Bercan TUTAR – 20 Ağustos 2024 – Ortadoğu’nun yeni normali
Emperyal statükoyu zor bir süreç bekliyor…
Dünya jeo-politik uçurumun kenarında duruyor ve İslam ülkeleri bir kez daha küresel gerilimlerin merkez üssü haline geliyor. Sadece bölge için değil, uluslararası barış ve güvenlik için de riskler yüksek. Uluslararası toplumun durumun kontrolden çıkmasını önleyecek siyasi iradeyi ve stratejik öngörüyü toplayıp toplayamayacağı ya da Ortadoğu tarihinde yeni ve daha da yıkıcı bir dönemin başlangıcına tanıklık edip etmeyeceğimiz şimdilik bilinmiyor.
Filistin konusunda İslam âleminin kolektif bir tavır sergileyememesi İsrail ve suç ortağı Batılı ülkelerin cesaretini artırıyor. Zaten bölgedeki siyaset sanatı her zaman ‘böl ve yönet’ ilkesi etrafında şekillendi. Devam eden diplomatik çabalara rağmen Ortadoğu’daki tansiyonun düşmeyeceği anlaşılıyor. Hamas lideri İsmail Haniye’nin Tahran’da suikasta kurban gitmesi, İran’ın İsrail’e karşı vereceği olası tepkiyi öngörerek dünyanın nefesini tutmasına neden oldu. ABD’nin ve müttefiklerinin bölgede artan askeri varlığı çatışmanın tüm Ortadoğu’yu içine çekebilecek topyekûn bir savaşa dönüşmesi riskini önemli ölçüde artırmış durumda.
Böyle bir ortamda, birçok küçük ve orta ölçekli oyuncu artan istikrarsızlığın ortasında kendilerini korumak ve pozisyonlarını güçlendirmek için büyük aktörlerin desteğini arıyor. Bu karmaşık ve öngörülemeyen bağlamda, Mahmud Abbas’ın Moskova ve ardından Ankara ziyaretleri özel bir önem kazandı. Bölgedeki güç dengeleri tehdit altındayken, gelecekteki gelişmeleri öngörmek neredeyse imkansız hale geliyor. Sovyetler Birliği’nin çöküşünden bu yana Rusya’nın Ortadoğu’daki etkisi önemli ölçüde zayıfladı. Bununla birlikte son yıllarda Moskova’nın bölgedeki etkisi aktif olarak hayli arttı. Abbas’ın ziyareti El Fetih’in konumunu güçlendirmek, Kremlin’in desteğini sağlamak ve bölgeyi istikrara kavuşturmanın yollarını araştırmak için bir girişim olarak görülebilir. Bununla birlikte Moskova’nın, Washington’ın ve diğer yabancı güçlerin ortak çabalarına rağmen hiçbirinin bölgeyi tanımlayan karmaşık çelişkiler ağını tek başına çözme kapasitesine sahip olmadığını da akıldan çıkarmamak lazım.
Sonuçta Türkiye, Rusya, Çin, İran, Mısır ve Suudi Arabistan gibi kilit aktörlerin yerleşik konumlarının ötesine geçerek bölgede post-Siyonist döneme geçerken kapsayıcı ve sürdürülebilir bir barış ve yeni denge kurulması sürecini hayata geçirmeleri ABD liderliğindeki Batılı emperyal merkezin geriletilmesine bağlı.
Bu yönde işaretler olmasına rağmen mevcut güvensizlik ve düşmanlık ortamı göz önüne alındığında, böyle bir değişimin yakın vadede gerçekleşmesi ve kurumsallaşması pek olası görünmüyor. Çatışma riski, barış umutlarını gölgede bırakmaya devam ediyor ve gerilimler tırmandıkça hem bölge hem de dünya bir sonraki çatışma adımına hazırlanıyor. Jeopolitik sahnedeki oyuncular geleceğe dair net bir vizyondan ziyade geçmişteki ve şu anki statükolarını muhafaza etmenin gayreti içindeler. Ana momentum bu nedenle devrimci olmaktan ziyade zevahiri kurtarmaya yönelik muhafazakar ve savunmacı bir nitelik arz ediyor.
Ortadoğu’nun kaderi Türkiye ve İran başta olmak üzere Suudi Arabistan ile Mısır gibi bölgenin tüm büyük devletlerinin eylemlerinde ne kadar bağımsız olacağına bağlı. Ancak Ukrayna örneğinden de gördüğümüz üzere Ortadoğu’daki hiçbir devlet kendi çıkarlarını korumayı bırakıp ABD ve Avrupa gibi daha güçlü bir gücün dümen suyuna kapılmıyor artık. Asıl trajedi Ukrayna olmaktır. Yani kendi ulusal çıkarı yerine ABD’nin hedeflerine koşulmaktır.
İsrail’in Gazze’deki soykıırm saldırılarına karşı gösterdikleri tepkiyi yetersiz görsek de birçok Ortadoğu ülkesi ABD’nin uydusu olmayı reddederek Siyonist projeye sürpriz darbeler indirdi. Mısır bütün ısrarlara rağmen Gazzelileirn Sina’ya sürülmesi planını kabul etmedi. Suudi Arabistan ve Katar Gazze’nin geleceğindeki İsrail planlarında yer almayacaklarını ve İsrail ile normalleşmenin Filistin Devleti tanınmadan gerçekleşemeyeceğini açıkladı.
Bu tavırlar ve çıkışlar bu ülkelerin geçmişteki siyasetleri göz önüne alındığında ABD’nin bölgeye dayattığı emperyalist stratejilere karşı büyük bir itiraza işaret ediyor. Bir bakıma direniş ekseni giderek büyüyor.
Bölgedeki durum yavaş yavaş bir tür iç denge bulmaya çalışıyor. Eski uluslararası düzen çöktü ancak yeni bir düzen henüz ortaya çıkmadığı için farklı ülkeler birbirleriyle ve bölge dışındaki Rusya ve Çin gibi büyük aktörlerle ilişkilerini yeniden düzenleme yolu arıyor. ABD ve Avrupa’ya bağımlılık en aza inmiş durumda.
Bu yeni denge ve istikrar arayışının başarılı olup olmayacağı hala net değil. Fakat bundan sonra yani Gazze’deki soykırımdan sonra Ortadoğu’da hiçbir şeyin eskisi olamayacağı da kesin. Bölgedeki emperyal statüko ve uluslararası ilişkiler, farklı çıkarların birbirini dengeleyeceği yeni bir normale dönüşecek. Çünkü her ülkenin stratejik bekasının önceliği hayatta kalmaya veriyor. Bu da İsrail’in istediği bölgesel savaşı tetikleyecek pervasız ve sürpriz eylemleri önlüyor. Haliyle ABD ve İsrail’in Ortadoğu için devreye soktuğu Ukrayna benzeri kaos projesinin bölgede başarıya ulaşmayacağı görülüyor. Aksine bölge ülkeleri ayrı ayrı ulusal beka endişelerinden kaynaklansa da İsrail ve ABD’nin dayatmalarına karşı giderek kolektif bir eyleme dönüşen tarihsel reflekslerle hareket ediyor. Netice olarak ABD ve şımarık çocuğu İsrail’in terör ile savaştakinden daha beter bir hezimet ile karşılaşma riskleri her geçen gün daha da artıyor.