18 kez görüntülendi.
bercan tutar banner

Bercan TUTAR – 11 Ocak 2025

 

20 Ocak’ta yemin edip göreve başlamasına sayılı günler kalan ABD Başkanı Donald Trump’ın iç ve dış siyasete ilişkin açıklamalarının yankıları devam ediyor. Trump’ın Batı’daki güç tekelini hedef alan açıklamaları aslında yeni değil. Seçim kampanyasında şu an gündemine aldığı konuların çoğunu zaten sabah akşam dile getiriyordu. Zira Çin’in genişleyen etki alanına göz diken Trump’ın ana hedefi ABD stratejisini üç önemli küresel darboğaz noktasında yeniden kalibre etmeye dayanıyor.

Bu bağlamda ABD dış politika önceliklerinin ve daha geniş ulusal strateji hedeflerinin yeniden ayarlanması halihazırda devam ediyor. Realistler, Trump’ın ideolojik ahlakçılıktan ziyade pragmatizmi ve “güç yoluyla barışı” önceliklendiren bir dış politikaya vurgu yapmasını memnuniyetle karşılıyor. İdealistler ve liberal enternasyonalistler ise “Önce Amerika” politikasının çok taraflı ittifaklar üzerindeki etkilerinden korkuyor. Ancak her iki taraf da olası rekabetin tüm alanlarında, sakatlayıcı dış politika başarısızlıklarından ve fikirsel durgunluktan, cesur bir ABD dış politika vizyonuna doğru ihtiyatlı bir geçiş yapılması gerektiğinin farkındadır.

Trump’ın Grönland, Kanada ve Panama Kanalı hakkındaki açıklamaları aslında kaynaklar, ticaret ve nakliye rotaları ile siyasi-askeri hâkimiyet üzerindeki devletler arası rekabetin jeopolitik açıdan yeniden düzenlenmesi projeksiyonuna işaret ediyor.

Grönland, Kanada ve Panama Kanalı coğrafi olarak birbirlerine uzak olsalar da ABD için Çin’i kuşatmada ve ticaret savaşlarında kritik önem arz ediyor. Amerika’nın hegemonyasını devirmeye, ekonomik nüfuzunu ortadan kaldırmaya ve giderek çok kutuplu hale gelen bir dünyada askeri üstünlüğüne meydan okumaya en yakın görünen aktörlerden bir olarak Çin, Trump’ın gözünde en tehlikeli rakip olarak kodlanmış halde.

Amerika Birleşik Devletleri’nin 47. başkanı, Cumhuriyetçilerin Senato’yu ve büyük olasılıkla Temsilciler Meclisi’ni kontrol etmesiyle ikinci döneminde ABD dış politikasını ve Atlantik sistemini kökten değiştirmek istiyor.

Trump, 2020 başkanlık seçimlerinde Joe Biden’a yenilmesinden dört yıl sonra seçim kampanyası sırasında ABD dış politikasının köklü değişikliklere ihtiyaç duyduğuna inandığını açıkça ortaya koymuştu. Trump, Eylül 2024’te Wisconsin’de düzenlenen bir mitingde “Bize çok kötü davranıldı, çoğunlukla müttefiklerimiz tarafından. Müttefiklerimiz bize sözde düşmanlarımızdan daha kötü davranıyor. Askeri olarak onları koruyoruz ve sonra onlar ticarette bizi mahvediyorlar. Bir daha buna izin vermeyeceğiz. Gümrük vergisi uygulayan bir ülke olacağız” diyerek Çin ile ilişkilerini geliştiren dost ve müttefik ülkeleri hedef alacağını ilan etmişti.

İlginizi çekebilir!  Türkiye’nin Firmaları: Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri

Trump 1 Kasım’da da Michigan’daki Dearborn’da bir Lübnan restoranını ziyaretinde “Seçilirsem “Ortadoğu’da barış olacak ama şu anda ABD’yi yöneten bu soytarılarla değil” diye söz vermişti.

Göreve gelen Trump’ın siyasete yönelik işlemsel yaklaşımı sadece Batılı müttefiklerin değil ülkedeki göçmenlerin de acı çekmesine yol açacak ve İsrail’in Filistinlilere yönelik baskılarına destek devam edecek. Ancak intikam siyasetinden hiçbir açıklama veya değişen koşullar olmaksızın aniden uzlaşma siyasetine de geçebilen geçen değişken yapısı göz önüne alındığında Trump’ın aslında tam olarak ne yapacağını tahmin etmek hem çok kolay hem de o kadar zor.

Çünkü değişken bir yapıya sahip. Fakat aynı derece de söylemi ve ideolojisi dizginlenemez ve aşırı görünüyor. Bu sefer, Kongre’nin her iki kanadını da kontrol eden Cumhuriyetçiler ve Yüksek Mahkeme’deki aşırı muhafazakâr çoğunluğun desteğiyle güçlü bir yetkiyle Beyaz Saray’a gideceği için ilk dönemine nazaran çok daha büyük fırtınalara yol açacaktır. Zira Trump, Kanada ve Meksika’dan ithalata yüzde 25 oranında gümrük vergisi ve Çin ithalatına cezai gümrük vergileri koyma planlarını uygulamaya koyarsa bu tür politikalar, karşılıklı olarak yıkıcı bir ticaret savaşına yol açacaktır. BU ülkeler kadar Amerikan ekonomisi de darbe alacaktır.

Ticarette şahin jeo-politikada ise kendini barış güvercini olarak göstermeyi seven Trump, özellikle Rusya-Ukrayna savaşı bağlamında Kremlin ile yeni bir sayfa açacak ve Ukrayna savaşının faturasını da Avrupa ülkelerine kesecektir.

Eğer bu yön değişikliği yaşanırsa, NATO yanlıları Avrupa’nın güvenlik düzenlemelerini yeniden düşünmek zorunda kalacaktır. Ortadoğu’ya gelince Trump, siyasi atamaları ve sert yorumlarıyla Gazze’deki “işi bitirmeye” kararlı görünüyor. Bu da ancak Filistin’i ve Filistinlileri, “nehirden denize” Büyük İsrail’in hızla kurulmasının önündeki engellerden arındırmak anlamına gelecektir.

Bunun ötesinde, muhtemelen nükleer tesislerini yok ederek ve Tahran’da rejim değişikliğini kışkırtmak için daha açık adımlar atarak İran’a daha güçlü bir şekilde karşı koymaya kararlı görünüyor. Suyriye’de ise tamamen Türkiye ile eşgüdümlü bir strateji izleyeceği anlaşılıyor. Türkiye’yi ve Başkan Erdoğan’ı öven açıklamaları bunu gösteriyor. İsrail ve Türkiye’yi belli noktalarda buluşmaya zorlayan bir yaklaşım izleyecektir. Bu bağlamda Suriye’deki terör örgütü PKK/YPG unsurlarına sahip çıkmayacaktır. Bu unsurlar nedeniyle takdir ettiği ve dostum dediği Erdoğan ile ayrı düşmeyi ve Türkiye’yi karşısına almayı göze almayacaktır. Kar-zarar mantığıyla gelişmeleri ele alarak karar verecektir.

İlginizi çekebilir!  Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan net mesaj: Gerekirse AB ile yolları ayırırız!

Son olarak Trump ve çevresi her şekilde enternasyonalizme karşı bir tavır içinde olacak. Trump uzun zamandır aşırı milliyetçi ve işlemsel bir dünya görüşüne sarsılmaz bir bağlılık gösterdi. Küresel zorlukların ele alınmasına ve iklim değişikliği bağlamında bile işbirlikçi sorun çözmenin faydalarına karşı küçümseme sergiliyor. Bu anlamda BM, yalnızca Amerikan stratejik önceliklerini tam olarak desteklediği ölçüde değerli olacaktır ve eğer BM bu öncelikleri kınamaya veya karşı çıkmaya cesaret ederse, Trump kesinlikle ABD’ye olan fonlamayı tehdit edecek ve ardından kesecek hatta ABD’nin katılımını geri çekecektir.

Bu tür tutumlar göz önüne alındığında, Trump’ın uluslararası hukukun düzenleyici rolünü, özellikle de ABD’yi kısıtlamaya yönelikse, küçümsemesi şaşırtıcı değildir. Bu da ABD liderliğindeki jeo-politikanın eşanlamlısı gibi görünen ‘kurallara dayalı liberal dünya düzeninin sonu olacaktır. Çünkü Trump, ABD’nin kurduğu liberal küresel statükoyu yıkmadan ABD’nin kaybettiği gücünü yeniden elde edemeyeceğine inanıyor. Trump’ın 21. yüzyıl sömürgeciliği her açıdan büyük balığın küçüğü yediği 19. yüzyıldaki emperyalist güç politikalarını ve kaynaklar için verilen amansız mücadeleleri andırıyor.

Trump askerlerini cepheye sürmeden ekonomik, kültürel ve diplomatik savaşlarla kendine has neo-emperyalist bir strateji izleyecek. Yani yumuşak güç kullanımında hayli şahin fakat askeri güç kullanımında ise hayli güvercin bir tutum sergileyecektir. Böylece Amerikan derin devleti önümüzdeki dört yıl boyunca ulusal strateji olarak bu yaklaşımı benimseyeceğini Trump üzerinden ilan etmiş oluyor. Kuşkusuz bu yeni stratejinin başta ABD’nin kendisi olmak üzere küresel arenadaki hemen her aktör üzerinde iyi veya kötü tesirleri olacaktır. Bekleyip göreceğiz.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.