Ferhat ÜNLÜ – 20 Aralık 2024
“1970’in ilk günlerinde Amerikan Savunma Bakanlığı; araştırma kuruluşları ve üniversiteler arasındaki bilgi alışverişini sağlamak amacıyla lokal bir network ağı kurarken, kimse bu ağın daha sonra Internet adını alacağını ve giderek evrensel bir ağa dönüşeceğini muhtemelen bilmiyordu.
1991 yılının Kasım ayında bu ağın omurgası T1’den T3’e, (T1 bağlantılara verilen addı) merkez sayısı 16’ya, merkeze bağlı ağ sayısı ise 3500’e çıkartıldı. Böylece Internet denilen yapı ortaya çıktı. İnternet, 1993’te ilk kez Türkiye’ye geldi.
ABD’de lokal ağı oluşturan kuruluş; Internet’in başlangıçta hangi amaçla kurulduğu konusunda yeterince fikir veriyor olmalı: Savunma konusunda…
Peki, neyin savunmasıydı bu? Bütünüyle gerçek bir toprağın mı, yoksa bütünüyle sanal bir dünyanın mı?”
Yukarıdaki satırlar, 2000 yılının Mayıs ayında yazdığım bir öyküden. 1 Mayıs 2000’de Dergibi adlı dijital edebiyat sitesinde yayınlandı. Hayal@ adlı bu hikâye, “Size anlatmak istediğim öykü ikinci bin yılın son günlerinde başlıyor; sözünü ettiğim dönem, şimdilerde yazınsal iletişimin antika aracı gibi gözüken İnternet olgusunun yeryüzünde etkinliğini iyiden iyiye göstermeye başladığı yıllara karşılık gelir” cümlesiyle başlar.
ERKEN BİR SOSYAL MEDYA FENOMENİ HİKÂYESİ
Bir Güney ya da daha doğrusu Orta Amerika kıtası adası olan Hollanda Antilleri Aruba adasında geçen bir internet hikâyesidir. Nicki Hayal@ adlı bir gizli sosyal medya fenomeninin öyküsü…
Öyküden iki paragraf daha alıntı yapayım, böylelikle bugünler hakkında neler söyleyebildiğine dair daha net fikir yürütebilirsiniz:
“Size anlatmak istediğim öykü 2. bin yılın son günlerinde başlıyor. Sözünü ettiğim dönem, şimdilerde yazınsal iletişimin antika aracı gibi gözüken internet olgusunun yeryüzünde etkinliğini iyiden iyiye göstermeye başladığı yıllara karşılık gelir. Bir başka deyişle, erişime sahip insanların birbirlerine o sanal iple sıkıca bağlandığı günlere…
…
Baronlarsa bambaşka görünüyorlardı. Birer fenomen olduklarının ayrımındaydılar. Kendilerine güvenleri yoktu, ya da vardı ama başkalarının önünde sergileyecekleri bir güvenleri yoktu.
Tedirgindiler. Bütün insanların yaptığı bir şeyi yaparken bile -mesela viskiyi yudumlarken- suçlu gibiydiler. İnsanlar; hep illegal şeyler yaparlarsa yaptıkları legal şeylerden bile tedirgin olurlar ve onları izah etme gereksinimini duyarlar. Onlarınki tam olarak böyle bir tedirginlikti.”
Aradan geçen 25 yılda Sosyal Medya ve Yapay Zekâ konusunda çok önemli ve hatırı sayılır bir kısmı öngörülememiş gelişmeler yaşandı. Yirmi Birinci Yüzyıl’ın ilk çeyreği biterken önümüzdeki yılın, daha uzun vadeli ölçekte önümüzdeki 25 senenin ve daha sonrasının geleceği merak ediliyor. Sosyal Medya ve YZ’nin çeyrek asırlık evrimine bakılırsa olacakları öngörmek hem kolay, hem zor.
ÖNÜMÜZDEKİ YILIN GÜNDEM BAŞLIKLARI
2000-2004 arasının dünya gündemine baktığımızda 2025 senesinin olası gündemlerini kestirmek zor değil. Ulus devletlerle küresel sermaye arasında giderek büyüyen rekabet, ulus devletler arası bölgesel vekâlet savaşları (Suriye sorununun çözümü Orta Doğu’nun tansiyonunu düşürecektir), ekonomik savaşlar ve krizler, ABD’nin dünyanın jandarması rolünü oynamaktan Trump döneminde ne ölçüde vazgeçebileceği, Orta Doğu’daki Netanyahu Rejimi sorunu ve NATO-Rusya gerilimi…
Girmek üzere olduğumuz önümüzdeki çeyrek asrın derin, etkili daimi gündem maddesi ise Sosyal Medya ve Yapay Zekâ başta olmak üzere teknolojik gelişmelerin insan uygarlığına ne ölçüde yararlı biçimde kullanılabileceği olacak.
Geçen çeyrek asırda gördüğümüz üzere bu, o kadar da kolay değil, YZ’yi nasıl kullanacağımızı henüz bilmiyoruz, ama öğreniyoruz. O da öğreniyor, öğrendiklerini nasıl kullanacağını belirlemek büyük oranda bizim elimizde.
Daha önce World of Türkiye’de beş Yapay Zekâ yazısı yazdım. Şunun altını çizmek gerektiğini düşünüyorum: Yapay Zekâ bize kılavuzluk ederken, onun her daim patronu olmamız gerektiğini unutmamalıyız. Ama işte Hegel’in efendi-köle diyalektiğindeki gibi işler bazen öyle bir noktaya gelir ki, patron-emrindekinin kölesine dönüşür. Yapay Zekâ, bu açıdan cazip olduğu kadar riskli de…
Yapay Zekâ, Terminatör ve Matrix filmlerinde anlatıldığı gibi değilse bile (neyse ki öyle değil) bugün artık hayatın bir gerçeğidir. Gerçeklerinden önemli bir tanesi haline gelmiştir. İnternet’i; 1990’ların ilk yarısından, icat olduğu zamanlardan bu yana yakın takip etmiş, daha sosyal medyanın ortaya çıkmadığı zamanlarda sosyal medya öyküleri yazmış bir gazeteci-romancı olarak şunu söyleyebilirim:
Her nesil, dünya tarihinde özel bir döneme tanıklık ettiğini düşünür. Etmiştir de… Ama bunu böyle zamanımızda Sosyal Medya (SM) ve Yapay Zekâ’nın verdiği imkânlarla dile getirmek, geleceğe bırakmak gibi ayrıcalığa sahip olmuştur. Bu, ayrıcalık yalnızca zamanımızın insanına özgü bir torpildir, ne var ki her ayrıcalık gibi bir tür laneti de vardır. Lanet dediğim de teknolojinin hayatımızdan geri dönüşsüz biçimde götürdükleri…
Bize düşen insan olarak ne tür bir döneme tanıklık ettiğimizin bilincinde olmak, bu dönemin bize hangi soruları sorduğunu bilmek ve bunlara cevap aramaktır.