Ferhat ÜNLÜ – 10 Temmuz 2024
Bundan tam 13 sene önce, Haziran 2011’de İdlib’in Cisr Eş Şuğur ilçesinde silahlı kalkışmayla başlayan Suriye İç Savaşı, aradan geçen sürece boyunca bir numaralı muhatap öznenin kendisi, yani Suriye haricinde en çok Türkiye Cumhuriyeti’ni etkiledi, ülkemize zarar verdi.
O tarihten bu yana seneler içinde ülkemiz deyiş yerindeyse bir mülteci akınına uğradı. Kayseri’de yaşanan olaylar, göçmen meselesinin fazla vakit kaybetmeksizin, behemehâl çözülmesi gerektiğini gözler önüne seren bir gelişmeydi.
Türkiye, Suriye’deki iç siyasi krizlerin ve bunun savaşla ülkemize yansımalarının çözülmesi için takriben dört senedir Şam ile yoğun bir istihbari ve diplomatik süreç yürütüyor. Bu sürecin altyapısının ciddi biçimde döşendiğini ve çözüme en yakın olduğumuz döneme girdiğimizi söylersek mübalağa etmiş olmayız.
Şüphe yok ki; göçmen meselesi, bugünkü ve gelecek nesilleri ilgilendiren önemli bir konu. Ve şurası da kesin ki mevcut konjonktürde bu meselenin çözümünün yolu, Esad’la anlaşmak.
ERDOĞAN’IN ZEYTİN DALI’NA ESAD SICAK BAKAR
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son iki açıklamasında Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’la görüşme konusunda yeşil ışık yaktı. Kuvvetle muhtemel Şam da buna sıcak bakacaktır.
Esad, 13 senelik savaşta ‘survive’ etmeyi başardı. Tabii hayatta, ayakta kalmasında 2015’te Suriye sahasına inen Rusya Federasyonu’nun desteğinin yaşamsal önemi var. Bir başka deyişle Esad; savaşı Rusya desteğiyle kazandı, dolayısıyla diplomasi de Rusya ile yürüyecek.
Türkiye ve Suriye sonuçta iki komşu ülke. Komşu komşunun külüne muhtaçtır
sözü ülkeler arasındaki ilişkiler için de geçerlidir. Esad, eğer Türkiye’deki göçmenlere güvenliği garanti ederse tersine göç artık işten bile değil. Bu durumda her şeyden önce buradaki Suriyeli varlığının ülkesine dönmesi sürecinde rejimin hayat güvencesi vermesi gerekiyor. Sadece hayat güvencesiyle de bitmez bu iş, orada kendi topraklarında bir de güvenli biçimde rızık sorununu halletmeleri de garanti altına alınmalı. Bunun da savaş öncesinde olduğu gibi güven içinde sağlanmasını garanti edilmesi gerekiyor.
NE SANILDIĞI KADAR ZOR, NE DE KOLAY
Bu iş, sanıldığı kadar kolay değil elbette; ama sanıldığı kadar zor da değil. Emin olun, iki ülke tam anlaşsın; süreç başlasın, işler tereyağından kıl çekercesine halledilecektir. Bir sorun önce arka planda gizliden gizliye yükselir, sonra varlığını göstermeye başlar, en sonunda artık çözüm aşamasına geldiğini dayatacak kadar bir cesamete kavuşur. Ardından siyaset devreye girer. Siyasi karar, bu işlerin çözümünün ilk, zorunlu adımıdır. Sonrası gelir. Erdoğan’la Esad bir araya geldikten sonra bu sorunun önünde engel kalmaz. Gerisi işin teferruatıdır. Bu güvenle konuşurken ABD gibi ülkelerin provokasyon ihtimalleri de hesaba katıyorum. Bu tür negatif çabalar da süreci tersine çeviremez.
GÖÇMENLER DÖNÜNCE PKK İÇİN İŞLER TERSİNE DÖNER
Suriye, kendi iç huzuruna ve eski nüfusunun en azından hatırı sayılır oranına yeniden kavuşursa ne olur? Bir defa Suriyeliler güvenli biçimde ülkesine döndükten sonra Türkiye’nin bu PYD, YPG meselesinde de eli rahatlar. Emin olun, o topraklar PYD, PKK, YPG’ye kalmayacak. Tek isim kullanalım, bizi de yormasın. PKK işte… Örgütler isim değiştirmeyi doğaları gereği severler, çünkü legal değillerdir.
Nihayetinde PKK, iç savaşın hercümercinden ve Amerika Birleşik Devletleri’nin desteğinden yararlanarak Suriye’nin toprağının üçte birine çöktü. Ama Türkiye ile Suriye anlaşmasının gerekleri yerine gelmeye başladığından itibaren güvende olmayacaklar. Bu durumda 2014’teki Ayn El Arab savaşından sonra başlayan 10 yıllık saadetleri son bulacak.
Tıpkı Mahabad Cumhuriyeti emsalinde olduğu gibi… 1946 senesinin başında Sovyetler Birliği’nin desteğiyle kurulan Mahabad Cumhuriyeti, Sovyet desteği sona erince 1946’ın aralık ayında tarihin kara toprağına gömülmüştü. Ankara-Şam anlaşmasının hayata geçmesinden sonra ABD desteğiyle yaşayan Suriye PKK’sını bekleyen son da bundan farklı değildir.