ceyhun bozkurt kapak 2025

Ceyhun BOZKURT – 10 Şubat 2025

 

Hepimizin bildiği anladığı biçimde ifade edersek terörün başlıca iki sacayağı var. Bunlardan biri ülke içindeki şartlar nedeniyle oluşan, gelişen, toplumsal tepkileri de içeren zamanla ilk önce düşük yoğunluklu sonrasında yaygın bir silahlı çatışmaya kadar evrilen silahlı terör, diğeri ise çevre ülkelerde de barınma imkânı elde edip yabancı güçlerce desteklenen ve yurt içinde faaliyet yürüten guruplar ile senkronize hareket ederek yurt içinde sıkışsa bile dışarıdan korunma, barınma desteği aldığı için süreklilik kazanan silahlı terördür.

Silahlı terör hareketleri masum toplumsal talepleri gerekçe olarak kullanarak başlar, ardından ekonomik taleplerle gelişir. Bu süreç devam ederken ekonomik kriz tetiklenir, toplumsal talep görüntüsü altında kitlesel olayların altyapısı oluşturulur, olaylar demokratik tepkiden çatışmaya dönüştürülüp güvenlik güçleri ile çatışma teşvik edilir, sonrasında provokatörler devreye girer ve bir sonraki aşamada silahlar devreye sokulur.

Toplumda sevilen, kanaat önderi denilebilecek kişilere suikastlar düzenlenir, kalabalıklar içinde bombalı suikastlar tertiplenerek topluma güvensizlik aşılanır, ekonomik kriz ve kaos ortamı birbirini takip eden sarmal haline gelir. Devlet güvenliği sağlamak için özgürlükleri sınırlama yoluna gider. Bu aşamadan sonra “fikir ve düşünce sınırlanıyor, hukuk ve demokrasi kısıtlanıyor” denilerek dış destek ve müdahale çağrıları yapılır. Diğer yandan etnik ve dini argümanlar kullanılarak toplumun belirli kesimleri kaosun içine çekilir.

Biz millet ve devlet olarak bu aşamaların hepsini yaşadık.

Hepimizin bildiği üzere en son dini tabana dayalı görüntü veren FETÖ ile etnik tabana dayalı ayrımcı/bölücü faaliyet yürüten PKK faaliyetlerini devam ettiriyor.

Her ikisinin de ABD’nin kontrolünde oldukları tamamen ortaya çıkmış vaziyette. Türk toplumunun bu konuda hiç bir şüphesi yok.

Çevre ülkelerde yaşananlardan da ders çıkartılmış bir seviyeye bugün ulaşmış bulunuyoruz. Bu ortam herkesin şapkasını çıkartıp siyonist(lerin) emperyalistlerin projesini çöpe atmanın zamanını ve fırsatını bize sunuyor.

MHP lideri Devlet Bahçeli’nin önerisi ile başlayan ve hükümetin de desteğini alan sınır ötesine yapılacak “Silahları bırakın” çağrısı bir devlet aklı ve hamlesidir.

DEM Partililerden oluşturulan İmralı Heyeti’nin Öcalan ile görüşmesi ve yapılırsa terör örgütlerine silah bıraktırma çağrısı, terörün kan dökülmeden son verilmesi için son bir fırsat sunuyor.

Şayet örgüt gelişmeleri düzgün okuyamazsa ve meseleyi yokuşa süren bir takım şartlar öne sürmeye kalkarsa, bu konu silah kullanılarak hal edilecek. Bunun için de bölgede en elverişli ortam oluşmuş durumda.

Şimdi şöyle bir düşünelim. Suriye’de Ayn el Arap (Kobani) olaylarına sebebiyet veren DAEŞ gibi yapıların ABD tarafından kurulduğu yine bugünkü ABD Başkanı tarafından ilk başkanlık döneminde bizzat itiraf edilmişti. Yani PKK’yı DAEŞ ile mücadele eden seküler özgürlük savaşçısı konumuna yükseltip meşruiyet kazandırmak isteyen yine DAEŞ’i kuran ve ona bu katliamları yaptıran aynı merkez.

Terörsüz Türkiye Süreci

Türkiye, terör örgütü ile görüşmeler yoluyla teröre son verme çabalarına ilk defa 2009 tarihinde Oslo görüşmeleri ile başladı. Ancak o süreç terörün devam etmesini arzu eden odaklarca torpillenmişti. Dönemin şartları, Türk devletinin içindeki sızmalar, sahada askeri üstünlük kurulmaması vb. nedenler de bu durumda etkili oldu. Benzer durum, 2013 yılında başlayan ve 2014 yılında kanun çıkarılarak yürütülmeye çalışılan ve 2015 Temmuz’unda sona eren “Çözüm Süreci”nde de söz konusuydu.  O süreç de 2 polisimizin PKK’lı teröristlerce şehit edildiği 22 Ocak 2015 tarihindeki Ceylanpınar saldırısı ile sona erdi. Hemen iki gün sonra, 24 Temmuz’da operasyonlar başlamıştı.

Çözüm Süreci’nin zayıflamasındaki sebepler arasında FETÖ’nün hain planları ile birlikte Gezi Parkı olayları, 17-25 Aralık Kumpası, PKK’nın Suriye kolu YPG’nin ilerleyişi ve iç dengeleri sürekli propaganda hâline getiren belirli odaklar vardı. Bu olumsuz gelişmelerin etkisi ile Çözüm Süreci istenildiği şekilde ilerlemedi ve sonlandı.

Bugün o dönemden farklı olarak birçok olumlu etmeni sıralayabiliriz.

– Çözümü torpilleyen FETÖ devletin içindeki kritik karar mercilerinden tasfiye edildi.

– PKK’nın ABD, İsrail, Rusya ve İran’a hizmet eden bir MAŞA olduğu her zamandan daha açık bir biçimde ortaya çıkmış vaziyette.

– Sahada PKK’nın gücünün kırılması, yurt içinde ve özellikle Irak’ta hareket edemez hale getirilmesi.

– Suriye ve Irak’taki müspet gelişmeler.

İlginizi çekebilir!  ABD-İsrail İkilisi Petrolün Sevki İçin mi Suriye’ye Saldırıyor? – Ceyhun Bozkurt

– Ve uluslararası konjonktür.

Türkiye’de yaşanan “Kürt Sorunu” değil bir terör sorunudur ve mücadele de bu perspektifte sürmektedir. Kürt kökenli vatandaşlarımızın sorunlarıyla, Ege, İç Anadolu, Karadeniz, Akdeniz gibi yerlerde yaşayan vatandaşlarımızın sorunları benzerdir. Yaşandığında hepimizin cebini yakan ekonomik gelişmelerden tutun da siyasi sorunlara kadar hemen hemen bütün sorunları bütün insanlarımız eşit seviyede yaşamaktadır. 12 Eylül’de dahil olmak üzere tüm darbe süreçlerinde tüm vatandaşlarımız olumsuz etkilenmiştir. İşkenceyse, herkes işkence görmüştür. Sadece Kürt kökenli vatandaşlarımız değil… Onların ek sorunu, PKK terör örgütünün oluşturduğu terör tehdididir. Vatana sahip çıktıkları için PKK terörünün hedefindedirler. Ek sorun olarak sadece bunu sayabiliriz.

Terör sorunu 40 yıldır devam ediyor ve bölgedeki bütün Kürtleri rahatsız ediyor. Emperyalist ve Siyonistler bölgede yaşayan Kürtleri istismar ediyorlar. Birinci Körfez Savaşı’nda Halepçe katliamından kaçan Kürtlerin sığındığı ülke Türkiye olmuştur. ABD tarafından Irak’ın Anbar vilayetinde kurulan DAEŞ/İŞİD örgütü yine ABD-İsrail planları çerçevesinde Suriye’deki iç savaştan istifade etmek için Suriye’ye geçip Ayn el Arap’ta (Kobani’de) Kürtlerin üzerine salınmış, ardından PKK’nın Suriye’deki silahlı kanadı desteklenerek DAEŞ püskürtülmüştür. Bu suretle PKK/YPG örgütüne sempati kazandırılarak meşruiyet sağlanmaya çalışılmıştır. Öte taraftan Ayn el Arap’ta çatışmalardan kaçan 250 bin Kürt Türkiye’ye sığınmış kent DAEŞ’ten temizlenmesine ve PKK/YPG ve ABD askerinin varlığına rağmen Türkiye’ye sığınan 250 bin Kürt Ayn el Arap’a dönememiştir.

Bu yaşananlar, emperyalistlerin bölge ile ilgili emperyalist operasyonuna bir örnektir. Bunun gibi irili ufaklı yüzlerce örnek vermek mümkündür. Bir örgüte meşruiyet kazandırmak için başka bir örgüt kullanılmıştır.

Geldiğimiz aşamada Türk Milleti bu konularda artık daha fazla bilgi sahibidir ancak aldatma, yanıltma, kirli bilgi dediğimiz dezenformasyon olanca şiddeti ile özellikle sosyal medya üzerinden devam etmektedir.

Terör sorunu ortadan kalktıktan sonra bazı küçük dokunuşlar yapılabilecek meseleler söz konusu olabilir.

Bu konulara örnek vermek gerekirse Kürtçe’yle ilgili devlet çok önemli bir açılım yapmıştır. Bu konuda sıkıntı duyulan bazı konular varsa bunlar düzeltilebilir. Ancak millet olmanın hiç bir biçimde olmazsa olmaz koşulu olan mecburi eğitim Türkçe’dir. Türkçe’nin yanı sıra diğer dillerin öğretilmesi ailelerin isteğine bağlıdır. Bu konuda Kürtçe eğitimi desteklenebilir, ancak zorunlu olamaz. Ana dil eğitimi yerine ana dilde eğitim istemek, “önce milleti bölelim, bunu yapınca devleti, ülkeyi bölmek daha kolay” demekle eşdeğerdir.

Bu ve buna benzer konularda adım atabilmek için öncelikle Terörsüz Türkiye hedefine ulaşmak, bu hedefi yerine getirmek lazımdır ki terör karşısında taviz verildi, diz çöküldü gibi konular mevzu edilmesin. Bu yüzden “silah bırakma” çağrısı hiç bir şarta bağlı olmamalıdır, olmayacaktır. Bir şart başka bir şarta bağlı olamaz. Silah bırakırsınız ve sivil siyasete alan açarsınız. Sivil siyasetin üzerindeki vesayeti kaldırırsınız. Başka türlüsü olmaz, olamaz.

Türk vatandaşlığı; etnik, dini bir bağ ile değil hukuki bir bağ ile düzenlenmiştir. Türk vatandaşı olan herkes yasalar karşısında eşit haklara ve ödevlere sahiptir. Bu nedenle vatandaşlık konusunda bir sorunumuz yoktur.

Türkiye’nin Kürtleri ceplerindeki nüfus cüzdanı ile istedikleri yere yerleşme, toprak ve ev satın alma, istedikleri zaman pasaport çıkarma, yurt dışında bir sıkıntıya düştükleri vakit yurtdışı temsilciliklerimizden yardım talep etme haklarına sahiptir. Yasal çerçevede dernek ve parti kurabilirler, istedikleri partiyi seçebilir, üye olabilir, görev alabilirler. Ancak tek istisna; etnik, dini temel ve esaslara dayalı bir parti kurulamaz. Kürt vatandaşlarımız devletimizde her türlü görev alabilmektedirler. Bu konuda hiç bir sıkıntımız yoktur devletimizin gizli, ayrımcı bir politikası da yoktur. Dolayısıyla Kürt vatandaşlarımızın kalpten inanacakları bir Türk vatandaşlığı söz konusudur.

İstiklal Harbi sonrası millet, vatandaşlık ve dil üzerinden geliştirmeye çalıştığımız Türkiye’yi bölme hedefinde olan emperyalist projeler artık daha fazla deşifre olmuştur. Bu projelerin hepsini tasfiye etmemiz gerekiyor bunun için devletimizin temel direkleri olan tek bayrak, tek millet, tek vatan, tek devlet şiarından hareketle “İÇ CEPHEMİZİN” güçlendirilmesi bütün siyasi partilerin görevidir. Bu konuda birlikte hareket edersek ülkemize yönelik art niyetli düşünceler besleyen ülkelerin ve odakların emellerini bertaraf etmiş oluruz.

Suriye’nin Toprak Bütünlüğü ve Terörle Mücadele

Türkiye Cumhuriyeti, gerektiği anda çeşitli müdahalelerle hem ABD ve İsrail’in hem de terörizmin nefesini kesen hamleler yapıyor. Bu hamleler Suriye’nin ve Irak’ın toprak bütünlüğünü koruma ve bu ülkelerden Türkiye’ye yönelik terör ortamına son verme nihayetinde Terörsüz Türkiye adımıdır.

İlginizi çekebilir!  Gazeteci Ceyhun Bozkurt yazılarıyla World of Türkiye'de

Bu arada yukarıda belirttiğimiz “TERÖRE SON VERME ÇAĞRISI”  için DEM Parti’nin İmralı Heyeti, Öcalan ile görüştükten sonra MHP, AK Parti ve diğer parti liderleri ve yetkilileri ile bir araya geldi. Ajandalarında neler var, tahmin etmek zor değil ancak görüşmelerin ardından yeniden İmralı’ya gitme izninin çıkması şimdilik fazlaca bir sorun olmadığına delalet ediyor. Terörsüz Türkiye çağrısı, çok açık bir devlet politikası olarak öne çıkıyor. Çünkü önceki süreçlerden farklı bir yöntem takip ediliyor.

Diğer taraftan Suriye’de BAAS rejiminin yıkılıp ülkemize yakın bir yönetimin iş başına gelmesi, bölgede İran, Rusya gibi oyuncuların etkisinin kırılması, rejime destek veren Hizbullah gibi aktörlerin Suriye’den dışlanmaları Suriye’deki rüzgârın Türkiye’den yana esmesine yol açtı. ABD’nin ve görünmeyen oyuncu İsrail’in Suriye’de iyot gibi açığa çıkmaları ve Apartheid bir rejim kurmak isteyen PKK/YPG’nin destekçileri durumuna kalmalarına yol açtı.

Suriye’nin doğusunda azınlıkta olan ve yönetimi PKK’nın elinde olan YPG’li teröristler ile ithal teröristler, işgal ettikleri Suriye topraklarında yaşayan ve teröristlere karşı olan Arapları, Türkmenleri (Suriye Türklerini) ve Kürtleri ne zamana kadar yönetecekler? Kuracakları Apartheid yönetime Amerika ne zamana kadar destek verebilecek. Bu utanç verici pozisyonu ne zamana kadar sürdürebilecekler. Eninde sonunda Afganistan’da yaşanan başlarına gelecek.

Yetkililer, “her ne olursa olsun terör bitecek ve bu sürecin karşısında duranlar tasfiye edilecek” mesajını sürecin yavaş da olsa kararlılıkla devamını sağlıyor. Elebaşları silah bırakmazsa ne yapılacak? “Kadife el içindeki demir yumruğun kullanılmasına” kadar bir süreçten bahsediyoruz. Bunu Devlet Bahçeli 28 Ekim’de yaptığı Cumhuriyet Bayramı açıklamasında çok net söyledi zaten: Son şanslarını kullanmazlarsa, eskisinden çok daha sert bir mücadele yürütülecek.

Terörü Bitirme Konusunda Irak’la İşbirliği

Bir diğer husus ise Irak’ta yürüyen süreçtir. Pençe Harekatları ile 2021 yılı nisan ayında başlayan süreç, Pençe Kilit operasyonu ile TSK’nın Irak sınırı boyunca ve yer yer 30-50 km derinliğe inerek sınırda tamamen hakimiyet kurması ile neticelendi. Bundan sonra daha derinde yer alan Gara, Asos, Sincar, Kandil, Mahmur gibi bölgelerin PKK teröründen tamamen arındırılması sürecine geçildi ve halen devam ediyor. Diğer taraftan PKK örgütünün baskısından yılmış ve bıkmış olan KDP ve Irak Merkezi Hükümeti Türkiye’nin PKK terörüne karşı mücadelesine destek veriyor. Bu konuda sınırda Türkiye’nin desteği ile kontrol ve denetim faaliyetlerine başladılar. Irak hükümeti, PKK’yı yasaklı örgüt ilan etti.

Irak, Kalkınma Yolu Projesi ile petrol üretimine dayalı ekonomisini alternatif sektörlerle desteklemek istiyor. Bunun içinde ülkede huzur, güven ve siyasi istikrarın sağlanması gerekiyor. Bu takdirde yabancı yatırımların ülkeye çekilmesi ve ülkenin ticari olarak canlanması mümkün olabilecek. Güneydoğu Asya’dan gelecek olan malların Irak’ın FAW Limanından demiryolu ve otoyollar ile Irak üzerinden Türkiye’yi takiben Avrupa’ya ulaştırılması, Süveyş Kanalı güzergahına göre daha hızlı gerçekleşecek. Bunun hayata geçmesi için de Irak’ın kuzeyinde terör faaliyetlerinin kökten hal olması gerekiyor. Bütün bu gelişmeler Türkiye’ye bölgedeki terörü kökünden kazıması için tarihi bir fırsat veriyor. Aktardığımız gibi, konjonktür tamamen bizim lehimize.

ABD’nin hem Suriye’de hem de Irak’ta hem Akdeniz’de, Türkiye ile çalışmak istemesi kaçınılmazdır. Tek sıkıntıları İsrail’in güvenliği. Türkiye’den bunun garantisini istiyorlar. Türkiye bunu verdiği gün ABD, PKK/YPG’nin arkasından derhal çekilecek. ABD her halûkarda bir gün çekilecek ancak bu olduğu takdirde beklemeksizin çekilecek. Ancak Türkiye’nin, İsrail’in başka ülkelere saldırmaması, Türkiye’yi de hedef alan köktendinci planları çöpe atması gerektiği dışında bir beklentisi daha var. O da Filistinlilerin Gazze’ye dönüşü, Gazze’nin yeniden inşası ve ihyası ile İsrail’in 1967 sınırlarına dönerek başkenti Doğu Kudüs olan Filistin devletini tanıması. Bu gerçekleşmediği sürece Türkiye, İsrail’in güvenliğine garantörlük yapmaz.

Dolayısıyla bölgemizde her sorun birbirine sıkı sıkıya bağlı.

Ben Terörsüz bir Türkiye’nin bölgeyi de terörden arındıracağına inanıyorum. Artık bu günler daha yakın.

Ne diyelim?

Mevlam neylerse güzel eyler…

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.