istihbarat ceyhun bozkurt

Ceyhun BOZKURT – 11 Haziran 2024

 

ABD’nin kendi kontrolünde “Birleşik Avrupa” hayalinin meclisi Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri özellikle Batı Avrupa ülkelerinde İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan, 1990’ların başından itibaren güçlendirdikleri neoliberal, emperyalist, işgalci müesses nizamı ciddi anlamda sarstı. “Aşırı sağ” olarak nitelenen partiler ciddi bir oy oranına ulaşırken, AP’de ciddi sayıda parlamenterle temsil edilme hakkı kazandı.

En büyük darbe Fransa’da indirildi. Marine Le Pen’in Ulusal Birlik Partisi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un partisi Rönesans’ı ağır bir yenilgiye uğrattı. Ulusal Birlik Partisi AP seçimlerinde yaklaşık yüzde 32 oy oranına ulaşırken Rönesans yaklaşık yüzde 15 oy oranında kaldı. Fransa’da Macron Meclis’i feshetmek, seçimlere gitmek zorunda kaldı. Seçimler 30 Haziran’da yapılacak.

Diğer Batı Avrupa ülkelerinde de durum farksız. Ayrıca İtalya’da da Meloni iktidarı onları tedirgin  etmişti. Kullandıkları argüman ise “Aşırı sağ”. Evet söyledikleri kitleler içinde Türk, Müslüman, yabancı düşmanı bir kesim var ve bunlar insanlık açısından bir tehdit. Ancak bunu bu şekilde yansıtmalarının, yani toplumlara korku pompalamalarının nedeni aslında yazımın girişinde söylediğim mesele: İkinci Dünya Savaşı sonrası kurdukları, karşı kutup olan Varşova Paktı’nın yıkılmasıyla beraber 1990’ların başından itibaren küresel hale getirmeye çalıştıkları sistemin sarsılması. Avrupalılar, aslında ABD’nin kendilerine biçtiği ve kendilerinin de zarar gördüğü role isyan ettiler.

Açalım:

ABD, ikinci büyük savaştan sonra yanına İngiltere’yi de alarak yeni döneme giriş yaptı. Bu dönemde Batı Avrupa’yı kendisine köprübaşı olarak görerek, karşı kutup olarak gördüğü Sovyetler ve müttefiklerine karşı mevzilenmeyi burada yaptı. Uluslararası siyaset (BM), askeri (NATO), ekonomik (IMF ve Dünya Bankası) altyapıyı da oluşturdu. Avrupa’da, başta Almanya olmak üzere anlaştığı bazı Naziler üzerinden (Reinherd Gehlen) sistemini kurdu. Almanya’yı merkez aldı, perde arkasında İngiltere’nin olduğu Fransa-Almanya hattını oluşturdu ve Varşova Paktı’nı burada durdurmaya çalıştı. Avrupalılar Soğuk Savaş’ta hep Sovyet tehdidiyle yaşadı. ABD bu ülkeleri sömürü çarkına ortak etmişti. Avrupalılar, şirketleri üzerinden emperyalist saldırganlık neticesinde gelir seviyelerini giderek yükselttiler. Ağabeyleri ABD gibi dünyayı sömürüp zenginleştiler. Sovyet sistemi çöküp, ABD tek küresel güç olarak kalınca saldırganlık daha da arttı. Ama ABD ve müttefiklerinin saldırganlığı daha da artmıştı. 1991 yılında Irak’a saldırıyla başlayan süreç işgaller, katliamlar, terörizmin beslenmesi, desteklenmesi, sömürünün daha da azgınlaşması vs. nedeniyle dünyada adalet kavramı giderek etkisizleşti.

İlginizi çekebilir!  Unesco Müzik Kenti Şanlıurfa

– BM kararı olmadan Irak işgal edildi.

– İsrail Filistin’e soykırıma varan uygulamalarını artırdı, son olarak da ABD’nin açık desteğiyle doğrudan soykırıma girişti.

– Rusya’nın çevreleme politikası neticesinde Rusya askeri gücünü devreye soktu.

– Türkiye gibi müttefik ülkeler dahil ülkeleri hedef alan terör örgütlerini açıktan besledi, destekledi.

– Ülkeleri iç savaşa soktu.

– 1990 öncesi de dahil olmak üzere ülke yönetimlerine darbeler yaptı, ülkeleri istikrarsızlaştırıp kendisine bağladı vb.

Artık uluslararası sistem çökmüştü. Her yerde Washington isimli kan emici vampirin yol açtığı sarsıcı olaylar yaşanıyordu, yaşanmaya devam ediyor.

Avrupa ülkelerinin de kendi milli çıkarları için hareket etmesinin önüne geçecek müdahaleler yaptı.

Bunun doğal sonuçlarından bir tanesi, sınır aşan göçlerde çok büyük oranda artış yaşandı. Türkiye’nin de etkilendiği Suriye iç savaşı dahil, işgaller, terör, ekonomik sıkıntılar, açlık vb. nedenlerle milyonlarca insan evlerini bırakıp başka ülkelere kaçmak zorunda kaldı.

ABD’nin bu konuda keyfi yerindeydi. Tüm kaos sınırlarından binlerce km uzakta, okyanusun ötesinde yaşanıyordu. Ama Türkiye de dahil çok sayıda Avrupa ülkesi bu göçlerden nasibini aldı. Ülkelerin içinde ekonomik, sosyolojik sıkıntılar baş gösterdi. Planlı bir göç hareketi olmadığı için süreci yönetmek de kolay olmadı.

Ayrıca ABD’nin çıkarları için artan küresel savaş riski ticareti de zor durumda bıraktı. Rusya’ya yaptırım baskısına Türkiye direnirken, Almanya gibi büyük üretici Avrupa ülkeler boyun eğmek zorunda kaldı. Bu da Batı başta olmak üzere tüm Avrupa ekonomisine olumsuz etki yaptı. Üstüne son derece ılıman ilerleyen Rusya-Avrupa ilişkileri gerildi ve şu an ABD adına Rusya ile savaş riski kapıda.

Daha birçok neden dolayısıyla Avrupalılar, Washington’un isteğiyle oluşturulan Avrupa Birliği dahil olmak üzere çok şeyi sorgular hale geldiler. Milliyetçilik, milli devlet savunusu öne çıktı. Evet bu süreçte yabancı, hatta insanlık düşmanı müptezeller de ortaya çıktı. Bunlardan biri Hollanda’da öne çıkan Wilders. Ama bu kesim azınlıkta kaldı.

ABD’nin, Avrupa’da kurduğu ekonomik olarak vahşi kapitalizm, siyasi düşüncesi neoliberalizm olan sistem çöküyor. Yerini “sınırlarımızı güçlendirelim, ABD’den daha bağımsız hareket edelim, ABD adına başta Rusya olmak üzere ülkelerle savaşmayalım” diyen milli devlet/ulus-devlet savunması güçleniyor.

Dünyaya soldan bakan yazarlardan Ertürk Akşun’un Destek Yayınları’ndan çıkan kitabı “Şimdi Canavarlar Zamanı”nda neoliberalizm için şu sert eleştirileri yapıyor: “Yaşadığımız dünyanın asıl probleminin neoliberaller ve bu düşüncenin ürünleri olduğunu düşünüyorum. Neoliberalizm teknik olarak iktisadi bir terim olsa bile, karşımıza felsefi, ideolojik, tarihsel, ahlaki yozlaşmanın sebebi olarak çıkıyor. Yürürlüğe girdiği tarih ise 1970’li yılların ortaları.

Neoliberalizmin bizi felsefi anlamda nasıl çürüttüğünü, aydınlanma fikrine nasıl cepheden savaş açtığını, sanatı nasıl yozlaştırdığını ve hatta hatta yok ettiğini, gündelik insan hayatını ve ahlakını nasıl erozyona uğrattığını birçoğumuz fark ediyordur.

(…) Neoliberalizm bize özgürlük diye sunuldu. Maskesi hep özgürlük, daha fazla demokrasi ve tüm kültürlerin birleşmesi yani küreselleşme.”

Akşun’un satırlarındaki gibi, aslında Avrupa’da bugün çöküşün emarelerini güçlendiren gelişmeler, öyle anlattıkları gibi olumsuz değil.

İlginizi çekebilir!  Futbolu Katleden Ayağa Kalksın!

Şimdi bizi “aşırı sağ” olarak korkutmaya çalışıyorlar. Peki Irak işgal edilirken ABD’nin tasma takarak yanında dolaştırdığı Tony Blair aşırı sağcı mıydı? Hayır. İngiliz İşçi Partisi’ndendi. İsrail’in  yaptığı soykırıma destek veren yönetimlerin hangisi aşırı sağcı? Hepsi ya merkez sağ/sol veya liberal.

Yine aşırı sağ olarak suçlanan İtalya Başbakanı Meloni’nin geçmiş yıllarda yaptığı ve Macron’u, bütün olarak da Fransa’yı Afrika sömürüsü nedeniyle eleştiren konuşması anti-demokrat, ırkçı biri yapabilir mi?

Le Pen, gördüğümüz kadarıyla ırkçılığı değil, milli devleti savunuyor. Seçim sonuçlarından sonra ilk açıklamasında “Vatansever hareketlerin bu büyük zaferi, dünya çapında ulusların geri dönüşünü gören tarihin gidişatıyla uyumludur” demesi de bunu gösteriyor.

Irkçılık, insanlığın en büyük hastalıklardan biri, hatta başında geliyor. Irkçılığı kabul etmemiz mümkün değil. Ama günümüzde yaşadığımız şey ırkçılığın yükselişi değil, milliyetçiliğin, milli/ulus-devletlerin güçlenişidir. Eski sistemin, yani emperyalist canavarın çöküşüdür.

Türkiye, güçlü bir ulus-devlettir. Küreselleşme saldırısından nasibini almıştı. Ama ulus-devlet karakterinin ortaya koyduğu direnç, bugün yeni bir dünya kurulurken, Türkiye’nin önemini gösterdi. BRICS üyeliğinin konuşulması, Türk Devletleri Teşkilatı gibi alternatif güç dinamiklerinin ortaya çıkması da bunu gösteriyor.

ABD’nin emperyalist sistemi çöküyor. Şimdi sorulması gereken yeni dönemde nelerin konuşulması gerektiği.

Bir sonraki yazımda bunu konuşmaya devam edelim.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.