Ceyhun BOZKURT – 18 Aralık 2024
Suriye’de artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Yeni bir dönem, yeni aktörler, yeni politikalar, yeni bir anayasa, yeni müttefikler vb.
Yeni dönemin aktörleriyle Suriye’ye sınırı olmayan ülkeler bile iletişime geçmeye çalışırken, 911 km sınırı olan Türkiye’nin kuracağı güçlü iletişime kimsenin itirazı olamaz, olmamalı.
Türkiye, yurtdışında, özellikle Batı medyasında Suriye’deki sürecin kazananı olarak işaret ediliyor. Elbette, Türkiye, iç savaşın en başından bu yana Şam’daki BAAS/Esad yönetimine tavır alarak muhalefeti destekledi. Bu tavrını, Esad’a elini uzattığında bile sürdürdü. Çünkü elini uzatma şartı, “muhalefeti dinle, Suriye’nin bütününü kapsayan bir siyasi çözüme kapı arala” şeklindeydi. Bu da, Türk düşmanı bazı gruplar hariç şimdilerde Şam’da hakim olan güçlerin büyük çoğunluğunda Türkiye’ye sempati duyulmasını sağladı.
Ancak kitabın ortasından söylemek gerekirse, Suriye’nin geleceğine birilerinin döşemek istediği mayınlar, bizi 50 yıllık bir darboğazın içine sürükleyebilir.
Bu mayınları şöyle tanımlamak mümkün:
- İsrail’in işgali…
- PYD-YPG zihniyetinin, ABD-İsrail zoruyla yeni dönemde Şam’da oluşturulacak sisteme eklemlenmesi.
Bu riskler, Türkiye’yi uzun vadede sadece Ortadoğu ve terörle mücadele politikalarında değil Doğu Akdeniz jeopolitiğinde de sıkıntıya sokar.
Nasıl mı?
Şam’da oluşacak yeni yönetim İsrail’in işgaline karşı mutlaka tedbirler geliştirmeli. Elbette kolay değil. Daha 10 gün önce devrilmiş 61 yıllık bir sistem var. Ve yeni dönemin aktörleri de geçici yönetimlerle ilerlemeye çalışıyor. İsrail de bundan istifade Suriye’yi bombalıyor, yıllar önce Golan’la başladıkları işgali genişletiyor. İsrail’in bu saldırıları ve işgalleri, ilerleyen dönemde Suriye’yi bağımsız manevra kabiliyetinden yoksun bırakabilir. Örneğin İsrail Suriye’de karışıklık çıkaracak istihbarat-özel kuvvet harekatları da dahil olmak üzere çok sayıda provokasyonu yapabilir. Bu durum, Türkiye’nin, anayasal sistemini oturtmuş, terörden arınmış, birliğini ve toprak bütünlüğünü sağlamış bir komşu Suriye hedefine zarar verir.
Ayrıca yıllardır yetiştirilmiş, gayri nizami harp yöntemleri dahil eğitilmiş, donatılmış PYD-YPG terör örgütü zihniyetinin imhası olmaz ise sıkıntı büyük. Oradaki bataklık durduğu her an, Türkiye ve bölge ülkeleri için tehdittir.
Özetle İsrail tehdidi bertaraf edilmeden ve PYD-YPG terör örgütünün imhası sağlanmadan Türkiye’ye, bizlere rahat yüzü yok.
Yukarıda Doğu Akdeniz jeopolitiğine de atıf yaptım. Çünkü önümüzdeki dönem Doğu Akdeniz’de çetin bir mücadele dönemi. ABD-AB ikilisi yoğun bir şekilde Kıbrıs’ta Türk Devleti KKTC’yi lağvedecek ve yeniden (Rum yani Yunan yani Batı emperyalizmi hakimiyetinde) iki toplumlu bir federasyona döndürecek bir müzakere için bastırıyor. Buna içimizdeki ENOSİS’çiler de destek veriyor.
Ayrıca İsrail Rumlara ilk parti Demir Kubbe malzemelerini gönderdi. Rumların hava savunma sistemini kime karşı kullanmak için aldığını söylemeye gerek yok.
Bunların yanına Rumların NATO’ya girmek için ABD’ye plan sunması (siz onu ‘ABD görev verdi, Rumlar da planı hazırladı, sundu’ olarak okuyabilirsiniz) da Türkiye’nin lehine bir hamle değil. Rumların Ada’da iki devletli çözüm kabul edilmeden NATO’ya alınması, Türkiye’ye ve KKTC’ye karşı konumlanma diye okunmalıdır.
Diyeceksiniz ki hep riskleri yazıyorsunuz.
Olumlu boyutunu yazanlar var. Biz de riskleri yazalım.
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, ABD’deki başkan değişimi ve Suriye de dahil olmak üzere dünyadaki gelişmelerle ilgili “önümüzdeki 2-3 ay çok önemli” derken, bu ihtiyatla hareket ediyor. Biz de bu ihtiyata katılıyor, destek veriyor ve daha çok çalışmamız, teyakkuzda olmamız gerektiğine inanıyoruz. Birilerinin aşırı övgüsünün oluşturabileceği rehavet ortamının çok da iyiliğimize olmayabileceğini söylemeye çalışıyoruz.
***
CHATHAM HOUSE: “TÜRKİYE’NİN ENERJİ MERKEZİ OLMA HIRSI…”
Arap Baharı’nın başlangıcı, ne hikmetse İsrail’in gaz bulmasına denk gelmişti(!) Uzun zamandır yapılan arama çalışmaları sonucunda önce 2009 yılında İsrail’in Hayfa kentinin 50 mil uzağında bulunan Tamar sahasında, ardından da 2010 yılının Aralık ayının sonunda Leviathan sahasında doğalgaz rezervleri tespit edildi. Tamar sahasındakinin yaklaşık 300 milyar metre küp ve Leviathan sahasında da yaklaşık 600 milyar metre küp olduğu belirlendi. Hatta bazı kaynaklar bu rezervin Tamar’da 9 trilyon, Leviathan’da 18 trilyon metreküp olduğunu iddia etmişti. (Bkz. https://www.tabletmag.com/scroll/135955/israel-approves-natural-gas-export)
O dönem, bulunan rezervlerin İsrail’in yüz yıllık doğalgaz ihtiyacını karşılayabileceği değerlendirmeleri yapılmıştı. Hatta o dönem bu iki saha üzerinden İsrail ile Lübnan arasında gerilim yaşanmıştı. İşte Akdeniz’e kıyısı bulunan Arap ülkelerinin hedefe oturtulması ve kaos, bu keşiflerden sonra gündeme geldi. İsrail oyun planını hazırlarken, planın uygulayıcısı İsrail’in en büyük müttefiki ABD’ydi. İsrail’in Leviathan sahasında doğalgazı bulmasından tam 5 ay sonra 17 Aralık 2010 tarihinde Arap Baharı’nın fitili ateşlendi. 26 yaşındaki Tunuslu Muhammed Buazizi, bir pazar yerinde kendini yakmış, buna tepki olarak 18 Aralık günü Tunus’ta halkın sokaklara dökülmesiyle de daha sonra “Arap Baharı” olarak adlandırılacak süreç başlayacaktı. İsrail üzerinden oluşturulacak enerji koridoru için adeta mıntıka temizliği yapıldı.
Şimdi de İsrail ve arkasındaki güçler, bölgede enerjiye ve koridorlarına da göz dikmiş durumda. “ABD-İsrail İkilisi Petrolün Sevki İçin mi Suriye’ye Saldırıyor?” başlıklı yazımda 1948’de kapatılmak zorunda kaldıkları Kerkük-Hayfa petrol boru hattı hayallerini hatırlatmıştık.
Özetle, Suriye’de enerji mücadelesi de olacak.
Chatham House uzmanlarından Karim Elgendy, Suriye’de olası istikrarın, Katar doğalgaz sahalarını Suudi Arabistan, Ürdün ve Suriye üzerinden Türkiye’ye bağlayacağını, uzun süredir uykuda olan boru hattı projesinin yeniden canlandırılmasına olanak tanıyacağını da aktarmış. Londra’nın, Sevr’i hazırlayan merkezi buna dikkat çekiyorsa, Türkiye’nin bu anlamda da dikkatli olması gerekiyor. Doğu Akdeniz Gaz Forumu ve East Med ile Türkiye’yi pas geçmeye çalışanlar ne yaparsa yapsın, enerjide de ticarette de tüm yollar Türkiye’ye çıkıyor.
Türkiye’nin bu süreci son derece rasyonel akılla yürütmesi, gelecek 50-100 yılımızı kazandırabilir. Yoksa ABD-İsrail kazanır, biz kazandığımızı zannederiz…