Bercan TUTAR – 01 Eylül 2023
Hiç bir gerçeğe seslenmediği, kirli, kanlı, yapay, Makyavelist ve ABD ile Avrupa’nın kurgusu olarak görüldüğü için dünya Batı’nın ‘Ukraynacılık oyunu’na pek ilgi göstermiyor.
Bırakın Pakistan, Güney Afrika, Macaristan ve Brezilya gibi ülkeleri Amerikan yönetimi, en sadık müttefikleri konumundaki Suudi Arabistan ve BAE’yi dahi ikna edememenin sıkıntısını yaşıyor. Hatta Almanya ve Fransa gibi Atlantik’in en güçlü aktörlerini bile zor ikna etti. Daha doğrusu onları da İspanya ve İtalya gibi zorla ve bazı jeo-politik tehditleri devreye sokarak yanına çekebildi.
Türkiye’ye gelince, Batı dünyası pek rengini belli etmese de ülkemizin Ukrayna savaşındaki tarafsız ve bağımsız duruşunu ‘Rusya yanlısı aktif tarafsızlık’ şeklinde yorumluyor. Çin ve Hindistan’ın tutumunu da böyle değerlendiriyorlar.
ABD liderliğindeki Atlantik dünyası yani ‘küresel kuzey’ belki de 1945’ten bu yana ilk kez kendi sorunlarını ‘küresel güney’ bloğundaki ülkelerin temel ajandası haline getirememenin çaresizliğini yaşıyor.
Hakkını teslim etmek gerekir ki ABD bu konuda elinden gelen her tür tezgâhı devreye soktu. Bu manipülasyonlardan en önemlilerini şöyle sıralamak mümkün…
Enerji ve gıda krizi kartı, göçmen dalgası tehdidi, askeri ve ekonomik ambargo silahı ve son olarak da nükleer kıyamet senaryosuyla Ukrayna savaşını küreselleştirerek Rusya’yı yalnızlaştırmayı ve dünyayı kendi safında cepheye sürmeye çalıştı.
***
Ukrayna savaşını küresel bir enerji, tedarik ve gıda krizinin nedeni şeklinde pazarlayarak kendi emperyal senaryosunu dünyanın en temel sorunu haline getirme projesini devreye soktu. Ancak Türkiye öncülüğünde gerçekleşen Tahıl Koridoru anlaşması ve Rus enerjisinin Türkiye üzerinden dünya pazarlarına aktarılması ABD’nin en güçlü planını akamete uğrattı.
Nitekim ABD’nin sabotajları sonucu Rusya’nın tek taraflı olarak çekilmesiyle çöken tahıl anlaşması yerine Türkiye’nin girişimleri sonucu yenisinin sinyalleri verilmeye başlandı. Büyük olasılıkla 4 Eylül’deki Erdoğan-Putin zirvesinde yeni anlaşmanın dünyaya ilan edilmesi bekleniyor.
Ukrayna krizini Rusya ve Avrupa arasında bir savaşa ve daha da ileri giderek bir NATO-Rusya savaşına dönüştürmeye çalıştı. Burada da Türkiye öncü rolüyle buna ‘dur’ dedi. Özellikle Almanya ve Fransa gibi ülkelerin ABD’nin NATO’yu Ukrayna cephesine sürme stratejine karşı Türkiye’ye verdiği destek bu projeyi engelledi.
Rusya’ya yönelik başlattığı ekonomik ambargolarla Çin ve Türkiye başta olmak üzere bütün dünyayı bu krizin içine çekmeye ve Batı’dan yana saf tutmaya zorladı. Türkiye gibi birçok ülke ABD’nin bu taleplerine karşı çıkarak meseleye Batı’nın değil kendi ulusal çıkarları penceresinden bakacaklarını ilan etti.
Ve en tehlikelisi de ABD, Ukrayna’ya verdiği yasak silahlar ve nükleer başlıklı mühimmatlara Rusya’nın gösterdiği tepkiyi çarpıtarak küresel düzeyde bir nükleer tehdit algısı oluşturmaya çalıştı. Daha doğrusu dünyaya Rusya’nın insanlığı tehdit ettiği bir nükleer kıyamet senaryosu pazarlamaya çalıştı. Bu proje de pek inandırıcı bulunmadı.
Ne var ki bu bezirgânlığa Anglo-Saksonlar, Doğu Avrupalılar ve Baltık’taki ‘Amerikan emirlikleri’ konumundaki üç aktör dışında kimse ilgi göstermedi.
***
Perde arkasındaki ikili tehditlere, aba altından gösterdiği sopalara ve zaman zaman da teşvik ve yardımlara dayalı havuç politikalarına rağmen Amerikan yönetimi ve onun en büyük destekçisi İngiltere, Ukrayna projesini küresel bir hayat-memat meselesine dönüştüremediler. Rusya’yı dünyadan izole etme projeleri başarıya ulaşamadı. Bu konuda başta Türkiye ve Çin olmak üzere ‘hedef kitle olarak seçtikleri ‘küresel güney’i ikna edemediler.
Düşünün İsrail bile Ukrayna savaşında Rusya faktörü nedeniyle Anglo-saksonlara gereken desteği veremedi. Son dönemlerde İsrail-ABD arasında tırmanan ve yer yer ağız dalaşına varan çekişmenin temel nedeni fanatik Yahudilerin Batı Şeria’daki yeni toprak işgalleri ve Filistin halkına saldırılarından çok Ukrayna projesinde Washington’ın Tel Aviv’den umduğu randımanı alamamasıdır.
Elbet İsrail’in bu çekinceli tutumunda Kremlin’in Suriye ve İran kartlarının da belirleyici olduğunu unutmamak lazım.
Ancak ne kadar engellense de ABD kurguladığı emperyal projeyi hayat geçirmekten vazgeçmeyecektir. Nitekim güvenlik ve dış politikalar uzmanı Reşit Kemal As’ın da son yazısında ustaca altını çizdiği gibi “ABD Ukrayna’nın satrancında yeni Kırım-Tatar atı hamlesiyle Karadeniz’i kan gölüne çevirerek” savaşı daha da derinleştirerek Türkiye’yi daha da sıkıştırmayı planlıyor.
Bu son hamle de gösteriyor ki ‘Ukraynacılık oyunu’nda umduğunu bulamayan ve savaşı küreselleştirmeye dönük bütün projeleri akamete uğrayan ABD her tür bölgesel çılgınlığa başvurmaktan çekinmeyecektir.
Fakat dünya eski dünya değil. Kimse artık ABD’nin kölesi değil. Küresel güney ülkeleri birçok bedel ödese de ABD’nin Ukraynacılık oyunu’na katılmayı reddediyor. Hatta Türkiye gibi aktörler yaptıkları karşı hamlelerle bu oyunu bozuyor.
Bu açıdan Ukraynacılık oyunu’nda son perdenin sahnelendiği yeni bir sürece giriyoruz. Bu yeni süreç ABD’den çok yeni dünyanın taleplerine göre şekillenecek gibi görünüyor. Çünkü Hindistanlı diplomat S. Jaishankar’ın da dile getirdiği gibi “Batı’nın sorunlarının dünyanın sorunları olarak lanse edildiği ancak dünyanın sorunlarının Batı’nın sorunları olarak görülmediği anlayış artık sona eriyor.”
Yeni bir dünya ve yeni bir paradigma yükseliyor. ABD ve müttefikleri ya bu yeni dünyaya uyum sağlayacak ya da bu dünya tarafından diskalifiye edilecekler. Gelişmeler bize bunu gösteriyor.