Bir klinik psikolog olarak birçok yetkinliğe sahip olsa da kendi yeterliliklerini takdir etmekte zorluk yaşayan pek çok güzel insanla çalıştım. Bazıları içlerinde sürekli kendilerinden şüphe etmelerine sebep olan ses nedeniyle daha fazla sorumluluk almaktan ya da yeni bir pozisyona geçiş yapmaktan kaçınıyordu. Bu dertten mustarip olan kişiler sanki içlerinde kimsenin bilmediği gizli bir bilgi varmış gibi tüm fırsatlara şüpheyle bakar. Çoğu zaman etraflarında takdir edilen ve örnek gösterilen insanlar olmalarına rağmen içlerindeki şüphe onlara hep yetersiz olduklarını fısıldar. Bu fısıltıyı onlardan başka da kimse duymamaktadır. Elde ettikleri her başarı için kendileri dışında hep bir açıklamaları vardır. Ya işler rast gitmiştir. Ya şansına olmuştur. Yeni bir hedefe ulaştıkları zaman içlerindeki bu duyguları aşacaklarını umarlar lakin sonuç öyle olmaz. Çoğu zaman bir hedeften başka bir hedefe koşturan bu kişiler bir noktada kendilerini çok tükenmiş olarak bulabilir.
İnsanların çoğu bu durumu hayatlarında bir kez de olsun yaşadıklarını söylüyor. Bu durumun adını ilk koyanlar ise Pauline Clance ve Suzanne Imes. Sahtekarlık sendromu olarak adlandırılan bu deneyim aksi yönde kanıtlar olmasına rağmen sürekli hissedilen yetersizlik hissine işaret ediyor. Siz de bu duruma aşina iseniz sürekli içinizde memnun edilemeyen bir eleştirmenle yaşıyor olabilirsiniz. Sadece sizin hissettiğiniz bu durumun bir gün başkaları tarafından da fark edileceğine dair korkular nedeniyle bu hisse sahtekarlık sendromu denmiş. Bu bir bozukluk veya hastalık değil ve oldukça da yaygın bir deneyim. Üstelik bu deneyimi özellikle başarılı kadınların ya da ötekileştirilmiş bir gruba mensup olan bireylerin daha çok yaşadığı biliniyor. Ayrımcılığa uğrayan bireylerin bu durumu daha fazla yaşıyor olması ise örgütsel ve sistemik önyargının hayatlarımızdaki yıkıcı ve kalıcı rolünü gösteriyor.
Hayatımızın erken dönemlerinde edindiğimiz deneyimler de bu sendromun gelişimine katkıda bulunabilir. Ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz veya arkadaşlarımız bizi çok eleştiriyorsa kendimiz hakkında “Yeterince iyi olmadığımıza” dair bir inancı benimsemiş olabiliriz. Bu durumun ciddi maliyetleri olabilir. Kendimizi kanıtlamak için aşırı çalışmaktan dolayı tükenmiş hissedebiliriz. Yetkinliğimizle ilgili korkular nedeniyle yeni fırsatlardan uzak kalabiliriz. Hatta yetersizlik hislerini telafi etmek için sürekli insanları memnun etmeye çalışıyor olabiliriz.
Sahtekarlık fenomeninin hayatımızda olup olmadığını anlamanın en iyi yollarından biri yaptığımız seçimlerin hep bir rahatsızlık ya da yetersizlik hislerinden uzaklaşmak için olup olmadığına bakabiliriz. Davranışlarım kaçmak üzerine mi inşa edilmiş yoksa kendi değerlerime koşmak üzerine mi? Örneğin, kendimi geliştirmek için yeni bir işe girişmek benim için önemliyse değerlerime koşmak için ilerliyorum demektir. Ancak, yeterince iyi olmadığım korkusunu yatıştırmak için bir şeyler yapıyorsam o zaman seçimlerim içimdeki o sahtekardan etkileniyor olabilir. Belki bir süre kaçarak rahatlayabilirim ama hayat git gide küçülmeye başlar benim için. Oysa içimde şüphe tohumları eken o sesin yanılabilir olduğunu kendime görme fırsatı verebilirsem haklı olmaya değil ama cesur olmaya başlayabilirim.
Bir klinik psikolog olarak birçok yetkinliğe sahip olsa da kendi yeterliliklerini takdir etmekte zorluk yaşayan pek çok güzel insanla çalıştım. Bazıları içlerinde sürekli kendilerinden şüphe etmelerine sebep olan ses nedeniyle daha fazla sorumluluk almaktan ya da yeni bir pozisyona geçiş yapmaktan kaçınıyordu. Bu dertten mustarip olan kişiler sanki içlerinde kimsenin bilmediği gizli bir bilgi varmış gibi tüm fırsatlara şüpheyle bakar. Çoğu zaman etraflarında takdir edilen ve örnek gösterilen insanlar olmalarına rağmen içlerindeki şüphe onlara hep yetersiz olduklarını fısıldar. Bu fısıltıyı onlardan başka da kimse duymamaktadır. Elde ettikleri her başarı için kendileri dışında hep bir açıklamaları vardır. Ya işler rast gitmiştir. Ya şansına olmuştur. Yeni bir hedefe ulaştıkları zaman içlerindeki bu duyguları aşacaklarını umarlar lakin sonuç öyle olmaz. Çoğu zaman bir hedeften başka bir hedefe koşturan bu kişiler bir noktada kendilerini çok tükenmiş olarak bulabilir.
İnsanların çoğu bu durumu hayatlarında bir kez de olsun yaşadıklarını söylüyor. Bu durumun adını ilk koyanlar ise Pauline Clance ve Suzanne Imes. Sahtekarlık sendromu olarak adlandırılan bu deneyim aksi yönde kanıtlar olmasına rağmen sürekli hissedilen yetersizlik hissine işaret ediyor. Siz de bu duruma aşina iseniz sürekli içinizde memnun edilemeyen bir eleştirmenle yaşıyor olabilirsiniz. Sadece sizin hissettiğiniz bu durumun bir gün başkaları tarafından da fark edileceğine dair korkular nedeniyle bu hisse sahtekarlık sendromu denmiş. Bu bir bozukluk veya hastalık değil ve oldukça da yaygın bir deneyim. Üstelik bu deneyimi özellikle başarılı kadınların ya da ötekileştirilmiş bir gruba mensup olan bireylerin daha çok yaşadığı biliniyor. Ayrımcılığa uğrayan bireylerin bu durumu daha fazla yaşıyor olması ise örgütsel ve sistemik önyargının hayatlarımızdaki yıkıcı ve kalıcı rolünü gösteriyor.
Hayatımızın erken dönemlerinde edindiğimiz deneyimler de bu sendromun gelişimine katkıda bulunabilir. Ebeveynlerimiz, öğretmenlerimiz veya arkadaşlarımız bizi çok eleştiriyorsa kendimiz hakkında “Yeterince iyi olmadığımıza” dair bir inancı benimsemiş olabiliriz. Bu durumun ciddi maliyetleri olabilir. Kendimizi kanıtlamak için aşırı çalışmaktan dolayı tükenmiş hissedebiliriz. Yetkinliğimizle ilgili korkular nedeniyle yeni fırsatlardan uzak kalabiliriz. Hatta yetersizlik hislerini telafi etmek için sürekli insanları memnun etmeye çalışıyor olabiliriz.
Sahtekarlık fenomeninin hayatımızda olup olmadığını anlamanın en iyi yollarından biri yaptığımız seçimlerin hep bir rahatsızlık ya da yetersizlik hislerinden uzaklaşmak için olup olmadığına bakabiliriz. Davranışlarım kaçmak üzerine mi inşa edilmiş yoksa kendi değerlerime koşmak üzerine mi? Örneğin, kendimi geliştirmek için yeni bir işe girişmek benim için önemliyse değerlerime koşmak için ilerliyorum demektir. Ancak, yeterince iyi olmadığım korkusunu yatıştırmak için bir şeyler yapıyorsam o zaman seçimlerim içimdeki o sahtekardan etkileniyor olabilir. Belki bir süre kaçarak rahatlayabilirim ama hayat git gide küçülmeye başlar benim için. Oysa içimde şüphe tohumları eken o sesin yanılabilir olduğunu kendime görme fırsatı verebilirsem haklı olmaya değil ama cesur olmaya başlayabilirim.