Rabia YAVUZ – 18 Aralık 2023
30 Kasım Perşembe akşamı 19.30’da Altunizade Kültür Merkezinde narsisizmi konuşma fırsatı bulduk misafirlerimizle. Aramızda “Narsist olan var mı?” sorusuna olumlu yanıt veren olmadı. Hatta bu soruyu hemen kendimizden uzaklaştırmak istedik aklımıza gelen en rahatsız edici sıfatlar nedeniyle. Narsist deyince aklımıza ne geldiğini ve bu kelimeyi kimler için kullandığımızı konuştuk. Birçok tanım yapma fırsatımız oldu. Mesela, tek ve yegâne doğrunun kendi doğrusu olduğunda ısrar eden insanlardı. İlgi seven, özür dilemeyen, duvar ören ve kendinden başkasını sevmeyen. Olumlu tek bir özellik gelmedi aklımıza. Narsist biri başkalarını kendi çıkarları için kullanan ve empati yoksunu insanlar çoğumuzun gözünde. Biraz sorguladık; acaba ilgi sevmeyen var mıydı aramızda. Ya da empati yapmak, hatalarıyla yüzleşip özür dileme erdemine sahip olmakta bizler ne kadar iyiydik? Narsisizm hep bizim dışımızda bir yerlerdeydi ilk bakışta. Lakin biraz derine bakınca ilgi sevmeyen yoktu aramızda. Ya da özür dilemekte zorluk yaşamayan. Belki de narsisizm çok da uzaklarda bir yerde değildir. Belki de hepimizin çocuk kalmış yanlarında saklanıyordur.
Yeryüzünün en erken doğan yavrusu; insan yavrusu. Bu erken doğum bakım verenlerine duyduğu bağımlılık yüzünden diğer yavrulardan insanı temelde ayırıyor. Bu kadar bağımlı doğmamızın arkasında ise gelişmeye en açık beyne sahip olmamız var. Bu kadar bağımlı yavruların hayatta kalmaları ise sürekli bakım almalarıyla mümkün. Yeryüzünde geldiğimizde aldığımız en derin ve ilk bilgi başkalarına olan ihtiyacımız. Başkalarının birbirleriyle kurduğu ilişkiyle başladı hayatımız. Bakıp başkalarının hayatına hem kendimizi hem çevremizi tanımaya başladık. Başkalarıyla kurduğumuz her ilişki bize bizi anlatmakta.
Çok sevdiğim bir anekdot vardır Freud’un makalelerinden birinden. 5 yaşında karanlık korkusu yaşayan bir çocuktan bahsedilir makalede. Karanlıkta korkmuş bir halde kendine ışık arayan çocuk “Burası çok karanlık, lütfen benimle konuş” der teyzesine. Teyzesi ise “Zaten bu karanlıkta beni görmüyorsun, ne faydası olacak ki konuşmamın?” der. Çocuğun yanıtı insanın içini hem ışıtan hem de ısıtan cinstendir: “Sen konuştuğunda burası aydınlık oluyor”. Bizler alakadan; ilişkiden yaratılmış canlılarız. Bu yüzden de bağ kurmaya meftunuz. Her vakit hem insanlarla hem diğer canlılarla bağ kurmak isteriz. Hani Kemalettin Kamu der ya: “Varsın yine bir yudum su veren olmasın, baş ucumda biri bana “su yok” desin de!”. İşte bu ihtiyaç bizi diğerleriyle buluşturur. Susuz kalan sadece Kemalettin Kamu değil, narsist kelimesinin doğuş hikayesinin kahramanı yakışıklı genç Narcissus ta kendi hikayesinde susuz kalır. Suya yaklaşıp tam susuzluğunu giderecekken suda kendi yansımasını görür delikanlı. Narcissus başkalarının ilgisine hiç yanıt vermediği için bir lanet ile cezalandırılmıştır. Üzerindeki lanet nedeniyle suda sadece ve sadece kendini görür. Kendinden başka hiçbir şeye nazar edemeyecek kadar kendine tutsaklıkla cezalandırılmıştır. Bu nedenle delikanlı gözlerini kendinden ayıramadığı için suyun kenarında susuz kalarak ölür. İnsanın kendinden başka birini görememesi, sevememesi ve kendisinden başkasıyla bağ kuramaması ne kadar da ölümcüldür. Hayatta kalmak istiyorsak bağlarımızı kuvvetlendirmeliyiz. İşte o zaman kendimiz dışında da nice dünyaları keşfe çıkabiliriz. Mevlana’nın dediği gibi sayısız bağlarla birbirine bağlanan bizler; okyanusta bir damla değiliz, bir damlanın içinde kocaman BİR okyanusuz.