçirdi ve bölgedeki tüm aktörlere rağmen hem sahada hem de masada elini masaya vurdu.

    Öncelikle; ABD, Mısır, BAE, Suudi Arabistan, Fransa ve hatta İsrail tarafından desteklenen Libya’daki darbeci genaral Hafter güçlerine karşı harekete geçen Türkiye, BM’nin resmi olarak tanıdığı Ulusal Mutabakat hükümetini destekleyerek Libya’da etkin oldu ve ülke ile bir münhasır ekonomik bölge anlaşması imzaladı.

    Türkiye; hem içeriden hem de dışarıdan, “ne işiniz var Libya’da” propagandalarına meydan okuyarak, Doğu Akdeniz’deki haklarının gasp edilmesine müsaade etmedi ve Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de devre dışı bırakan EASTMED projesinin uygulanabilirliğini ortadan kaldırdı.

    Türkiye diğer yandan ise, sınırında kurulmak istenen bir terör devletine karşı harekete geçti.

    Avrupa Birliği ve ABD tarafından da terör örgütü olarak kabul edilen ve buna rağmen ABD ve Fransa gibi ülkeler tarafından silahlandırılan PKK’nın, Suriye iç savaşını fırsata çevirerek bir terör devleti kurma girişimine karşı harekete geçen Türkiye, 2016 Darbe girişiminin hemen ardından önce Fırat Kalkanı, ardından ise Barış Pınarı ve Zeytin Dalı harekatları ile bu terör devleti planını bozdu.

    Zira böyle bir terör devleti, şüphesiz hem İsrail’in sözde Arzı-Mevud hayali, hem de ABD’nin bölgede “bir ileri karakol” hedefi için oldukça kullanışlı olacaktı.

    Türkiye daha sonra patlak veren Rusya-Ukrayna savaşında da, “önce kendi çıkarlarım” yaklaşımı ile hareket etti ve tüm baskılara rağmen ne ABD ne de Rusya tarafında yer almayarak süreci en az zarar ile atlatan ülkelerin başında geldi.

    Sahadan masaya uzanan başarı

    Türkiye son dönemde ise sahadaki kazanımlarını daha da yüksek noktalara taşımak hedefi ile bölgesel aktörlerle normalleşmenin önünü açmaya başladı.

    Zira Türkiye; gerek Libya’da gerek Doğu Akdeniz’de gerekse de Suriye’de askeri olarak istediklerini büyük ölçüde aldı, karşısındaki ittifakların planları bozdu ve artık masada daha güçlü olacağını biliyor.

     Gelinen noktada Türkiye, bölge devletleri arasındaki ittifakların “birbirine karşı değil, tehditlere karşı” kurulması gerektiği yaklaşımı ile yeni bir stratejiyi hayata geçiriyor.

    Libya’da ve Doğu Akdeniz’de karşı karşıya geldiği ve planlarını askeri hamleleri ile bozduğu BAE, Suudi Arabistan ve Mısır’ı masaya çekerek, ilişkilerini büyük ölçüde normalleştiren Türkiye, son olarak da Irak ve Suriye ile benzer bir süreç yürütmek için adımlar atıyor.

    İsrail’in Gazze soykırımının bölgeyi kaosa sürüklediği bir dönemde bile Türkiye, hem duruşundan vazgeçmeyen bir yaklaşım ile Filistinli mazlumların sesi olmaya devam ediyor, hem de Irak”ın ve Suriye’nin kuzeyinde, ABD ve İsrail için kullanışlı olacak bir terör devletinin kurulmasına izin vermemek için gerekli adımları atıyor.

    Türkiye bir yandan Irak ile Faw limanından başlayıp Avrupa’ya kadar uzanacak olan Kalkınma Yolu hamlesini hayata geçirirken diğer yandan da Irak ile güvenlik anlaşması imzalayarak ve Suriye ile normalleşme adımları atarak bölgedeki terör yapılanmalarına nefes aldırmıyor.

    İzlediği bu benzersiz dış politika yaklaşımı, dışa bağımlılığı neredeyse bitiren savunma sanayi hamleleri ve Rusya-Ukrayna sorunundan, Azerbaycan-Ermenistan sorununa, Kırgızistan-Tacikistan sınır sorunundan Etiyopya-Somali sorununa ve Gazze meselesine kadar küresel meselelerin çözümünde aranan ülke haline gelen Türkiye; tüm hamleleri etki uyandıran vazgeçilmez bir güç olarak dünya jeopolitiğindeki yerini alıyor.

    Devamını Oku

    Adem Kılıç – Türkiye’nin Terörle Mücadelede Sahada da Masada da Kazanan Stratejisi

    Adem Kılıç – Türkiye’nin Terörle Mücadelede Sahada da Masada da Kazanan Stratejisi
    0

    BEĞENDİM

    Adem Kılıç – 26 Ağustos 2024

    Türkiye’nin Irak’taki askeri varlığı ve operasyonları, Türkiye’nin 2017 yılından bu yana belirlediği “terörü kaynağında kurutma” yaklaşımının tezahürü olarak, Suriye’den sonra Irak’ta da etkisini gösteriyor.

    2019 yılında başlatılan Pençe Harekatları, terör örgütü PKK’nın Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyindeki varlığını bitirip, teröristlerin Türkiye ve Irak arasındaki bağlarını koparmayı amaçlıyordu ki; bu operasyonların başarılı olduğu net bir şekilde görülüyor.

    Gelinen noktada; özellikle Metina, Zap ve Avaşin bölgelerinde yoğunlaşan bu operasyonlar, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin söz konusu bölgelerde kalıcı üsler kurarak PKK’nın varlığını bitirmeyi ve yeniden yapılanmasını engellemeyi hedefliyordu.

    Ve görünen o ki; operasyonlar çok büyük bir başarıya imza attı ve atmaya devam ediyor.

    Nitekim Türkiye, bu kararlılığını perçinlemek için Irak ile ortak adımlar atmaya da devam ediyor.

    Türkiye’nin kararlı adımları sonrasında Irak’ın terör örgütü PKK ve uzantılarını “yasaklı örgüt” olarak tanımlamasının ardından, geçtiğimiz hafta Irak ve Türkiye arasında askeri, güvenlik, ekonomi ve su kaynakları yönetimi de dahil olmak üzere bir dizi alanda işbirliğinin güçlendirilmesi amacıyla önemli bir anlaşma imzalandı.

    Anlaşma kapsamında Türkiye; Irak ile Başika’da ortak bir askeri eğitim tesisi kurulacak, PKK’ya karşı ortak operasyonlar yoğunlaştırılacak ve geçtiğimiz yıl Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Irak Başbakanı Sudani arasında imzalanan Ankara Deklarasyonu kapsamındaki Kalkınma Yolu projesinin altyapısını ve güvenliğini garanti altına alacak.

    Zira; Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde, Suriye Demokratik Güçleri’nin kontrolü altındaki bölgelerde yoğunlaşan askeri varlığı hala önemli boyutlarda ve en az Türkiye kadar Irak da Amerikan destekli bu grupların Irak’taki varlığından rahatsız.

    Terör örgütü PKK’nın uzantılarından oluşan Suriye Demokratik Güçleri’nin hala ABD tarafından desteklendiğini de unutmamak gerekiyor ki bu da durumun karmaşıklığını arttırıyor.

    Buna rağmen Türkiye bölgede askeri varlığını gün geçtikçe sağlamlaştırıyor ve Tel Rıfat ve Menbiç dahil olma üzere bölgede daha fazla askeri harekat mesajında bulunuyor.

    Tüm bu gelişmeler de şüphesiz “düşmanlık” ve “uzlaşma yönündeki temkinli adımlar” anlamında bir denge unsuru ve Türk dış politikasındaki geniş bir kombinasyonu karakterize edecek şekilde Türkiye-Suriye ilişkilerine de yansıyor.

    Türkiye ve Suriye arasında yaklaşık 15 aydır devam eden güvenlik düzeyindeki toplantılar, terörle mücadelede işbirliği, ortak diplomatik çabaların artırılması ve Suriyeli mültecilerin geri dönüşü konuları başta olmaz üzere devam ediyor.

    Ancak 2011’de başlayan ve bölgedeki dengeleri kökten etkileyen Suriye savaşının sonuçları nedeni ile hala pek çok büyük zorluk var.

    Özellikle geçtiğimiz yıl başlayan ve o dönem MİT müsteşarı olan Hakan Fidan, Savunma Bakanı olan Hulusi Akar’ın katıldığı ve Rusya’nın ara buluculuk yaptığı müzakerelerden yansıyan bilgilere göre, Suriye hükümeti Türk ordusunun Suriye topraklarını tamamen terk etmesini talep etti.

    Türkiye ise görüşmelerde, hem Suriye’nin toprak bütünlüğü hem de sınırında bir terör devletinin kurulmaması konusundaki hassasiyetini Suriye yönetimine anlatmaya çalıştı.

    Nitekim Türkiye’nin bu konuda da başarılı olduğu, özellikle son dönemde Suriye ordusunun bölgedeki PKK’nın uzantılarına yönelik operasyonlarından net bir şekilde anlaşılıyor. Uluslararası basına yansıyan bilgilere göre; sadece son 1 ay içerisinde Suriye ordusu ve bölgedeki terör örgütü PKK uzantıları arasında 20’den fazla çatışma yaşandı.

    Diğer yandan geçtiğimiz hafta İran, 2011 yılından bu yana Astana görüşmelerinde bile dile getirmediği şekilde Türkiye ve Suriye arasındaki uzlaşıya desteğini dile getirirken, Rusya ise Ukrayna savaşının da baskısı ile, bu uzlaşı için Esad üzerindeki baskısını artırdığını ortaya koyan bir yaklaşım sergiledi.

    Sözde DEAŞ ile mücadele adı altında, ABD ve dünyada örneği olmayan bir şekilde TBMM’deki sözde vekil destekli olarak Irak ve Suriye topraklarında faaliyet gösteren terör örgütü ile uzantılarının tehdidi ve terör devleti kurma projesi, artık Türkiye’nin diplomatik ve askeri hamleleri ile birlikte artık bir hayal haline gelmiş durumda.

    Türkiye askeri ve diplomatik hamleleri ile büyük başarı elde ederken, tüm tarafların bildiği bir gerçek ise hala saklı olarak tutuyor. Zira Türkiye, istediği anda yeni bir askeri operasyonla sahadaki gücünü diplomasi ile birleştirebilir.

    Hem bölgesel hem uluslararası muhataplar artık biliyor ki; Türkiye’nin gücünü test etmek isteyenler için motto hazır.

    Gerekirse; “bir gece ansızın gelebiliriz.”

    Devamını Oku

    İran’ın gelmeyen misillemesi ve Netanyahu’nun stratejik çöküşü

    İran’ın gelmeyen misillemesi ve Netanyahu’nun stratejik çöküşü
    0

    BEĞENDİM

    Siyaset Bilimci Yazar Adem KILIÇ 19 Ağustos 2024

    ABD ve İsrail’in son iddiasına göre İran, Hamas lideri İsmail Haniye’nin öldürülmesine misilleme yapıp yapmayacağına bir türlü karar veremiyor.

    Buradaki varsayım, Pezeşkiyan ile Devrim Muhafızları’nın sertlik yanlıları arasında bir çekişme olduğu ve yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan’ın İsrail’e karşı herhangi bir saldırgan stratejiye karşı çıktığıdır.

    Diğer bir varsayım ise İran’ın büyük bir saldırı ile ABD ve müttefiklerini üzerine çekmek istemediği şeklindedir.

    Son varsayım ise şüphesiz komplo teorisyenlerinin en çok hoşuna giden; “İsrail ve İran arasında danışıklı dövüş” olduğu ve “tarafların asla birbirine zarar vermeyeceği” varsayımıdır.

    Peki gerçekte İran iki haftadır neden harekete geçmedi?

    Burada birkaç faktör rol oynamaktadır.

    Birincisi, Pezeşkiyan henüz hükümetini kurmadı ve daha da önemlisi henüz İran ordusu dahil olmak üzere devlet kurumları üzerinde tam bir kontrolü olmadığı aşikar. Hatta Pezişkiyan’ın hazırladığı bakanlar listesini daha dün onay için İran Parlamentosu’na sundu.

    İkincisi ise; Rus medyasına göre Pezeşkiyan ve 5 Temmuz’da Tahran’ı ziyaret eden Rusya Güvenlik Konseyi Sekreteri Sergey Şoygu, İran’ın İsrail’e karşı misilleme saldırısının zamanlaması konusunda ortak bir kanıya varamadı.

    Bununla birlikte, zamanlamanın psikolojik harbi de içinde barındırdığı unutulmamalıdır.

    Zira geride kalan iki hafta içerisinde İsrail’in ordu dahil her kademesi panik içinde ve İsrail medyasına yansıyan raporlar, İsrail halkının olası İran saldırısının korkusuyla geceleri uyanık kaldığını hatta bir kısmının sığınaklarda kaldığını ortaya koyuyor.

    Hatta Haaretz’de yer alan bilgilere göre; Başbakan Benjamin Netanyahu İsrail’in Tel Aviv’deki dört önemli istihbarat ve güvenlik üssünü boşalttı.

    Üçüncüsü, bölge ülkeleri ve ABD, Hamas ile İsrail arasındaki Gazze ateşkes görüşmelerinin iplerini ellerine almak için ellerinden geleni yaparken İran “oyun bozan” olarak hareket etmek istemiyor.

    Gelinen noktada asıl belirleyici olan ise, önümüzdeki görüşmelerde kaydedilecek ilerleme olacak.

    İsrail tarafı görüşmelerde Lübnan’ı işgal etmeyeceği ve Gazze Şeridi’nden askerlerini çekeceği konusunda garanti verirse İran beklenen operasyonunu erteleyebilir.

    Hamas ile İsrail arasında ateşkes sağlanmasının ardından bölgedeki durumda radikal bir değişiklik olursa Tahran’ın tutumunu tamamen gözden geçirmesi de olası.

    Zira; İran’ın New York’taki BM misyonu Cuma günü yaptığı açıklamada; “Önceliğimiz Gazze’de kalıcı bir ateşkesin sağlanmasıdır. Hamas tarafından kabul edilecek herhangi bir anlaşma bizim tarafımızdan da tanınacaktır. Ancak, cevabımızın olası ateşkese zarar vermeyecek şekilde zamanlanacağını ve yürütüleceğini belirtmek istiyoruz.” açıklamasında bulundu.

    Diğer yandan İran, Hamas-İsrail görüşmelerinin Amerikalı rehinelerin serbest bırakılmasıyla sonuçlanmasının, Joe Biden’ın başkanlık mirası ve Demokrat Parti adayı Kamala Harris’in Kasım seçimlerindeki şansını arttırma potansiyeli taşıdığının son derece farkında.

    Kasım seçimleri öncesi bu fırsatı hanesine yazdırmak isteyen Biden ve Kamala Harris de, İran’ın İsrail’e yönelik saldırısını yumuşatmak için ellerinde tüm kanalları kullanıyor.

    Zira; Amerikalılar da Haniye’nin öldürülmesiyle ilgili olarak kendilerini açıkça ayrıştırdılar. Hatta Wahington Times’ın iddiasına göre, İran’ın gerilimin tırmanmasının ABD-İran çatışması riskini beraberinde getireceğini ve bunu istemediklerini Tahran’a ilettiler.

    Dolayısıyla burada ‘büyük resim’ önem kazanmaktadır. 

    İsrail’in uluslararası imajı gerek insan hakları gerekse de askeri olarak yerle bir olmuşken, İran’ın büyük çaplı bir saldırısı İsrail’i yeniden “mağdur” pozisyonuna sokabilir. Nitekim Netanyahu’nun istediği şey de tam olarak bu.

    Netanyahu, Haniye ve Şükr suikastleri ile İran’ı da içerisine alacak şekilde savaşı genişleterek,  ABD dahil uluslararası müttefiklerini bölgeye çekmek için elindeki her türlü aracı kullandı.

    Zira Netanyahu ve aşırı sağcı hükümet ortaklarının hem teolojik hedeflerine ulaşmaları hem de suçlarını örtbas etmelerini sağlayabilecek tek şey; İsrail’in büyük bir saldırıya uğraması ve “mağdur” rolüne bürünerek, sürecin “Gazze saldırılarında haklıydık” noktasına gelmesidir.

    Sonuç olarak Netanyahu, savaşın başlamasından bu yana ilk kez kendini kapana kısılmış hissediyor.

    Netanyahu ateşkesi kabul etmezse, ABD onu suçlayacak ve İran da büyük olasılıkla ABD’nin mücadeleye girmesini önlemek için basit bir misilleme yapacaktır.

    Görünen o ki; kendisini siyasi ve stratejik bir deha olarak gören Netanyahu’nun bütün planları altüst olmuş durumda ve İran’dan istediğini alamayan Netanyahu, Hizbullah’ı kışkırtarak süreci devam ettirmeye çalışabilir.

    Devamını Oku