Anasayfa - Köşe Yazısı - Coşkun Başbuğ - Zamanda yolculuk

Zamanda yolculuk

coşkun başbuğ

Coşkun BAŞBUĞ – 26 Eylül 2023

 

Geçtiğimiz günlerde New York’ta gerçekleşen “Birleşemeyen Milletler” zirvesi ve o zirvede Türkiye’nin pozisyonu beni geçmişe, maziye götürdü. Türkiye’nin gelmiş olduğu nokta bana “neredennn nereyeee” dedirtti.

Hatırlayalım…

 

Yıl 1932

25 Ocak 1919’da düzenlenen Paris Barış Konferansında günümüzdeki Birleşmiş Milletlerin de temelini oluşturulacak Milletler Cemiyeti kurulması kararlaştırılır ve bu iş için özel bir kurul kurulur.

İsviçre’de 10 Ocak 1920 tarihinde kurulan yapıya üye olmak için ülkelerin şahsen başvurusu zorunlu tutulur.

Devletler başvuru kuyruğuna girer. Her ülke Milletler Cemiyetine başvurarak üye kaydını yaptırırken dünyada bir tek Türkiye’den bu konuda en ufak bir hareket gelmez.

Bu beklenmedik gelişme üzerine bir röportajında Atatürk’e yabancı gazeteciler sorar, “Milletler Cemiyetine müracaat etmeyecek misiniz?” Atatürk’ten alınan cevap tarihi bir vesika;

“Düşünmüyoruz, davet gelirse bakarız!”

 

Bu çıkışa inanamayan Milletler Cemiyeti Genel Sekreter Yardımcısı M. Comert 15 Nisan 1932 tarihinde T.C. Dışişleri Bakanlığı Milletler Cemiyeti Şube Müdürü Aptülahat Bey ile bir görüşme yapar ve duyduklarının doğru olup olmadığını sorar.

Türkiye siyasi iktidarının da Atatürk ile birlikte düşündüğünü ve bir davet gelmesi durumunda örgüte katılma olabileceği görüşünü benimsediğini öğrenir.

Bu milletler cemiyeti kurucu hükümlerin delinmesi demektir.

Çaresiz kalan cemiyet kendi içinde yaptığı toplantıda Türkiye’nin cemiyete üyeliğinin hükümlerin delinmemesinden çok daha önemli olduğuna karar verir ve Türkiye’nin katılım biçimini görüşmek üzere genel kurulu 1 Temmuz 1932’de özel olarak toplantıya çağırır.    Toplantı sonucu 43 üye ülkenin oybirliğiyle Türkiye’nin davet edilmesi kararlaştırılır.     TBMM yapılan daveti kabul eder ve 18 Temmuz 1932′de alınan genel kurul kararıyla Milletler Cemiyeti’ne üye olur.

Bu karar ile Türkiye Cumhuriyeti davet üzerine cemiyete üye olan ilk ve son devlet olmuştur.

İlginizi çekebilir!  Beyhude Geçmese Bu Ömür - Rabia Yavuz

 

1999…

Başbakan Ecevit ve beraberindeki heyet çeşitli görüşmeler yapmak üzere Amerika’ya resmi ziyaret hazırlığına başlarlar.

Hazırlıklar haftalar öncesinden başlar.

Kim gidecek, ne maksatla gidecek, kimlerle görüşecek gibi konularda hummalı bir çalışma yürütülür.

Gün yaklaştıkça oluşturulan bilinçli bir kampanyayla Türkiye’yi ve heyeti heyecanlı bir bekleyiş sarar.

Heyecan konusu o günlerin moda konusudur.

Acaba ABD devlet Başkan’ı lütfedip Başbakan’ımızı huzuruna(!) kabul edecek mi?

Öyle ya, koca Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı onca yolu turistik gezi için gitmiyor ya!     Böylesi resmi bir geziye bir de ABD Başkanı’yla yapılacak görüşmeyi sıkıştırmanın şüphesiz siyasi ve politik fiyakası olacaktır.

Sonunda görüşme girişimleri ile ilgili beklenen müjde Atlantik ötesinden gelir. ABD devlet Başkan’ı Başbakan’ımızla görüşmeyi kabul etmiştir.

Görüşme Washington’da Beyaz Saray Oval Ofis’te gerçekleşir. Zamanın Başbakanı Ecevit, zamanın başkanı Bill Clinton’un huzuruna çıkabilme başarısını gösterir.

Bu ziyarette verilen fotoğraf halen duyarlı her Türk vatandaşının hafızalarındadır. Rahmetli Ecevit suçlu çocuklar gibi Clinton önünde ezik bir şekilde ayakta dikiliyor ve bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Clinton’da alaylı ve ukala bir duruşla Ecevit’i dinlemez bir tavır sergiliyor.

Fotoğraf dünya medyasına servis edilir ve Türkiye ciddi bir itibar yarası alır.

Bu olay ben gibi duyarlı her Türk vatandaşını derinden yaralamıştı.

Nasıl yaralamasın ki!

Yakın zamana kadar Avrupa devletleri, Fransa’sı İngiltere’si Almanya’sı bir iş yapmayı düşündüklerinde “biz bunu yaparız ama bakalım Osmanlı bu işe ne diyecek” diye adım atmaya korkarlardı.

Osmanlı dönemi böyle iken Cumhuriyetin ilk yılları da ondan farklı değildi. Başta Atatürk olmak üzere genç devlet, atalarından aldığı terbiyeyi aynen devam ettiriyordu.            Atatürk yurt dışına çıkmayan, tüm dünya liderlerini devletin ayağına getirten bir önderdi.

İlginizi çekebilir!  İBB’nin Kültürel Miras Listesinde Rahmi Koç’un Ne İşi Var! - Serkan Üstüner

Verdiğim iki örnek nereden nereye geldiğimizi gösteren çok acı vakalardı.

Biz bu duruma neden ve nasıl düştük, o ali devlet nasıl bu hale geldi?

Bu sorular hiç sorulmadı, meselenin sebepleri hiç araştırılmadı.

Ta ki siyasi irade fabrika ayarlarına gelinceye kadar…

 

2018…

Erdoğan BM toplantısına katılmak üzere Amerika’ya gidiyor. Amerika’ya hareket etmeden önce hava alanında gazetecilerle yaptığı geleneksel toplantıda bir gazeteci soruyor.

“Başkan Trump ile görüşecek misiniz?”

Erdoğan’dan gelen cevap tarihi bir vesika.

“Düşünmüyoruz, davet gelirse bakarız.”

 

1923-2023

Farklı tarihler, farklı liderler…

Kelimesi kelimesine benzer iki onurlu cevap.

Erdoğan’ın Trump’la görüşme konusunda verdiği cevap bana Atatürk’ün Milletler Cemiyeti kurulurken verdiği cevabı hatırlatmıştı.

Milletler Cemiyeti davet ederse bakarız diyen bir devlet adamı Atatürk, Amerika görüşmek isterse bakarız diyen bir diğer devlet adamı Erdoğan.

Benzerlikler bununla da sınırlı değil! Atatürk’ün ani ölümüyle yarım kalan ve ardından sabote edilen tüm milli işler günümüzde bir bir onarılıyor, bir bir tamamlanıyor.

Atatürk’ün hayali “Misakı Milli” tartışılıyor, Atatürk’ün ölümüyle birilerinin toprağa gömdüğü milli uçaklar bir bir gökyüzüne salınıyor.

Şimdi sırada BM var.

BM toplantısında Amerika’nın göbeğinde, hem de New York’ta üstelik tüm dünya sömürgecilerinin gözlerinin içine baka baka “DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR” diyerek Dünya’yı beş’e dar eden,  bu gözü dönmüş devletlere meydan okuyan Erdoğan’ın bu çıkışı dünyayı kendine getiren bir slogan oldu.

Şimdi yine aynı yerde, aynı kurumda ve Türkiye’nin yaptığı çıkış ve attığı adımlarla giderek yalnızlaşan Amerika Birleşik Devletleri’ne Erdoğan’ın söyleyecek bir çift sözü, dünyayı kendine getirecek bir yeni sloganı var.

“Dünya birden büyüktür!”

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

Coşkun BAŞBUĞ – 26 Eylül 2023

 

Geçtiğimiz günlerde New York’ta gerçekleşen “Birleşemeyen Milletler” zirvesi ve o zirvede Türkiye’nin pozisyonu beni geçmişe, maziye götürdü. Türkiye’nin gelmiş olduğu nokta bana “neredennn nereyeee” dedirtti.

Hatırlayalım…

 

Yıl 1932

25 Ocak 1919’da düzenlenen Paris Barış Konferansında günümüzdeki Birleşmiş Milletlerin de temelini oluşturulacak Milletler Cemiyeti kurulması kararlaştırılır ve bu iş için özel bir kurul kurulur.

İsviçre’de 10 Ocak 1920 tarihinde kurulan yapıya üye olmak için ülkelerin şahsen başvurusu zorunlu tutulur.

Devletler başvuru kuyruğuna girer. Her ülke Milletler Cemiyetine başvurarak üye kaydını yaptırırken dünyada bir tek Türkiye’den bu konuda en ufak bir hareket gelmez.

Bu beklenmedik gelişme üzerine bir röportajında Atatürk’e yabancı gazeteciler sorar, “Milletler Cemiyetine müracaat etmeyecek misiniz?” Atatürk’ten alınan cevap tarihi bir vesika;

“Düşünmüyoruz, davet gelirse bakarız!”

 

Bu çıkışa inanamayan Milletler Cemiyeti Genel Sekreter Yardımcısı M. Comert 15 Nisan 1932 tarihinde T.C. Dışişleri Bakanlığı Milletler Cemiyeti Şube Müdürü Aptülahat Bey ile bir görüşme yapar ve duyduklarının doğru olup olmadığını sorar.

Türkiye siyasi iktidarının da Atatürk ile birlikte düşündüğünü ve bir davet gelmesi durumunda örgüte katılma olabileceği görüşünü benimsediğini öğrenir.

Bu milletler cemiyeti kurucu hükümlerin delinmesi demektir.

Çaresiz kalan cemiyet kendi içinde yaptığı toplantıda Türkiye’nin cemiyete üyeliğinin hükümlerin delinmemesinden çok daha önemli olduğuna karar verir ve Türkiye’nin katılım biçimini görüşmek üzere genel kurulu 1 Temmuz 1932’de özel olarak toplantıya çağırır.    Toplantı sonucu 43 üye ülkenin oybirliğiyle Türkiye’nin davet edilmesi kararlaştırılır.     TBMM yapılan daveti kabul eder ve 18 Temmuz 1932′de alınan genel kurul kararıyla Milletler Cemiyeti’ne üye olur.

Bu karar ile Türkiye Cumhuriyeti davet üzerine cemiyete üye olan ilk ve son devlet olmuştur.

İlginizi çekebilir!  Göçmenleri İç ve Dış Güvenlik Sorunu Olmaktan Çıkarmak

 

1999…

Başbakan Ecevit ve beraberindeki heyet çeşitli görüşmeler yapmak üzere Amerika’ya resmi ziyaret hazırlığına başlarlar.

Hazırlıklar haftalar öncesinden başlar.

Kim gidecek, ne maksatla gidecek, kimlerle görüşecek gibi konularda hummalı bir çalışma yürütülür.

Gün yaklaştıkça oluşturulan bilinçli bir kampanyayla Türkiye’yi ve heyeti heyecanlı bir bekleyiş sarar.

Heyecan konusu o günlerin moda konusudur.

Acaba ABD devlet Başkan’ı lütfedip Başbakan’ımızı huzuruna(!) kabul edecek mi?

Öyle ya, koca Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı onca yolu turistik gezi için gitmiyor ya!     Böylesi resmi bir geziye bir de ABD Başkanı’yla yapılacak görüşmeyi sıkıştırmanın şüphesiz siyasi ve politik fiyakası olacaktır.

Sonunda görüşme girişimleri ile ilgili beklenen müjde Atlantik ötesinden gelir. ABD devlet Başkan’ı Başbakan’ımızla görüşmeyi kabul etmiştir.

Görüşme Washington’da Beyaz Saray Oval Ofis’te gerçekleşir. Zamanın Başbakanı Ecevit, zamanın başkanı Bill Clinton’un huzuruna çıkabilme başarısını gösterir.

Bu ziyarette verilen fotoğraf halen duyarlı her Türk vatandaşının hafızalarındadır. Rahmetli Ecevit suçlu çocuklar gibi Clinton önünde ezik bir şekilde ayakta dikiliyor ve bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Clinton’da alaylı ve ukala bir duruşla Ecevit’i dinlemez bir tavır sergiliyor.

Fotoğraf dünya medyasına servis edilir ve Türkiye ciddi bir itibar yarası alır.

Bu olay ben gibi duyarlı her Türk vatandaşını derinden yaralamıştı.

Nasıl yaralamasın ki!

Yakın zamana kadar Avrupa devletleri, Fransa’sı İngiltere’si Almanya’sı bir iş yapmayı düşündüklerinde “biz bunu yaparız ama bakalım Osmanlı bu işe ne diyecek” diye adım atmaya korkarlardı.

Osmanlı dönemi böyle iken Cumhuriyetin ilk yılları da ondan farklı değildi. Başta Atatürk olmak üzere genç devlet, atalarından aldığı terbiyeyi aynen devam ettiriyordu.            Atatürk yurt dışına çıkmayan, tüm dünya liderlerini devletin ayağına getirten bir önderdi.

İlginizi çekebilir!  Zeytinyağında Bir Dünya Markamız Neden Yok?

Verdiğim iki örnek nereden nereye geldiğimizi gösteren çok acı vakalardı.

Biz bu duruma neden ve nasıl düştük, o ali devlet nasıl bu hale geldi?

Bu sorular hiç sorulmadı, meselenin sebepleri hiç araştırılmadı.

Ta ki siyasi irade fabrika ayarlarına gelinceye kadar…

 

2018…

Erdoğan BM toplantısına katılmak üzere Amerika’ya gidiyor. Amerika’ya hareket etmeden önce hava alanında gazetecilerle yaptığı geleneksel toplantıda bir gazeteci soruyor.

“Başkan Trump ile görüşecek misiniz?”

Erdoğan’dan gelen cevap tarihi bir vesika.

“Düşünmüyoruz, davet gelirse bakarız.”

 

1923-2023

Farklı tarihler, farklı liderler…

Kelimesi kelimesine benzer iki onurlu cevap.

Erdoğan’ın Trump’la görüşme konusunda verdiği cevap bana Atatürk’ün Milletler Cemiyeti kurulurken verdiği cevabı hatırlatmıştı.

Milletler Cemiyeti davet ederse bakarız diyen bir devlet adamı Atatürk, Amerika görüşmek isterse bakarız diyen bir diğer devlet adamı Erdoğan.

Benzerlikler bununla da sınırlı değil! Atatürk’ün ani ölümüyle yarım kalan ve ardından sabote edilen tüm milli işler günümüzde bir bir onarılıyor, bir bir tamamlanıyor.

Atatürk’ün hayali “Misakı Milli” tartışılıyor, Atatürk’ün ölümüyle birilerinin toprağa gömdüğü milli uçaklar bir bir gökyüzüne salınıyor.

Şimdi sırada BM var.

BM toplantısında Amerika’nın göbeğinde, hem de New York’ta üstelik tüm dünya sömürgecilerinin gözlerinin içine baka baka “DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR” diyerek Dünya’yı beş’e dar eden,  bu gözü dönmüş devletlere meydan okuyan Erdoğan’ın bu çıkışı dünyayı kendine getiren bir slogan oldu.

Şimdi yine aynı yerde, aynı kurumda ve Türkiye’nin yaptığı çıkış ve attığı adımlarla giderek yalnızlaşan Amerika Birleşik Devletleri’ne Erdoğan’ın söyleyecek bir çift sözü, dünyayı kendine getirecek bir yeni sloganı var.

“Dünya birden büyüktür!”

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

En Çok Okunanlar!