istihbarat ceyhun bozkurt

Ceyhun BOZKURT – 21 Haziran 2024

 

Mustafa Yıldırım’ın başucu kitabıdır, Sivil Örümceğin Ağında. Kitapta “Sivil Toplumculuk” adı altında yapılan istihbarat operasyonlarını deşifre etmiştir. Sözünü sakınmamış, kitabı yazdığı tarihe kadar olan tüm NGO’laşma faaliyetlerini afişe etmeye çalışmıştır.

NGO’laşma nedir?

NGO’nun orijinalinin açılımı Non Governmental Organization. Türkçesi Hükümet Dışı Kuruluşlar. Biz İngilizcesinin kısaltması olan NGO’yu kullanarak anlatalım meseleyi.

1980’ler, Soğuk Savaş’ta Batı’nın, yani ABD’nin üstünlüğünü karşı kutba kabul ettirmeye başladığı yıllar oldu. ABD’nin bu tarihlerdeki hedeflerini şu şekilde sıralamak mümkün:

– Petrol ve doğalgaz kaynaklarını ve enerji koridorlarını kontrol etmek.

– Ticaret koridorlarını kontrol etmek.

– Dünyanın tüm denizlerinde ve kıyılarında kontrolü sağlamak ve hedef ülkeleri baskılamak.

– Kendine direnemeyecek kontrol altında rejimler oluşturmak. Bu çerçevede gerekirse tüm ülkelerde kendi kontrolünde zenginleşen elitler oluşturmak.

– Bu çerçevede de ülkeleri gerekirse bölmek, parçalamak, zayıflatmak.

ABD’nin yanında Avrupa vardı. Zaten Batı Avrupa’yı, Soğuk Savaş yıllarında kontrol altına almıştı. İngiltere ile Anglo-Sakson kader birliği çerçevesinde kader birliği vardı. Almanya, ticarette, yani ekonomik olarak güçlenirken, askeri ve siyasi olarak Washington’un kontrolündeydi. Fransa direnme potansiyeline rağmen ekonomik olarak Almanya kadar güçlü değildi. Askeri olarak da sadece Afrika’da sömürdüğü ülkelerde operasyon yapabilecek kapasitedeydi. Yani Batı Avrupa’nın iki güçlü ve dinamik ülkesi ABD’ye askeri olarak bağlıydı. Bu da siyasi bağlılığı beraberinde getiriyordu.

Ama bazı ülkeler hizadan çıkma potansiyeline sahipti. Bunların başında Türkiye geliyordu. Zaten Kıbrıs Barış Harekatı’nı yapması, Sovyetlerle bağımsız ilişki geliştirme çabaları, Karadeniz’de ABD’nin girişini engelleyecek Montrö gibi bir temel taşa sahip olması, binlerce yıllık devlet ve millet geleneğine sahip olması Türkiye’nin her an bağımsız alan açmaya çalışabileceğinin göstergesiydi. Zaten İkinci Dünya Savaşı sonrasında çok kısa bir süre (Johnson mektubuna kadar) sempatiyle bakılan ABD’ye karşı bakış açısı hep şüpheliydi. Bu nedenle sopayla kontrol edilmeye çalışıldı, 12 Eylül darbesi gerçekleştirildi. Darbe sonrası 24 Ocak kararları hayata geçirilerek ekonomik anlamda ABD’nin serbest piyasa sistemine eklemlendi. Siyasi olarak darbenin/darbecilerin baskısı uzun süre kendisini hissettirdi. Askeri olarak da bağımlılık ilişkileri sıkılaştırılmak istendi. ABD’nin planlarına direnebilecek gerçek anlamda Atatürkçüler, Milliyetçiler, Ülkücüler, Muhafazakarlar, Solcular, Liberaller tasfiye edilirken, önceki satırlarda sözünü ettiğimiz elit kesimler öne çıkarıldı. Yukarıda saydığımız düşünce sistematiğindenmiş gibi görünen kripto unsurların yanı sıra etnik terör, liberal faşizm ve FETÖ’vari örgütlenmeler öne çıkarıldı. Bu üç unsur, 1980 sonrası için Türkiye’nin ana tehdidi haline geldi.

Etnik terör bayraktarlığını PKK terör örgütü yaptı. Marksizm temelli çıkış yapmasına rağmen Sovyetlerin çöküş sürecinde Washington’un kucağına oturan terör örgütü, özellikle 1990’larla beraber Türkiye’de sadece siyasi değil, toprak dizaynı için de Washington tarafından kullanıldı.

FETÖ gibi örgütlenmeler, dindar kamuflajı altında sosyolojik operasyonlar gerçekleştirirken, istihbaratçı yönleriyle ABD adına Türk devletinin içine sızma operasyonlarını gerçekleştirdiler. Devletin içine sızmış bulunan veya devşirilen Gladyo unsurlarıyla koordineli olarak Türkiye’yi Batı emperyalizminin kölesi yapmaya çalıştılar.

İlginizi çekebilir!  Siyonistler Kongre Salonunda Gala Yaptı!

İşin fikriyatı ve toplumsal temele yayılması görevinin ana gövdesini ise kendisini liberal olarak tanımlayan ama Türk liberalinden çok Washington’a bağlı olan elit kesimler oluşturdu. Bunlar özellikle siyasi iradenin üstünde baskı oluşturabilecek şekilde konumlandırıldı. Kitleleri manipüle edecek şekilde medya bunların kontrolüne geçti. Ayrıca bu kesimler üzerinden Türkiye’de “sivil toplumculuk” geliştirildi. “Kötü mü” diye sorabilirsiniz? ABD’nin ve yandaşlarının “demokrasi” söylemi ne kadar samimiyse “sivil toplumculuk” da o kadar samimiydi. Amaç toplumun ilerlemesi değil, toplumu ve üzerinden siyaseti dizayndı. Örneğin Türkiye’nin PKK terör örgütü ve siyasi ayağına karşıtlığı “faşizm” olarak yaftalamak bu kesimin propagandasıydı. Neler yapmadılar ki;

– ABD-AB, Yugoslavya’yı paramparça etti, insanlar birbirini katletti, soykırımlar yaşandı, alkışladılar.

– ABD ve destekçileri 1991’de Irak’a saldırdı, 2003’te işgal etti. Katliam üstüne katliam yaptı, alkışladılar.

– ABD, Irak’a ambargo koydu, milyonlarca insan gıdasızlık ve ilaçsızlıktan öldü, alkışladılar.

– ABD, dünyanın her tarafında darbeler, kalkışmalar, kaos harekatları yaptı, hepsini “demokrasi, barış” adı altında desteklediler.

– ABD, terör örgütü PKK’ya siyasi, ekonomik, askeri destek verdi, bunlar da 2000’lerle yoğunlaşan sürecin propagandistleri oldu.

– Batı, Türklerin soykırım yaptığı yalanını piyasaya sürdü, bu emperyalist yalanın bayraktarlığını yaptılar.

– ABD, aparatları aracılığıyla kumpaslar kurdu, bu zihniyet “Türkiye bağırsaklarını temizliyor” mantığıyla kumpaslara destek verdi.

– Türkiye, çukur terörünü ezdi, sözde barış adı altında terör örgütü propagandasını yaptılar.

– Türkiye, Türk devleti/milleti, 15 Temmuz darbe ve işgal saldırısını püskürttü, darbecileri aklamaya çalıştılar.

Her türlü melaneti bu kesimlerden gördük.

Sözünü ettiğimiz kesimlerle koordineli olarak Türkiye’de operasyon yapmaya başladılar. Sivil Toplumculuğun özünü de, geçmişin toplumu ilgilendiren meselelerde söz sahibi olan kitle örgütlenmesi değil, NGO’laşmak oluşturdu.

NGO’laşmanın başlangıcı, ABD’nin eski başkanlarından Ronald Reagan döneminde oldu. Reagan’ın talimatıyla 1982 yılında NED, yani National Endowment for Democracy kuruldu. Türkçesi Demokrasi için Ulusal Fon. Amerikan kongresi, (İran-Kontra skandalının kahramanlarından) Oliver Nort tarafından “Demokrasi Projesi” adı verilen bu yeni ajansın yıllık 18 milyon dolarlık bütçesini onayladı. Bütçe kısa süre sonra yılda 40 milyon dolara, sonraki yıllarda da 80 milyon dolara çıkarıldı. Bu paranın büyük bir bölümü, diğer Amerikan demokrasi destekleme gruplarına aktarılıyordu. Bu grupların içinde ABD’deki iki büyük siyasi parti olan Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti’nin uluslararası alandaki uzantıları (NDI ve IRI) ve Freedom House ile seçim gözlemcisi IFES (International Foundation for Election Systems) gibi partiler üstü organizasyonlar da bulunuyordu. Yani para NED’e bizzat Amerikan devleti tarafından aktarılıyor, NED de bu parayı, dünya çapında “organizasyon” gerçekleştiren diğer “Sivil Toplum Örgütleri”ne aktarılması için NDI, IRI, Freedom House ve IFES gibi yapılara gönderiyordu. ALTINI TEKRAR TEKRAR KALIN HARFLERLE ÇİZELİM: BU YAPILAR PARAYI NED’DEN DEĞİL, BİZZAT AMERİKAN DEVLETİNDEN ALIYOR.

NED’in aktardığı paraları, gerek hedef ülkelerde kontrol altına alınan Sivil Toplum Örgütlerine aktaran gerekse kendi operasyonlarında kullanan kuruluşların, Amerikan devletinin eski yöneticileri tarafından idare edilmesi de NED’in bir politik araç olarak kullanıldığının en önemli göstergelerinden biridir. Örneğin, eski CIA yöneticisi James Woolsey, 2002 yılından 2005 yılına kadar NED’den bağış alan bir başka kuruluş olan Freedom House’un yönetim kurulu başkanlığını yaparak, demokrasi projesine “katkılar” sunmuştu. Freedom House, Macaristan, Sırbistan, Ukrayna, Kazakistan ve Kırgızistan gibi ülkelerdeki ofisleriyle sadece muhaliflere yardım etmekle kalmadı, yıllık raporlarıyla hangi ülkelerin “özgürleştirileceği”, “kısmen özgürleştirileceği” ya da “hiç özgürleştirilmeyeceği”ni belirledi.

İlginizi çekebilir!  İsrail’de Kuduz Salgını

Yine bir dönem IRI’nın başkanlığını, 2008 başkanlık yarışında Cumhuriyetçilerin adayı John McCain yaparken, Demokratların yapılanması olan NDI’nin başkanlığını yapanlar arasında da ABD eski Dışişleri Bakanı Medeleine Albright vardı.

Albright için bir not düşelim: 1990’lı yıllarda Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik başlatılan psikolojik savaşta adeta bayrak haline getirilen “Mehmedin Kitabı”nın yazarı Nadire Mater’in ABD Merkezli McArthur Vakfı’ndan 59 bin dolar aldığı ortaya çıkmıştı. Mater’e dava açılınca, en büyük destek ABD Dışişleri çevresinden gelmişti. Kitabın toplatılması ve dava açılması üzerine Madeleine Albright, “Nadire’ye hiçbir şey yapamazsınız, ceza almasını kabul edemem” açıklamasını yapmıştı. Düşünün koskoca ABD Dışişleri Bakanı bizzat olaya müdahil olmuştu. Nadire Mater’in, son raporda fonlanan kuruluşlar arasında sayılan ve henüz konu ile ilgili bir açıklama yapmayan ‘bianet’in kurucusu olduğunu da hatırlatalım.

CIA BAZI GÖREVLERİNİ NGO’LARA AKTARDI

NED ile ilgili bir bilgi daha paylaşalım… Yaklaşık 25 yıl CIA’da çalışan, Vietnam, Laos ve Hindiçin ülkelerindeki CIA istasyonlarında da görev yapan Ralph Mcgehee, kurduğu ve daha sonra CIA baskısıyla kapatılan “ciabase” isimli internet sitesinde NED ile ilgili şunları yazmıştı: “CIA’nın ülkelerin karıştırılması operasyonlarında kullanılan birçok işlevinin NED’e transfer edilmesiyle, Demokrasi için Ulusal Fon’un kullanımına gidildi.”

Yıllarca derin Amerika’nın adamlarından olarak görev yapan ve NED’in tasarlayıcılarından eski Senatör Allen Weinstein de 1991’de “Bugün NED için yaptığımız 25 yıl önce CIA tarafından gizlice yapılıyordu” açıklamasını yapmıştı.

Özetle para Amerikan devletinden NED’e, NED’den de operasyonda kullanılacak diğer yapılara dağıtılıyor. Bu yapılardan da hedef ülkelerdeki sözde sivil toplum örgütü, özde NGO’lara aktarılıyordu. Özellikle 1990’lardan sonra NGO’lar bölgemiz başta olmak üzere Washington’nun hedef bölgelerinde etkili oldu. Irak’ın kuzeyinde bu ülkenin fiilen bölünmesinin ve terör örgütü PKK’nın desteklenmesinin altyapısını NGO’lar oluşturdu.

Suriye’nin kuzeyinde bu ülkenin fiilen bölünmesinin ve PKK/PYD terör örgütlerinin desteklenmesinde NGO’lar vardı.

Türkiye’de FETÖ’ye, kumpaslarına, PKK terör örgütüne, eylemlerine destek verenler yine NGO’lardı.

Dünyayı ve ülkemizi saran bu örümcek ağının Türkiye ayağındaki önemli isimlerin başında Osman Kavala geliyordu.

AKPM Denetim Komisyonu Türkiye Eş-Raportörü Stefan Schennach’a “Osman Kavala’yla neden bu kadar ilgileniyorsunuz?”, “Bu adam Öcalan’dan daha tehlikeli” diyen yetkiliye tepki gösterenler bu örümcek ağını bilmiyorlar mı? Elbette biliyorlar.

Ama bile isteye Kavala’yı “melekleştirme” operasyonunda görev yapıyorlar.

Kavala tartışmaları, neden hep “Pirincin içindeki siyah taştan değil, beyaz taştan korkmamız” ve tedbir almamız gerektiğini gösteren önemli bir örnektir.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.