Son yirmi yılda Türkiye her alanda büyük terakki gösterdi. Kültür dünyamız bu noktada maalesef geriden geldi. Büyük Türkiye ideali, Türkiye Yüzyılı söylemleri çok önemliydi. Bunun yanında en güçlü sac ayaklarından biri olan Milli Kültür inşasını güçlü kılarsak hakiki manada Türk Yüzyılını başlatacağız. Peki ne yapmalıyız? Milli Kültür ama nasıl?
Sahi bize lazım olan ‘Milli Kültür’ neydi? Bunu dar kalıplarla ifade etmek zor. Tanzimat’tan bu yana başlayan Batı kaynaklı dayatmalar ve onun getirdiği çatışmaların bizi bir yerlere getirdiğini söylemek zor.
Bizlere Kültür diye dayatılan olgunun Batı’nın yeni bir silahı olduğu gerçektir. ‘Batı modalarını, zaaflarını, kokuşmuşluklarını bize aktarmak için; bizi kültürsüzlüğümüze inandırmak için bunu icat etmiştir’ diyor Cemil Meriç.
Evet bizler büyük bir kültür hazinesinin üzerinde yaşıyoruz. Bu yüzden de bu irfanın sahiplerine Kültür Emperyalizmi uğramıyor. Ama olanın da üstüne koyup zenginleştirme yolunda çok da yol almış değiliz. Biraz da ifrat ve tefrit arasındaki durumdan kaynaklı izahatlar yüzünden yol alamıyoruz.
Devlet şimdi bu yönde çalışma yapan kurum ve kuruluşlara alan açmalı ve gereken tüm desteği vermelidir.
Evet yine Cemil Meriç’e göre, gerçek kültür bir tutkudur, insana inanıştır, kendini insanlığın kaderinden sorumlu tutuştur. Bir sevgidir kültür, insanın kendi kendini fethidir. Bugünü mazi ile zenginleştirmektir. Mazi ve istikbal ile…
Bizler de önce kendimizi tanımakla işe başlamalıyız. Bunu yaparken de hamaset nutuklarının ötesine geçmeliyiz.
Zekâyı zirvelere kanatlandıran uzun ve çileli bir ati yoluna girmeli ve nakış nakış bu yolu işlemeliyiz.
Tanzimatla başlayan Batı münasebetleri, birçok nesillerin gözünü kamaştırdı. Aydınlar, Batı’nın yükselişindeki sırrı aramaya koyuldular ve bu araştırmayı yaparken farkında olmadan kendi iç dünyalarını Batı’nın içinde buldular. Birbiri ardı sıra birkaç nesil ”Avrupa’ya benzemek için ne yapalım?”, ”Garplılaşma nasıl olmalı?” diye uzun zaman sayıkladılar. O nesilleri Batı taklitçiliğine, hem de ruhları duymadan sürükleyen kuvvet, başlangıç noktasında bağlandıkları aşağılık duygusu olmuştu.
Bu duygunun kendi içimize akıttığı zehir, bizi küçülttükçe küçülttü. Böyle bir içten yıkılış faciasının karşısına dikilen muhafazakar zümre, Batı taklitçiliğini protesto ederken sade taassubunu kullandı. Onlar için mesele, sadece Batı’ya benzememek davasıydı. Milli varlığımız hakkında bir fikirleri yoktu. İnkılapçılar, örflerle kıyafet değiştirmede kurtuluşumuzun sırrını aramak gibi gülünç bir davaya kendilerini kaptırırlarken, muhafazakarlar; eski hayat şekillerine sımsıkı bağlanmada felah ümidi buldular. Her iki tarafın gafil olduğu şey, kendi milli kültürümüzü yoğurmanın lüzumlu oluşudur.
Hakikatte, bin yıllık tarihimiz içinde ortaya konmuş olan Anadolu Müslüman Türk kültürünü, örfleri, folkloru, edebiyatı ve güzel sanatlarıyla, tasavvufu ve tarikatlarının felsefesiyle, İslami ahlakıyla bir potada yoğurmak, davanın esasını teşkil ediyordu.
Son yirmi yılda Türkiye her alanda büyük terakki gösterdi. Kültür dünyamız bu noktada maalesef geriden geldi. Büyük Türkiye ideali, Türkiye Yüzyılı söylemleri çok önemliydi. Bunun yanında en güçlü sac ayaklarından biri olan Milli Kültür inşasını güçlü kılarsak hakiki manada Türk Yüzyılını başlatacağız. Peki ne yapmalıyız? Milli Kültür ama nasıl?
Sahi bize lazım olan ‘Milli Kültür’ neydi? Bunu dar kalıplarla ifade etmek zor. Tanzimat’tan bu yana başlayan Batı kaynaklı dayatmalar ve onun getirdiği çatışmaların bizi bir yerlere getirdiğini söylemek zor.
Bizlere Kültür diye dayatılan olgunun Batı’nın yeni bir silahı olduğu gerçektir. ‘Batı modalarını, zaaflarını, kokuşmuşluklarını bize aktarmak için; bizi kültürsüzlüğümüze inandırmak için bunu icat etmiştir’ diyor Cemil Meriç.
Evet bizler büyük bir kültür hazinesinin üzerinde yaşıyoruz. Bu yüzden de bu irfanın sahiplerine Kültür Emperyalizmi uğramıyor. Ama olanın da üstüne koyup zenginleştirme yolunda çok da yol almış değiliz. Biraz da ifrat ve tefrit arasındaki durumdan kaynaklı izahatlar yüzünden yol alamıyoruz.
Devlet şimdi bu yönde çalışma yapan kurum ve kuruluşlara alan açmalı ve gereken tüm desteği vermelidir.
Evet yine Cemil Meriç’e göre, gerçek kültür bir tutkudur, insana inanıştır, kendini insanlığın kaderinden sorumlu tutuştur. Bir sevgidir kültür, insanın kendi kendini fethidir. Bugünü mazi ile zenginleştirmektir. Mazi ve istikbal ile…
Bizler de önce kendimizi tanımakla işe başlamalıyız. Bunu yaparken de hamaset nutuklarının ötesine geçmeliyiz.
Zekâyı zirvelere kanatlandıran uzun ve çileli bir ati yoluna girmeli ve nakış nakış bu yolu işlemeliyiz.
Tanzimatla başlayan Batı münasebetleri, birçok nesillerin gözünü kamaştırdı. Aydınlar, Batı’nın yükselişindeki sırrı aramaya koyuldular ve bu araştırmayı yaparken farkında olmadan kendi iç dünyalarını Batı’nın içinde buldular. Birbiri ardı sıra birkaç nesil ”Avrupa’ya benzemek için ne yapalım?”, ”Garplılaşma nasıl olmalı?” diye uzun zaman sayıkladılar. O nesilleri Batı taklitçiliğine, hem de ruhları duymadan sürükleyen kuvvet, başlangıç noktasında bağlandıkları aşağılık duygusu olmuştu.
Bu duygunun kendi içimize akıttığı zehir, bizi küçülttükçe küçülttü. Böyle bir içten yıkılış faciasının karşısına dikilen muhafazakar zümre, Batı taklitçiliğini protesto ederken sade taassubunu kullandı. Onlar için mesele, sadece Batı’ya benzememek davasıydı. Milli varlığımız hakkında bir fikirleri yoktu. İnkılapçılar, örflerle kıyafet değiştirmede kurtuluşumuzun sırrını aramak gibi gülünç bir davaya kendilerini kaptırırlarken, muhafazakarlar; eski hayat şekillerine sımsıkı bağlanmada felah ümidi buldular. Her iki tarafın gafil olduğu şey, kendi milli kültürümüzü yoğurmanın lüzumlu oluşudur.
Hakikatte, bin yıllık tarihimiz içinde ortaya konmuş olan Anadolu Müslüman Türk kültürünü, örfleri, folkloru, edebiyatı ve güzel sanatlarıyla, tasavvufu ve tarikatlarının felsefesiyle, İslami ahlakıyla bir potada yoğurmak, davanın esasını teşkil ediyordu.