mehmet hakan kekeç

Mehmet Hakan KEKEÇ – 21 Haziran 2024

 

İmge Yayınları’ndan çıkmış bildiri derlemelerinden müteşekkil Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu: Efsaneler ve Gerçekler adlı kitapta; Mehmet Ali Kılıçbay Hoca ortaya bir soru atıyor: “Osman Gazi bir devlet kurduğunun (ya da belli bir şuurla bir devletin altyapısını hazırladığının) farkında mıydı?” Kılıçbay Hoca kendi sorusuna “Bunun cevabı hemen hayırdır!” diye cevap veriyor. Çünkü bu iş göçebe işi değildir!

 

Peki… Sahip olduğunuz siyaset bilimi ya da antropoloji ilmi; size geriye doğru masa başında böyle ya da benzer -tepeden- okumalar yaptırabilir. Bana göre her masa başı yapılan tespit gibi eksiktir. Fakat adım adım Doğu Marmara coğrafyasında (Bitinya) gezerseniz, Osman Gazi’nin en başta belli bir ideoloji ve şuurla hareket ettiğini fark edersiniz. Ki Halil İnalcık hoca ömrünün son yıllarından bu amaçla o coğrafyayı adım adım gezmiştir: Aşıkpaşazade ve benzeri ilk tevarih yazarlarının masalları denilen kuruluş öyküsünün, müsteşrik istihzalarına kurban edilmemesi gerektiğini devlet kameralarının eşliğinde herkeslere ispat etmiştir.

 

Osman Gazi, Doğu Marmara’da nesilden nesile aktarılan ‘Süleyman Şah Efsanesi’nden ilham alarak İznik’in fethini gerçekleştirmek istemiş ve Oğuzların 11. yüzyılda Bitinya merkezli yükselen Anadolu hâkimiyetini ihya etmeyi kendine vazife bilmiştir (İlk kroniklerde Osman Gazi’nin -yanlış olduğu biline biline- Süleyman Şah’ın torunu olarak gösterilmesine dikkat edelim). Türkiye Selçukluları’nın atası Süleyman Şah’ın torunu olarak gösterilmek, Osman Gazi için bir tür menkıbevi meşruiyet -yani ideolojik bir gerekçedir. Menkıbe işte, hepsi karıştırmış! -diyerek işin içinden çıkmak ne de kolay, öyle değil mi…

 

Diğer yandan: Size tarihle ilgili sorulara en iyi cevapları -bilhassa elinizde başka cevap yoksa- coğrafya verir. Osman Gazi’nin -sadece göçebe yağması, tesadüf, de facto- olarak okunan ilk fetihleri ne hikmetse hep İznik bağlantıları üzerindedir. 1331 tarihinde fethedilen İznik’in geri karakolu durumunda olan Keşiş Dağı eteklerindeki Bursa kenti de bu planın en büyük halkası olarak 1326 tarihinde (1324 diyen de vardır) Osman oğlu Orhan Gazi tarafından fethedilmiştir.

İlginizi çekebilir!  Utanmazlar

 

Bir örnek: Bursa’yı tekfurdan Orhan Gazi adına diplomasi ile teslim alan Köse Mihal (Mikhail Kosses) aslında bir Bizans valisiydi ve ihtida ettirilip gazilerin lideri konumuna getirilmişti. Çünkü Kosses’in hâkimiyetindeki Harmankaya; Sakarya seferleri için kritik bir önemdeydi ve coğrafyayı da Samsa Çavuş ile birlikte en iyi bilenlerdendi. Dolayısıyla Osman Gazi tarafından bir rehber konumuna getirilmiş, fetihlerin anahtar rolü Kosses’e verilmişti. Ki bu da o Büyük Plan’ın mühim bir zinciridir. Kuruluşa antropolojik verilerle yaklaşan Lindner -de facto göçebe fetihleri- öyküsünde bir Bizans valisinin ihtidasına yer olmadığı için Mikhail Kosses’in tarihsel varlığını reddetmiştir.

 

Türkiye’nin temellerinin belli bir ideoloji ve egemenlik şuuru ile atıldığının (yani salt bir göçebe yayılmacılığının sonucu oluşmadığının) tespitini yapmak önemlidir. Devletlerin egemenlik haklarını “Uygar Batı ve uygarlaşamamış öteki” üzerinden okuyan modern sosyal bilimciler, emperyal iddialarının altyapısını bu yolla hazırlıyordu. ‘Amerikan’ Cemal Kafadar, kült eseri İki Cihan Aresinde’nin girişinde bu ve benzeri müsteşrik zorlamalarını teker teker tespit edip reddiyesini vermiştir. Ki artık bu nasıl bir Amerikanlıksa!

 

Osman değil Ataman iddiası da bu ‘göçebe aşiretin gelişigüzel fetihleri’ öyküsünü beslemek adına geliştirilmiştir. Buradaki iddia zannedilenin aksine kurucu babanın bir Türk ismine sahip olması değil, bir Arap ismine sahip olamayacağı (çünkü bu Arap ismi, göçebe organizasyonu zorlayan emperyal iddiayı imler) üzerinden geliştirilir. Bu nedenle aslında babasının, kardeşlerinin ve oğlunun bir Türk ismine sahip olmasının argüman olarak sunulması pek öyle ikna edici değildir. Nihayetinde İznik ve Bursa’daki ‘ayın’ ve ‘peltek se’ ile taşa geçirilmiş Uthman (Osman) ismi hala kimi müze ve camilerde rahatlıkla görülebilmektedir. ‘Ayın’ harfinin ancak bir Arapça kelimede olabileceği unutulmasın…

İlginizi çekebilir!  Küresel Ticaret Savaşları 2.0 - Deniz İstikbal

 

Velhasıl bu öykünün mühim parçaları olarak ‘ideoloji yapıcı’ eserlerin üzerinde artık uzun uzun durmanın vaktidir diye düşünürüm. Bu niyetle, Eskişehir’de gerçekleşen Kuruluş Sempozyumu’nda Tursun Fakih’in Mesnevîlerine dikkat çekmiştim: Bu mesnevîlerde Tursun Fakih tarafından karşımıza bilhassa getirilen ‘Nebevi yaklaşım’dır. Hz. Muhammed ve Hz. Ali’nin örnek şahsiyetleri -ve tabii kahramanlıkları- ‘kurucu ideolojinin inşa ve ihyası’nda olmazsa olmaz olarak en başından beri kurucu figürlerin önüne getirilmektedir. Yunus Emre Divanı, Şeyhoğlu Mustafa’nın Kenzü’l-Kübera’sı, Süleyman Çelebi’nin Mevlidi ve tabii Yazıcızade Muhammed’in Muhammediye’si de böyledir.

 

Türkiye kamuoyu elindeki nimetleri ne yazık ki hep en sathi, ideolojik ve anakronik düzlemde tartışmaya getirmektedir. Bilhassa Hz. Muhammed ve Hz. Ali hakkındaki öykülerin tıpkı Osmanlı zamanlarında olduğu gibi ‘hikmetli’ taraflarıyla gündeme getirilmesi gerekir. Batı, ‘çölden çıkan 1 numara’nın sırları üzerinde derin derin durmaya başlamışken, Türkiye kamuoyunun meseleyi tecessüs sathiliğinde ele alması ne büyük bir nasipsliktir!

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.