Ferhat ÜNLÜ – 16 Kasım 2024
Yirminci Yüzyıl’ın son çeyreğini görmüş bir insan olarak Yirmi Birinci Yüzyıl’a baktığımda bugünün savaş tohumlarının 11 Eylül 2001 ve sonrasında olan gelişmelerle atıldığını görüyorum.
Bugün odaklanmak istediğim eser, bu konuda yıllar önceden öngörülerde bulunmuş bir araştırma kitabı. Gizli servisler uzmanı Galli yazar Gordon Thomas’ın 2002 yılında yayımladığı Seeds of Fire: China and The Story Behind The Attack on America (Ateşin Tohumları: Çin ve Amerika’ya Saldırının Hikayesi), ABD-Çin rekabetini detaylarıyla analiz eden önemli bir kitap.
Bu kitap, sadece Tayvan krizine ışık tutmakla kalmıyor; aynı zamanda Çin’in ekonomik, askeri ve istihbari gücünü önümüzdeki on yıllarda nasıl artıracağını neredeyse çeyrek asır öncesinden öngörüyor. Ve doğal olarak şunu da gösteriyor tabii: ABD’nin potansiyel rakibini başından beri gözlediğini…
CIA’İN GÖZÜNDEN ÇİN’İN ASKERİ GÜCÜ
Thomas’ın kitabında, Çin’in ekonomik büyümesinin paralelinde askeri gücünü de ciddi şekilde artırdığı belirtiliyor. 2002 yılında CIA’in yayımladığı raporlar, Çin’in önümüzdeki on yıl içinde ABD’yi hedef alabilecek 75-100 uzun menzilli nükleer füze kapasitesine sahip olacağını öngörüyordu. Hatta Bush yönetimi bu potansiyel tehdide karşı savaş hazırlıklarına başlamıştı. Kitaba göre, Başkan Bush’a sunulan 70 sayfalık bir raporda, Çin’in elindeki nükleer silahların Hiroşima ve Nagazaki’ye atılan bombalardan on kat daha güçlü olduğu öne sürülüyordu.
2002 senesinde İrlanda’nın Wicklow kentinde röportaj yaptığım yazar Gordon Thomas, kitabına Ateşin Tohumları ismini özellikle seçmişti. Çin mitolojisinde ejderha, onur, güç ve iktidarı temsil eden bir semboldür. Batı mitolojisinde ise ejderha genellikle kötü bir yaratık olarak resmedilir. Bu zıtlık, aslında Çin ile Batı’nın dünya sahnesindeki konumlarına dair güçlü bir ana fikir sunuyor. Çin’in ‘büyük ejderhası’ yıllar önce ektiği ateş tohumlarını şimdi hasat etmeye başlıyor:
UZAK DOĞU’NUN UKRAYNASI: TAYVAN
ABD ve Çin arasındaki Tayvan gerilimi, Donald Trump’ın Ocak 2025’te başkanlık koltuğuna oturmasıyla artabilir.
Çin, Tayvan’ı kendi topraklarının bir parçası olarak görüyor ve ABD’nin bölgede askeri varlık göstermesine şiddetle karşı çıkıyor. ABD’nin Ukrayna üzerinden Rusya ile girdiği dolaylı çatışma düşünüldüğünde, Tayvan’ın da Doğu Asya’nın Ukrayna’sı haline geldiği söylenebilir. Ancak bu ihtimal Demokrat Parti’nin yenilgisi anlamında sadece Tayvan üzerinden gerçekleşebilir.
Çin, ekonomik gücünü diplomatik bir silah olarak kullanırken, askeri gücünü de sessiz ama etkili bir şekilde artırmaya devam ediyor. Çin Gizli Servisi (MSS) her ne kadar adını fazla duyurmasa da, dünyanın dört bir yanındaki Çinli diaspora üzerinden etkili bir istihbarat ağı kurduğu biliniyor. MSS, hem personel hem de bütçe bakımından devasa bir kapasiteye sahip.
Çin’in bu denli hızlı yükselmesi, 1978 yılında başlayan ekonomik reformlarla mümkün oldu. Deng Xiaoping’in liderliğinde hayata geçen bu reformlar, Çin’i dünyanın en büyük ikinci ekonomisi haline getirdi.
Çin, ekonomik gücünü on yıllar içinde diplomatik ve askeri güce çevirdi. Bugün, ABD ile girdiği siyasi ve ekonomik rekabetin yalnızca başlangıcını izliyoruz. Tayvan, bu büyük mücadelenin ilk somut çatışma noktası olabilir.
Ezcümle… Çin’in ekonomik ve askeri yükselişi, ABD’nin dünya liderliğine en yakın tehdit. Tayvan krizinin nasıl sonuçlanacağını henüz kestirmek zor, ancak bu kriz, tarihe ABD’nin ‘büyük ejderha’ ile ilk ciddi imtihanı olarak yazılacak gibi görünüyor.