Mehmet Hakan KEKEÇ – 26 Kasım 2024
Osmanlı Devleti, tarihçi Paul Wittek’in pek bir isabetle tespit ettiği üzere temellerini ‘gaza ülküsü’ ile attı ve iptida bu ülkü sayesinde devletini güçlendirdi. Fütuhatın en başta hedefi ‘köhne’ Bizans ve küçük küçük krallıkların yönettiği Rumeli topraklarıydı. Bilhassa -Halil İnalcık hocanın ilk imparator dediği- I. Murad Hüdavendigar döneminde Osmanlı gazileri Sırp topraklarına kadar dayanmış ve hatta daha batıda yer alan Katolik Avrupa’yı dahi tehdit eder hale gelmişti.
Osmanlı bu ilerleyişi sırasında pek tabii batıdan birçok tazyik alsa da Türkler nihayetinde Avrupa’da kalıcı olduklarını 1389 I. Kosova savaşında alınan zaferle gösterdiler. I. Kosova Savaşı’nda I.Murad şehit düştü. Taht için iki aday vardı: Yakup Çelebi ve Yıldırım Bayezid. Devletlülerin, bilhassa da neredeyse Osmanoğulları kadar güçlü Çandarlı ailesinin maharetiyle Şehzade Yakup yerine Yıldırım lakaplı Şehzade Bayezid Sultan ilan edildi. Şehzade Yakup ise ‘nizam için’ boğduruldu.
Sultan I. Murad Hüdavendigar, kimsenin bileğini bükemediği dolu dolu geçen taht sürecinde, sadece Rumeli fütuhatı ile uğraşmamıştı. Osmanlı batıda nasıl sivriliyor ve güçleniyorsa, doğuda, yani Anadolu topraklarında da Karamanoğulları Beyliği diğer beyliklerin önüne geçiyor ve sivriliyordu. Sultan Murad, oğlu Yıldırım Bayezid’e bir ‘Karamanoğulları davası’ bırakarak gitti.
Sultan Murad’ın iktidar sürecinde Osmanlılar ile Germiyanoğlu Beyliği -evlilik münasebetiyle- yakınlaşmış, Germiyanoğulları’nın bir kısım toprağı çeyiz olarak Bursa’ya devredilince Karamanoğulları ile aradaki mesafe epey bir kısalmıştı. Osmanlılar Rumeli fütuhatındayken Karamanoğulları birçok defa bu ara bölgelere akınlar düzenlemiş, hatta bir süre sonra Sultan Murad bu akınları durdurabilmek için ‘gazaya mani olana gaza en büyük gazadır’ fetvası almıştı.
Yıldırım Bayezid, babası ve dedesi Orhan Gazi’nin aksine ilk iktidar yıllarında farklı bir strateji güttü: Sırp önderlerden Stefan Lazarevic’in kız kardeşi ile evlendi ve Rumeli’de bir süreliğine bir barış ortamı sağladı. Sırplar bu anlaşma karşılığında Osmanlı Devleti’ne daimi bir birlik de teslim ettiler. 1402 Ankara Savaşı faciasında Emir Timur’un bu Sırp birliklerinin sadakat ve savaş yeteneklerine hayran olduğu söylenir… Konuyu dağıtmayalım: Yıldırım Bayezid’in ilk taht yıllarında Rumeli’de temin etmeye çalıştığı barışın nedeni Anadolu’da Osmanlı çatısı altında bir ‘Türk birliği’ sağlamaktı. Daha doğru bir ifadeyle Anadolu’daki ‘feodal yapı’yı kırmaktı. Bunun yolu tabii ki beyliklerin hakimiyetine son vermek ve en önce de Karamanoğulları’nın gücünü yıpratmaktan geçiyordu.
Karamanoğulları’nın beyi, I. Murad’ın kızı ile evli (Yani Yıldırım Bayezid’in eniştesi) Damad Alaaddin Ali idi. Alaaddin Ali Bey, daha önce Frenkyazısı denilen mevkide I.Murad’a mağlup olmasına rağmen Bayezid sultan olduktan sonra sözde Şehzade Yakup’un kanı için Osmanlı’ya yeniden savaş ilan etmişti. Beyşehri’ni işgal eden Alaaddin Bey, Bayezid’in Batı Anadolu beyliklerinin hakimiyetine son vererek üzerine geldiğini öğrendikten sonra ricat ederek işgal ettiği bölgeleri iade etti.
***
1392 itibarıyla -bir gün yeniden dönmek üzere- ilk seferlerinde başarılı olduğu Anadolu’dan ayrılan Yıldırım Bayezid, Rumeli fütuhatını genişletmek için yönünü tekrar Avrupa’ya çevirdi. Bu sürecin nihayeti 1396 Niğbolu Savaşı oldu. Fransız ve Macarların önderliğinde güçlü bir Haçlı birliği “Gök çökse mızraklarımızla tutarız” diyerek ve yakıp yıkarak Tuna’ya kadar ilerledi. Kendilerine öyle çok güveniyorlardı ki “Bayezid Mısır’a kaçmış” söylencesinin etkisi altında hiç acele etmeden, bilhassa Ortodoks köylerini yağmalaya yağmalaya ağır ağır hareket ediyorlardı.
Mısır’a kaçtı dedikleri Bayezid ise Niğbolu Kale Kumandanı ihtiyar Doğan Bey ile çoktan görüşmüş, durum hakkında bilgi almıştı. Rivayete göre, Bayezid, Macar askeri kılığında kale dibine kadar gelmiş, başta kendisini tanımakta zorlanan Doğan Bey’e birkaç gün daha direnmesi için motivasyon vermişti. Bu sırada görüşmeye şahit olan Haçlı askerleri “Yanlış ihbar getirmek nedeniyle” Fransızlar tarafından idam edilmişti. Nihayetinde Osmanlı Birlikleri Niğbolu’da Haçlı ordusunu dağıtmasını bildi. Rumeli’de ölüm – kalım mücadelesi verilirken, Karamanoğlu Alaaddin Ali Bey, bir kumar oynayarak Ankara’yı işgal etmiş ve kumandanı Sarı Timurtaş beyi esir almıştı.
Niğbolu’da Bayezid’in -hiç ummadığı bir şekilde- zafer kazandığını öğrenen Alaaddin Ali Bey Ankara’dan çekilip Timurtaş beyi serbest bıraksa da bu sefer affedilmedi. Konya’da yakalanıp Bayezid’in huzuruna getirilen Karamanoğlu bey, âdet olduğu üzere af dileyip itaat bildirmek yerine “Sen bey isen ben de bey’im” dediği için idam edildi. Karamanoğulları’nın yeni bey’i Alaaddin Ali’nin oğlu II. Mehmed olacaktı… Ama bunun için biraz daha zaman vardı. Önce birkaç sene Bursa’da esaret hayatı yaşadı.
***
Yıldırım Bayezid ve Osmanlılar 1402 Ankara Savaşı’nda bir Timur faciası yaşadılar. Yazımızın konusu olmadığından detaylarına girmeyeceğim… Savaş sonrası Timur birlikleri Bursa’ya gelip başkenti yağma ettiler ve savaş sırasında kendilerine destek veren Karamanoğulları birliklerinin esaret altındaki beyi II. Mehmed’i serbest bıraktılar. Karamanoğulları’nın yeni Bey’i II. Mehmed oldu. Osmanlıları ise yıllarca sürecek bir fetret devri bekliyordu.
Talihsiz Sultan Yıldırım Bayezid… Ne yazık ki talihsizlikleri Ankara Savaşı’ndaki facia ve esaret altındaki vefatı ile de bitmez. Ankara Savaşı sonrası yaşanan Fetret devri sırasında, Bursa’da yaşanan bir savaş sonrasında Sultan’ın kemikleri de yakılmıştı. Yani bugün Bursa Yıldırım Külliyesi’ne gidecek olursanız orada aslında sadece temsili bir makam/sanduka görürsünüz. Peki, neden? İşte yazımızın esas konusu: Karamanoğulları Bey’i II. Mehmed, Bursa kuşatmasından çekilirken Sultan’ın kemiklerini neden yaktırdı?
Karamanoğlu Bey’i II. Mehmed, Fetret devrindeki iç karışıklıktan istifade ederek 1413’te Bursa’yı muhasara altına aldı. Bu sırada Yıldırım’ın geriye kalan iki oğlu Musa Çelebi ile Mehmed Çelebi Trakya’da -son kez- savaşıyordu. Kazanan Osmanlı mülkünün tek hâkimi olacaktı. Bursa’yı Karamanoğulları’na karşı Hacı İvaz Paşa savunuyordu (Bursa’yı yaralı halde savunan bu Hacı İvaz Paşa, bir dünya harikası olan Yeşil Külliye’nin mimarı olacak).
Günlerce süren muhasara Mehmed Çelebi’nin Musa’nın cesedini Bursa’ya göndermesi ile son buldu. Hacı İvaz Paşa’nın savunmasını yıkamayan Karamanoğlu II. Mehmed, Çelebi Mehmed’in kesin zaferini Musa Çelebi’nin cesediyle anladıktan sonra geri çekilme kararı aldı. Bu sırada kendisine “Osmanoğlu’nun ölüsünden bu kadar korkarsın, ya dirisi gelseydi?” diyen askerini idam etti. Geri çekilirken Karamanoğlu Mehmed, Yıldırım’ın külliyesinde türbede bulunan kemiklerini çıkardı ve bugün yerine bir beyaz eşya mağazası olan Nalıncılar Hamamı’nda yaktırdı.
***
Karamanoğlu II. Mehmed’in Bayezid Han’ın kemiklerini yaktırması ekseri kof bir nefret olarak değerlendirilir. Yani “Artık öyle bir noktaya gelmiş, nefreti ve kan davası gözünü öyle bir kör etmiştir ki, Osmanoğlu’ndan hıncını Sultan’ın kemiklerini yaktırarak alır” denir… Oysa ki -bize göre- mesele bu kadar basit ve düz değildir.
Bir kere bu eylemin anlık bir tepki olmadığı ortadadır. Türbeye gideceksiniz, kazdıracaksınız, kemikleri çıkarıp yaktıracaksınız… Psikanalistler çok daha iyi değerlendirecektir fakat Karamanoğlu II. Mehmed Bey’in Bayezid Han’ın kemiklerini yaktırırken motivasyonu salt ‘anlık’ bir öfke gibi durmamaktadır. Arkasında bir hesap aramak, bu dehşete eyleme sorular sormak ve varsa tarihteki emsallerine bakmak durumundayız.
Kemik yakma ritüeli hakkında Ertuğrul Danık ‘Öteki Tanrılar’ kitabında, Ahmet Yaşar Ocak hoca da ‘Alevi Bektaşi inançlarının İslam Öncesi Temeli’ kitabında çok doyurucu bilgiler verir. 15.yy’da Türkmenlerin yaşadığı Anadolu Müslümanlığı, İslam öncesi inanç ve ritüellerden tamamen münezzeh değildi. Bunu, ‘devamlılığı’ kabul etmesek de, inançların birikerek ya da dönüşerek seyrettiğini reddedip inançların ‘kırılmalarla’ şekil aldığını/dönüştüğünü düşünsek de kabul etmek zorundayız.
Nihayetinde toplumların kültürel unsurları, o toplumlar medeniyet dairesini değiştirseler bile tamamen yok olamazlar. Bu kültürel arayışlarda salt Alevi – Bektaşi toplumları üzerine dikkat kesilir ama Sünni kesimde de İslam öncesi motiflerin yoğun olarak yaşadığını bilmek zorundayız. Bu motifler nelerdir peki? Bu bir başka yazının konusu. Şimdilik, “kemik yakma” eyleminin bunlardan biri olduğunu söylemekle yetineceğim.
İslam öncesi Türk inançlarına baktığımızda, ruhun ölümsüzlüğü kemikler sayesindedir. “Bu inancın sözlü ya da kitabi bir şekilde taşınarak semavi dinlere mensup halklarda da yer aldığını görüyoruz.” Misal bir Gagauz efsanesine göre Hz. Adem oğullarına evlenecek kız temin etmek için hayvan kemikleri toplar ve Allah’a dua ederek bu kemiklerden kızların yaratılmasına vesile olur. Hacı Bektaş Velayetnamesi’nde de Hünkar’ın müritlerinden biri bir ziyafet verir, fakat durumu pek de iyi olmasa gerek, Hünkar sonunda hayvanların kemiklerini toplatır, dua eder ve kuzuların hepsi dirilir.
Benzer mitosa Kalenderi efsanelerinde de rastlanır. Sultan Şucaeddin de oğlak kılığına girip kesilen Baba Mecnun’u kemiklerinden diriltip müridi yapar. Sultan Sahak bir balığı kılçığından diriltir. Hallac-ı Mansur bir aslanı kemiklerinden diriltir ve dirilen aslan Mansur’u kovalamaya başlar. Aziz Curcis efsanesinde 10 parçaya bölünüp kuyuya atılan aziz, bir yıldırım sonucu kemiklerinden tekrar dirilir.
Tabii sadece efsanelerde ya da paganist kültürlerde değil: Bakara Suresi 259. Ayette Üzeyr peygamberin bir eşeğin kemiklerinden dirilmesine vesile olduğunu görüyoruz. Yani kemikten dirilmenin İslam’da da yer bulduğunu anlıyoruz. Anadolu’da yaygın inanca göre, insanın kuyruk sokumunda bulunan kemiği asla çürümez. Çünkü kıyamet gününde insanlar bu kemikten dirileceklerdir (İleri okuma için: Boratav – Türk Folkloru). “Bu inancın etkisiyle hareket eden Türkler ve Moğollar’ın, büyük düşmanlarının cesetlerini bazen gerekirse mezarlarından çıkartarak yaktıklarına dair tarihte misaller bulunmaktadır.
Moğol Tuluy, Merv’de Sultan Sencer’in, Tus’da Harun Reşid’in, Gazne’de Gazneli Mahmud’un kemiklerini yaktırmıştır. Harezmşah Muhammed’in cesedi de yakılmak üzere Cengiz Han’a gönderilmiştir. Roux’ya göre; Şah İsmail’in Dulkadir beğlerinin, İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin ve Abdulkadir Geylani’nin mezarlarını açtırıp kemiklerini yaktırmasının sebebi sanıldığı gibi hakaret kasdı değil, bu şahsiyetlerin maneviyatından ebediyen zarar görmemek inancıdır” (Ahmet Yaşar Ocak)
Öyle anlaşılıyor ki Karamanoğlu Mehmed, Bayezid Han’ın kemiklerini yaktırırken salt anlık bir hınçla hareket etmiyordu… Belki de Sultan’ın maneviyatını da yok etmek ve ‘yeniden dirilmesine’ mani olmak istedi.