Fatih ÜNLÜ – 24 Ağustos 2024
Bir kabir ziyaretindeyiz. Sonunda hepimiz buralara geleceğiz.
Ölüm şüphesiz haktır, hakikattir ve bu fani hayatta insanın başına gelecek işlerin belki de en sarsıcısıdır.
Ölüm dehşetlidir, sarsıcıdır ama Allah’a ve gönderdiklerine imanla ölümün üzerindeki o dehşetli örtü kalkar ve onun dost, munis ve vakti geldiğinde bizi bu dünya yükünden azad edecek olan güzel yönü ortaya çıkar. Bu konuda birçok alimimizin çok güzel tespitleri vardır. Özellikle Risale-i Nurlar’da Üstad Bediüzzaman hazretleri ölümün dehşetinin imanla nasıl değiştiğini çok güzel ve detaylı olarak izah eder.
Fakat çağdaş insan ve moderniteyi kurgulayanlar ölümün imanla gelen munis yüzünü gereğince bilmediklerinden onun izlerini hayattan silmeye çalışırlar.
Ölümün örtülmesi, setredilmesi
Bazı düşünürler modern hayatın ölümü insana unutturmak üzere kurgulandığını söylerler. Öyledir de. Modern hayatta ölüm düşüncesi çoğu zaman hayatın dışına itilmiştir.
Asırlar öncesine kıyasla, her gün gelişmiş haberleşme araçlarından birçok ölüm haberinin duyulduğu ama fert olarak insanın kendi ölümünün gündemden uzak tutulduğu, gözlerden gizlendiği, izlerinin yollardan silindiği bir dünyada yaşıyoruz sanki.
Modern hayatın getirdiği oyalanma araçlarının çokluğunun yanı sıra, eskiden yanıbaşımızda, belki köyün çıkışındaki mezarlıkta, şehirde bir tekkenin yanında veya mahallede bir evin avlusunda sık sık karşılaşabileceğimiz kabirleri şimdi ancak cenazelerde nadiren görebiliyoruz.
Şehrin içinde kalmış ve kapısında Kuran- Kerim’in “Her nefis ölümü tadacaktır.*” yüce hükmünün yazıldığı mezarlıklarımızın sarsıcılığı bile şehir hayatının yoğunluğu ve karmaşasında azalmakta ve ondaki hakikat çoğu zaman fark edilememektedir. Ancak bir akrabanın, arkadaşın ve yakının cenazesinde insan biraz sarsılmakta belki bir süre için dünya ona boş gelmekte ama sonra tekrar ve yeniden o unutkan dünyaya dönmektedir.
Modern hayatın sunduğu çoğu sahte imkânlarla güçlenen nefislerin ve şeytanların da ölümün unutulmasındaki rolünü ve tesirini yad etmezsek olmaz. Çünkü nefsin çabuk kandığı, şeytanın da insanı aşırı hırslandırıp birbirine düşürdüğü bir vahadır ahiretten soyutlanmış bir dünya.
Dünya hayatının olduğundan daha uzun görünmesi ve ölümün setredilmesi bu aldanmanın tesirli olması için bir gerekliliktir. Yoksa bu menfi sihir bozulur, insan yarın terkedebileceği bir mal için, bir makam için veya başka bir imkan için insanları ezip geçmeye çalışmaz. Fani dünya hayatından daha fazla kam alabilmek için ölümü unutmaya çalışan insan ise bunda ısrar ederse yazık ki ebedi güzel bir hayatı kaçırır…
“Her Nerede Olsanız Ölüm Size Yetişir.”
Ölüm ne kadar unutulsa, örtülse ya da gizlense de geleceği zaman mutlaka gelir. Ölümü unutarak onunla karşılaşmak ise ancak ölümün dehşetini ve nedametini artırır.
Nisa Suresi 78. Ayeti Kerimesinde mealen “Her nerede olsanız ölüm size yetişir.” buyurulur.
Bir gün mutlaka gelecek olan ölümü gündemimizden mümkün olduğunca düşürmeye çalışmak fıtratımıza apaçık aykırı bir haldir. Bir gün gelecek olan ölüm anını hatırlama ve ona hazırlanma ise kemalattandır.
Evet, ölümü ve bir gün evimiz olacak kabri hatırlamaya çalışmalıyız ki bu fani ve neticede terkedilecek dünyaya gereğinden fazla bağlanmayalım.
Peygamber Efendimiz aleyhisselam şöyle buyurur:
“Lezzetleri yok edeni (ölümü) çokça hatırlayınız.”
“Ölümün hatırlanması sadakadır.” “Kabrin hatırlanması insanı Cennete yaklaştırır.”
Modern hayatta ölüm çoğu zaman setredilmiştir dedik ama bunları söylerken ölümü unutmaya çalışan modern insanı da ayıplamamalıyız. Çünkü ona sunulan çoğu kez ölümün dehşetli yönüdür, keskin ve dönüşsüz bir ayrılık gibi görünen ve “idam-ı ebedi” sanılan yüzüdür. Çağdaş insanın ölüm tasviri “şeb-i arus” tabirinde ifadesini bulan o ideal ve güzel yüzünden o kadar uzaktır ki! Bu yüzden ilk yapılması gereken de herhalde insana imanı ve kaçınılmaz olan ölümün uysal ve munis olan yönünü tanıtmaktır.
Ölümü bu kadar hayatın içine yerleştiren Yüce Dinimiz dünya – ahiret dengesinde de bize eşsiz bir yaklaşım sunar.
Peygamber Efendimiz aleyhisselam şöyle buyurur:
“Sizin en hayırlınız ne ahireti için dünyasını ne de dünyası için ahiretini terkedeninizdir. O her ikisinden de edinen kimsedir. Dünya ahirete vasıtadır; insanlara yük olmayınız.”
Yazımızı yavaş yavaş toparlayalım. Ölümü ve kabri en güzel anlatan şairlerimizden birisi de hiç şüphesiz Yunus Emre’dir. Onun bu konuda birçok bilinen şiiri vardır. Yunus nispeten daha az bilinen bir şiirinde şöyle der:
Azrail ala canını
Unuttura her sanını.
Kara toprağa tenini
Kararlar bir eyyam (gün) gelir.
Ölüm insanın her türlü sanını, makamını, ünvanını her neyi varsa parasını, gücünü, güzelliğini veya geniş çevresini alır götürür. Ve bu dünyaya dair her şeyini unutturur. Fakat insanın Allah için yaptıkları bakidir, ebedi kalır.
Sözü uzatmadan, netice olarak şunu arz edelim:
Ölüm birgün hepimizin kapısını çalacak. -Bir istisna dışında- bizim gibi eşiklerde de beklemeyecek ölüm. Geldiği zaman, hayır demeye ne bir zerre takat kalacak ne de belki bir istek.
Eşiklerde doğru kararlar verirsek, hayatı ve ölümü yaratan Allah’a yönelir ve O’na ve gönderdiklerine iman edersek, yanlışlarımızdan dönersek, ölüm bize en güzel suretiyle gelecektir.
Kadim arkadaşlarımızdan Sami Yol’un o güzel şiirinde ölüme dair dediği gibi:
Öyle bir an gel ki
Yürek mest olmuş, beden zerre zerre aşk içinde
En güzel gününde ömrün
Benim sana sevgiyle seslendiğim gün
Merhaba sevgili kardeşim ölüm….
Ölüm ve ötesi ummanlar gibi derin bir mevzu. Ölüm bahsi de uzun ve kendini tekrarlatan bir bahis. Bugünlük yazımızı güzel bir dua ile bitirelim:
“Allah’ım! Ölümü ve ötesini bize mübarek eyle.” *
===
* Kuran- Kerim’de Al-i İmran Suresinin 185. ve Ankebut Suresi 57. ayet-i kerimelerinde geçer.
* Bu güzel dua bazı münacatlarda vardır. Mehmet Zahid Kotku hazretlerinin dualarında da geçer.