Prof. Dr. Faruk TAŞÇI – 14 Şubat 2024
29 Ocak 2024’te TÜİK tarafından “Gelir Dağılımı İstatistikleri, 2023” kamuoyu ile paylaşıldı. Böylece hane halklarının veya fertlerin gelirlerinin türleri, miktarları ve dağılımları ortaya konmuş oldu.
Küresel Gelir Eşitsizliği
Buna göre Türkiye’de 2006 yılında en zengin % 10’luk nüfus gelirin % 32,5’ini alırken, 2014’de % 30,3’e kadar düşmüş ancak gelinen noktada 2023’te oran % 35,0’ı görmüş; yine en zengin % 20’lik nüfusun toplam gelirden aldığı pay 2006’da % 48,4 iken, 2014’te % 45,9’a kadar gerilemiş olsa da 2023’te zirve yaparak % 49,8’e ulaşmış durumda.
Durum sadece bu eşitsiz dağılım ile sınırlı değil, ülkeler arasında da önemli gelir uçurumları söz konusu. Dünyada en zengin % 10’luk kesim, dünya gelirlerinin % 52’sine sahip görünmekte, ki dünya nüfusunun en yoksul yarısı ise bunun sadece % 8,5’ini alabilmekte.
Sorun, dünyadaki bölgeler arasında da belirgin şekilde. Avrupa’da en zengin % 10’luk nüfusun toplam gelirden aldığı pay % 36 dolaylarında iken MENA’da (Orta Doğu ve Kuzey Afrika) bu oran % 58’e ulaşıyor. Yine Doğu Asya’da ilk % 10’daki nüfus toplam gelirin % 43’unu alıyor, ama Latin Amerika’da bu oran % 55.
Bunun üstüne “küresel milyarderler” de eklenince, dünyadaki gelir adaletsizliği daha net anlaşılıyor. Son yıllarda, küresel milyarderler servetlerine servet katarak dünya gelir pastasından büyük paylar alıyorlar. Örneğin 1995’ten bu yana dünyadaki en zengin % 0.01’in küresel servetlerinin payı % 7’den % 11’e yükselmiş; milyarderlerin servetlerinin payı da % 1’den % 3’e yükselmiş ve bu artış, COVID-19 döneminde daha da belirgin hâl almış durumda.
Gelir Neden Adil Dağılmıyor ya da Bazıları Niye Yoksul?
Hâl böyle olunca doğal olarak şu temel soru soruluyor: Dünyada gelir neden adil dağılmıyor veya neden bazılarının ve bazı ülkelerin yoksulluğu var? Başka bir ifade ile neden bazılarının cebi dolarken, bazılarının cebine neredeyse hiçbir şey girmiyor?
Bu tarz soruların cevabı, eğer liberal düşünürlere sorulsa “insanlar veya devletler yoksul, çünkü bu onların içsel sorunlarından kaynaklıdır” mealinde cevaplar verirler. Onlara göre, bir kısım kişilerin veya bazı ülkelerin yoksulluklarının sebebi, kendi “gelenekleri” ve “beceriksizlikleri” ile ilgili. Aile yapıları, örfleri, adetleri, gelenek-görenekleri, kültürleri vs. onları bu hale sokuyor. Örneğin, çalışmayı sevmedikleri için veya yoksul olmayı faziletli/kıymetli gördükleri için bu haldeler; onların durumu onların tembelliklerinden kaynaklanıyor. Aralarındaki yöneticilerin beceriksizleri de onları daha da yoksul hale sokuyor.
Bu açıklamalara Neo-Marksistler “bağımlılık teorisi” ile itiraz ediyorlar. Onlara göre dünyadaki yoksulluğun sebebi, içsel olmaktan ziyade dışsaldır. Yani ülkelerin bir kısmı yoksul, çünkü bir kısım sanayisi ilerlemiş zengin ülkeler tarafından hammaddeleri ve insan güçleri sömürülüyor. Bu nedenle, zengin ülkeler zengin oldukça, sömürülen bu ülkeler de otomatik olarak (buna bağımlı olarak) yoksullaşıyorlar. Buradaki görüşte, başlı başına “dış güçler” vurgusu hakimdir; dolayısıyla dış güçlerin (emperyalistlerin) sömürgesi olmasa idi, bu ülkeler yoksul olmayacaklardı.
Gelirlerin Adil Olması Mümkün
Bu çerçevede liberaller, yoksulluktan çıkış yolunun tembellik etmemek, çalışmak ve böylece zenginleşmek olduğunu söylerken, Neo-Marksistler dış güçlere dayalı sömürü düzeninin tahakkümünden kurtulup sosyalist bir rejime geçiş ile dünyada yoksulluğun ortadan kalkacağını ileri sürüyorlar. Birincisinin “insanları tembel gören” iddiası başlı başına genellemeci ve “yalana hapsedici” hükümler barındırdığı ve “belli kesimi zengin edici” hüviyetinden dolayı, dünyadaki gelir adaletsizliğini daha da bozucu etki yaptığı aşikar. İkincisinin ileri sürdüğü sosyalist rejim denemelerinin “devleti güçlü kılan ama halkı yoksullaştıran” sistematiğinin, halkları yağmurdan kaçarken doluya tutturduğu da yadsınamaz gerçek.
O halde dünyada gelirin adil olması mümkün değil mi? Bu sorunun cevabı, dünyanın liberal-kapitalist ideolojiye de Marksist-sosyalist ideolojiye de mahkûm olmadığını bilmek ve inanmak/kabul etmek, yani adil bir dünyanın mümkün olduğuna inanmakla verilebilir.
Öncelikle, dünyanın tamamında liberal-kapitalist ideolojinin “tekele dayalı” yapısı üzerine kurulu küresel piyasa ağının yerine küresel adil piyasa sistemi gerekli. Bunun da mümkün olabilmesi için halihazırda zulme dayalı küresel ağın çökertilmesi lazımdır ki bu da ancak topyekûn bir savaş ile mümkün olabilir! Ancak bunun çökertilmesi sonrasında ise devlet tahakkümüne/zulmüne dayalı Marksist-Sosyalist ideolojinin mülksüzleştirme görünümünde belli devlet elitlerini zenginleştirici ve halkı yoksullaştırıcı piyasası gelmemelidir.
Olması gereken, (elbette detaylı açıklamayı gerektiren bir çerçeve olarak) herkesin çalıştığının karşılığını hakkıyla aldığı, faize, spekülasyona, karaborsacılığa, aldatmaya, yalana-dolana dayalı olmayan, zekâtın hakkıyla işlediği, tatavvu sadakasının toplumun genel ahlakı haline evrildiği bir sosyal, ekonomik ve siyasi ortamın ülkelere hâkim olmasıdır. Bu “olması gereken”; olmamış bir şey değildir, yani hayal ürünü veya ütopya değildir! Tarihte olmuş olan bu “olması gereken”in yeniden farklı şekillerde olabilmesi için bir avuç inananın cehdi yeterlidir!