Bercan TUTAR – 13 Ekim 2023
Filistin İslami Direniş Hareketi Hamas’ın 7 Ekim’de ‘yenilmez İsrail’ mitini yerle bir ettiği destansı taarruzu, Filistin’deki işgalci statüko başta olmak üzere bölgedeki ve küresel denklemlerdeki emperyal paradigmayı kökünden sarsan bir hamle olarak okumak lazım.
Bundan sonra ne Filistin’de ne Ortadoğu’da ne de küresel jeo-politikada hiçbir şey aynı kalmayacak. ABD’nin bölgeye uçak gemileri göndermesi, Rusya ve Çin gibi küresel aktörlerin Filistin’den yana verdiği olumlu tepkiler yanında özellikle Türkiye’nin Suudi Arabistan, BAE, Katar, Mısır ve Ürdün’ü koordine ederek yürüttüğü diplomasi zaten saldırı sonrasında yeni bir Ortadoğu’nun kurulacağına işaret ediyor. Kısacası Hamas’ın destansı zaferinin ardından İsrail sonrası Ortadoğu için geri sayım başladı.
Unutmayalım ki Filistinlilerin gösterdiği her direniş ve hamle İsrail’in işgal paradigmasını sarsmıştır. I. ve II. İntifada hareketleri de hem İsrail’in hem de ona payandalık yapan Batı’nın kimyasını deyim yerindeyse alt üst etmişti.
Nitekim 1987’de başlayan ve beş yıl süren ilk İntifada’dan sonra İsrail yönetimi inkâra dayalı politik söylemini değiştirerek Filistin halkının bir ulus olduğu gerçeğini kabul etti.
Unutmayalım ki Golda Meir, 1969’da “İsrail’de sadece Yahudiler ve Arap olmayanlar vardır. Filistinliler diye bir halk yok. Bu Arapların icadıdır” diyerek iktidara gelmişti. Ancak korkusuz yüreklerinden başka silahı olmayan ümmetin yetimleri, bu ırkçı sisteme darbe indirmeyi başardı. Böylece İsrail’in temel anlayışı olan “Ein im mi l’daber” (uzlaşacak ve konuşacak kimse yok) stratejisi çökertildi. Bunun sonucunda 1993’te Oslo Anlaşması’nı imzalayan İsrail, Filistinlilerin hükümet kurmasını kabul etti.
Ardından 2000’de başlayan ve dört yıl süren II. İntifada geldi. İşgalci İsrail’in jet, füze, tank ve toplarına karşı sadece ellerindeki taş ve yalın yürekleriyle savaşan Filistinliler, özellikle intihar saldırılarıyla Yahudileri adeta sokağa çıkamaz hale getirdi. Travma yaşayan İsrail ordusu tam 38 yıl sonra Eylül 2005’te Gazze’den çekilmek zorunda kaldı.
2006’dan beri kuşatma altındaki Gazze’de katliamlarla sistematik soykırım harekâtını sürdüren İsrail 2017’den bu yana ise Doğu Kudüs ve Batı Şeria’yı ilhak etme planını devreye soktu.
İşte Hamas’ın son taarruzu İsrail’in ve Batı’nın bu kirli projesini çökertmeye yönelik bir III. İntifada’dır. Hamas’ın destansı başarısı sonrası şoke olan İsrail’in Gazze’ye yönelik soykırım saldırıları Siyonist rejimin sonunu daha da hızlandıracaktır sadece.
Çünkü Filistin halkı artık yalnız değil. Zira bölgesel ve küresel statüko değişiyor. Zira Son yıllarda Filistin Davası’nın sancağını taşıyan Türkiye, soykırımcı İsrail ve onun Batılı suç ortaklarının emperyal oyunlarını temelden bozuyor.
Bu yüzden olsa gerek daha 2012’de Henry Kissinger’a atfedilen bir iddiada İsrail’in 2023’te yok olacağı ileri sürülmüştü. Tabii orada Kissinger, “Eğer desteğimizi artırmazsak İsrail yok olacak” demek istiyordu. Yine 2012’de 16 ABD istihbarat kurumunun 82 sayfalık “Preparing for a Post-Israel Middle East” (İsrail Sonrası Bir Ortadoğu’ya Hazırlanmak) başlıklı raporunda, İsrail’deki ırkçı rejimin de Güney Afrika’daki gibi ortadan kalkacağı öngörülüyordu.
Bu anlamda ABD’nin bir önceki başkanı Donald Trump’ın da şimdiki başkanı Joe Biden’ın da çırpınışları fayda etmeyecek. Biden her ne kadar “İsrail tanınmadıkça barış da yok” diye tehditler savursa da ABD’nin dünyayı karşısına alarak İsrail’e verdiği desteği sürdürmesi giderek zorlaşıyor. Çünkü dünya değişiyor. Bu yeni dünyada İsrail gibi ırkçı ve soykırımcı siyasi yapıların yaşaması çok zor görünüyor.
Unutmayalım ki İngilizler, II. Dünya Savaşı’ndan sonra Ortadoğu’yu ABD’ye terk ederken tek şart koşmuştu: Bağımsız bir İsrail devletinin kurulması. Hatta 14 Mayıs 1948’deki bağımsızlık ilanından hemen önce CIA ve dışişlerinin, ABD’nin o zamanki başkanı Harry S. Truman’ı (1945-1953) İsrail’i tanımada bir sorun çıkarmaması konusunda uyardığı bile söylenir.
Şimdi ise Amerika, sömürgecilerin “çiçeklenen çöl” projesi kapsamında 1917’deki Balfour Deklarasyonu ile temelleri atılan terör devletine destekte Avrupa’yı geçerek Siyonist rejimin en büyük hamisi konumunda. Öyle ki ABD Başkanı Donald Trump’ın damadı ve danışmanı Jared Kushner, Filistin Özel Temsilcisi Jason Greenblatt ve İsrail Büyükelçisi David Friedman’dan oluşan ABD’li üçlü Siyonist çetenin sağladığı siyasi atmosfer sayesinde İsrail devleti 5 yıl önce yeni bir aşamaya geçti.
İsrail Parlamentosu, 2011 yılından beri üzerinde tartışılan “Yahudi Devleti Yasasını” 19 Temmuz 2018’de kabul etti. Bu kanunla resmen faşist ve ırkçı bir aparheid rejimine dönüşen Siyonist rejimin Filistin halkını ortadan kaldırma barbarlığı en üst safhaya taşınmış oldu.
BM’nin yasal ve ahlaki bütün ilkeleriyle çelişen Yahudi Devleti yasasında şu skandal maddeler yer alıyor: “İsrail bir Yahudi devletidir ve dünyadaki tüm Yahudilerin tarihi anavatanıdır. Hukukta Yahudi şeriatı referans alınacaktır. Dünyadaki tüm Yahudilerin İsrail’e dönme hakkı vardır. İsrail’in başkenti Kudüs’tür.”
Dolayısıyla yasada, dünyanın farklı ülkelerindeki Yahudilerin İsrail’e gelip yerleşmesi teşvik edilirken bırakın 1948’de vatanlarından sürülen Filistinlilerin geri dönüşüne izin vermeyi, şu an Filistin’de yaşayanlara yönelik etnik temizlik ve mülksüzleştirme politikası en üst düzeye taşındı.
Özellikle ABD’nin son zamanlarda izlediği saldırgan politikalar uluslararası sistemin haddinden fazla dejenere olmasına yol açtı. İsrail’in dünyanın en kırılgan coğrafyasında sopanın ucunda tabak çeviren cambazlar gibi fütursuzca hareket etmesi ise sistemi neredeyse yıkım noktasına getirdi.
ABD ve İsrail’in Siyonist evanjelizm ile malul teolojik zihniyetleri bölgemizdeki ve dünyanın birçok bölgesindeki siyasi kaosun ana nedenidir.
Fakat bütün o meydan okumalarına rağmen ABD’nin dünyadaki pozisyonu zayıflıyor. Nasıl doğada rüzgârlar bölgeler arasındaki basınç farkları yüzünden ortaya çıkıyorsa; siyasette de çatışmalar güç dengesindeki değişiklikler ve statükonun ortadan kalkması sonucunda nüksetmeye başlıyor.
Benzer şekilde uluslararası merkez güç konumundaki ABD’nin zayıflaması da jeo-politik düzeyde küresel bir tsunamiye yol açıyor/açacak. Bu yeni süreçte ABD, Rusya, Çin ve Türkiye küresel jeo-politiğin dört ağırlık merkezi olarak öne çıkıyor. Her biri farklı birer kültürel evrene ve jeo-stratejiye sahip bu aktörler arasındaki rekabet, İsrail’in geleceği dâhil 21. yüzyılın temel dinamiklerini de şekillendirecek.
Tüm bu küresel karmaşa arasında İsrail aslında “real politik” açıdan sadece bir detaydan ibarettir. Ancak ABD’nin ateşlemesiyle İsrail’in her şeyi patlatacak bir fünyeye dönüşme ve küresel kaosu daha da derinleştirme potansiyelini de hiç unutmamak lazım.
Ne var ki dünya değişiyor. Kimse artık İsrail güdümlü kaotik ve soykırımcı politikalara prim tanımak ve Amerika’nın küresel askeri üs zincirinin bir halkası olmak niyetinde değil. Siyonistler ve Sam Amcaları savaş zırhı giyindiğini sanarak caka sata dursun, dünya bu iki Don Kişot’un üstündekinin zırh değil hasta elbisesi olduğunun farkında.
10-22 Mayıs 2021 tarihleri arasındaki İsrail saldırılarına tepki gösterdiği için ABD yönetimi, Filistin davasının yılmaz savunucusu Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı anti-semit (Yahudi düşmanı) diye yaftalamaya kalktı. Erdoğan’ın çıkışlarından dolayı nöbet geçiren İsrail ve suç ortaklarının Türkiye travması öyle kolay kolay sona erecek gibi de görünmüyor.
Türkiye’nin kararlı stratejisi sayesinde İslam dünyasına dayatılan “İsrail paradoksu” artık miadını doldurmak üzere. İşte Sayın Erdoğan bu çirkin oyunu bozduğu için tepkilerin hedefinde. Çünkü Yeni Türkiye faktörü nedeniyle İsrail artık eskisi gibi bölgemizde terör estiremiyor. Dolayısıyla Hıristiyan-Siyonist ırkçılığa başvuranlar karşılarında Türkiye’yi buluyor. Üstelik İsrail’e koltuk değneği olan ABD ve Avrupa’nın bütün cephaneleri de tükenmek üzere.
Türkiye’nin öncülük ettiği diplomasi sayesinde dünyada İsrail’e karşı boykotun yoğunlaştığı bir süreçten geçiyoruz. Uluslararası statü kaybı ve meşruiyet krizi derinleşen İsrail’in küresel yalnızlığı daha da artacak. Filistin halkı artık yalnız değil.
Yanlarında Türkiye’nin başını çektiği dünya var. Türkiye nasıl DEAŞ, PKK, YPG ve FETÖ gibi terör örgütlerine geçit vermediyse bölgemizde Nazi ve Siyonistlerin ortak projesi olan İsrail ve İsrail benzeri terör devletlerine de geçit vermeyecektir.
Zaten İsrail Siyonist rejiminin geleceğine dair senaryolarda “eğer” aşaması yerini artık “ne zaman” seçeneğine bırakmış halde. Ancak dibe vurmuş bu Batılı ve Hıristiyan – Siyonist ırkçılığa yeni dünyada yer yok artık. Çünkü işgal ve kaos politikalarına İsrail’i gerekçe gösterenlerin bütün askeri ve ideolojik cephaneleri tükendi.
Farklı bir dönem başlıyor. Türkiye’nin temsil ettiği direniş ekseni nasıl DEAŞ, PKK/YPG ve FETÖ gibi terör örgütlerine geçit vermediyse, geleceğimizin “terör devletler” bahanesiyle karartılmasına da geçit vermeyecektir. İşte Hamas’ın destansı saldırısını ve buna verilen olumlu veya olumsuz tepkileri bu konjoktürün jeo-politik dinamiklerine göre okumak lazım.