
Serkan ÜSTÜNER – 30 Nisan 2025
“Türkiye Yüzyılı” ifadesi, yalnızca siyasi ya da ekonomik bir vizyonu değil, aynı zamanda derin bir kültürel yeniden doğuşu da zorunlu kılıyor. Çünkü bir milletin yüzü, sadece teknolojideki ilerlemesiyle değil; düşünsel derinliği, estetik duyarlığı, sanata verdiği değer ve çoğulcu hafızası ile yüz akı olur.
Cumhuriyet’in ilk yüzyılında, “kültür politikaları”nı bir iktidar aracı değil, toplumun ruhunu iyileştiren ve geleceği taşıyan bir altyapı olarak yeniden düşünmeliyiz.
Tek Seslilikten Çok Sesliliğe
Uzun yıllar boyunca kültür, belli bir ideolojik merkezden yönlendirildi. Bu da halkın farklı inanç, dil, etnisite ve yaşam biçimlerinden gelen renklerinin bir “resmî görünmezlik perdesi” altında silinmesine yol açtı. Oysa Anadolu’nun zenginliği, bu çok katmanlı hafızada yatar.
Sinemada, televizyonlarda sadece kendi çizdikleri karakterleri ideolojileri dayattılar. Slogan atılması gerekliyse ne lazımsa tek elden çıkmış gibi yaptılar. Sanatın özgün, çoğulcu ve kapsayıcılığı değil de ajans ne ister diye ona baktılar. Dar bir çerçeveden kendilerine sığ bir dünya kurdular. Böyle olunca da uluslararası alanda herhangi bir başarı da sağlayamadılar. Şimdi Türkiye Yüzyılı çağında tüm bunları değiştirmek ve yeni ufuklar çizmek, devletin dünya siyasetinde yakaladığı başarıyı en azından kültürel alanda da yakalamamız gerekli.
Kültürel Alanın Özgürleştirilmesi
Sanatçının ya da yazarın hangi fikre sahip olduğu değil, ne kadar derin, çağına tanık ve insanın ruhuna dokunur olduğu önemlidir. Bu nedenle devlet, kültüre sadece altyapı sunan bir destekleyici olmalı.
Aynı zamanda bağımsız sinemacıya, yerel tiyatroya, dijital sanat alanına, edebiyat inisiyatiflerine şartsız destek verilmelidir. Eğer bir toplumda sanatçı güvencesizse, yarattığı da süreklilik taşımaz.
Yerelden Evrensele
Kültür politikalarının merkeziyetçi zihniyetten kurtulması şart. Her şehrin, her yörenin kendi kültür havzası vardır. İstanbul’la Diyarbakır’ın, Trabzon’la Mardin’in sesi bir değildir. Türkiye Yüzyılı’nda bu farklılıklar sürekli beslenmelidir.
Ayrıca yurt dışında faaliyet gösteren Yunus Emre Enstitüleri gibi kurumlar sade dil öğretimi değil; Anadolu’nun estetiğini, edebiyatını, musikisini ve güncel sanatını tanıtan merkezler haline gelmelidir.
Dijital Kültüre Yatırım
Bugün yeni nesil YouTube’da, Instagram’da, TikTok’ta yaşıyor. Kültür değişimini sadece tiyatro sahnesinde ya da kitap rafında değil, ekranın parlak yüzeyinde de yaratıyoruz. O halde dijital edebiyat, dijital arşiv, dijital anlatıcılık da desteklenmelidir.
Günümüzde bir kuşağın hafızası, ekran kaydına basılı bir ansiklopedi kadar gerçektir.
Türkiye Yüzyılı’nda asıl mesele; ekonomik kalkınmanın yanına estetik duyarlığı, tarihsel bilinç ve çoğulcu kimliği koyabilmektir. Kültür, siyasi rüzgârlardan bağımsız, kendine özgürlüğüyle yaşamalıdır.
Ancak o zaman, bir yüzyılı gerçekten taşıyacak ruh inşa edilir.
Bugün İHA, SİHA ve tüm diğer alanlardaki başarıları eğer medya ya da sanat yönüyle destekleyip bir anlatım yolu seçemiyorsak bu sefer kazanımların sac ayakları hep eksik kalır. Bugün algı ve manipülasyonun her şeyden daha değerli (!) olduğu bir yalan dünyadan bahsediyoruz. Yapılmayan işlerin başarı gibi gösterildiği bir çağda elbette sanatın güçlü yönü iyi işleri beslemesi gerekli.