bercan tutar bariz

Bercan TUTAR – 16 Ekim 2024

 

Siyonist İsrail rejimi tarihinde hiç olmadığı kadar küresel izolasyon ve tepki ile karşı karşıya. Gazze ve Lübnan’ı işgal edip Batı Şeria’yı ilhak etmek isteyen İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu’nun İran’la 40 yıldır sürdürdüğü savaş arayışı da İsrail için daha fazla felakete yol açıyor ve daha da açacak gibi görünüyor.

‘Gazze Kasabı’ Netanyahu, 1986 yılında yazdığı ‘Terörizm: Batı Nasıl Kazanır’ adlı kitapta ana hatlarıyla altını çizdiği stratejiyi 38 yıldır hem kendisi izliyor hem de ABD ve Avrupa’ya izletmeye çalışıyor. Gazze Kasabı, kitabında terörizmi şöyle tanımlıyordu… “Siyasi amaçlar için korku yaratmak amacıyla masum insanların kasten ve sistematik bir şekilde öldürülmesi, sakat bırakılması ve tehdit edilmesi…”

Yani tam da bir yıldır Gazze’de uyguladığı sistematik soykırımı ve devlet terörünü tarif etmiş Netanyahu… Kitabındaki düşüncelerini İsrail’de başbakan olduktan sonra hayata geçiren Netanyahu’nun “terörle mücadele” teorisi, her şeyden önce aşırı kuvvet kullanımına dayanıyor. Nitekim ABD’yi Irak savaşı öncesince teşvik eden Netanyahu, 2002’de ABD’nin Irak’ı işgaline giden süreçte Kongre’deki konuşmasında, “Saddam’ı, Saddam rejimini ortadan kaldırırsanız bunun bölgede muazzam olumlu yankıları olacağını garanti ederim” ifadelerini kullanmıştı.

Dolaysıyla ABD’nin 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ilan ettiği stratejinin Siyonistlerce hem de 15 yıl önce yazıldığı ortaya çıkıyor.

Nitekim Netanyahu’nun 1986 yılında dile getirdiği görüşler yani “bölge ülkelerinin askeri işgal yoluyla dizayn edilmesi ve bunun gerekçesi olarak da terör ile ilişkilendirilmeleri” anlayışı ABD’nin küresel dış politika temel doktrini haline geldi.

Afganistan başarısızlıkla sonuçlanan 20 yıllık bir savaşa dönüştü. Ancak Netanyahu’nun Ortadoğu devletlerinin parçalanması ve terör sopasıyla idare edilmesi şeklindeki görüşleri uzun vadede başarılı oldu. İsrail ve ABD, Irak’tan sonra Lübnan, Yemen, Libya ve Suriye’ye kadar Ortadoğu’yu ne kadar çok parçaladılarsa Batı yanlısı Arap devletleri üzerindeki hegemonyalarını o kadar artırdılar.

Bir emlak spekülatörü olarak Irak işgalinden önce insanlara olabildiğinde arazi satın almalarını tavsiye eden Netanyahu, en son öngörüsünü İran konusunda bir video ile paylaştı. Videoda İranlılara rejim değişikliğinin ‘insanların düşündüğünden daha erken’ gerçekleşeceğini söylüyor.

Netanyahu’yu ne fazla abartmak ne de göz ardı etmekte fayda var. Ne de olsa ABD’nin genel politikalarını belirleyen isimlerden biri olduğunu unutmamak lazım. Nitekim 2002’de Kongre’deki konuşmasında ABD’nin izleyeceği stratejinin ana hatlarını şöyle çizmişti: “Gücün uygulanması, terörizme karşı savaşı kazanmada en önemli şeydir. Gayrimenkulün üç ilkesi “konum, konum, konum” dur. Teröre karşı savaşı kazanmanın üç ilkesi ise ‘kazanmak, kazanmak ve kazanmak’tır. Ne kadar çok zafer biriktirirseniz, bir sonraki zafer o kadar kolaylaşır. Afganistan’daki ilk zafer, Irak’taki bir sonraki zaferi çok daha kolay hale getirir. Irak’taki ikinci zafer, üçüncü zaferi çok daha kolay hale getirecek. Böylece ‘iç patlamalar’ın gerçekleşmesi daha kolay mümkün hale gelecektir.”

Ve 1986’dan bu yana her şey Netanyahu’nun Ortadoğu vizyonuna göre ilerledi/ilerliyor… Terör ile mücadele adı altında ülkeler işgal edildi. Ardından bütün bölgede ‘Arap Baharı’ adı altında ‘iç patlamalar’a geçildi. Sonra da ‘karşı devrimler’ devreye sokuldu. Bu yolla ülkeler iç savaşa sürüklendi, parçalandı ve güçsüzleştirildi. Ve sonuç olarak hiçbir aktör ve ülkenin Netanyahu’nun Ortadoğu vizyonuna karşı koyacak mecali kalmadı.

Şimdiki hedef Gazze ile Batı Şeria’nın ilhakı, Filistinlilerin sürgünü, Lübnan’ın işgalinin tamamlanması yoluyla İran’a savaş açılmasıdır. Bunun için Netanyahu’nun elindeki tek koz ise ABD ve onun sınırsız silah tedariki ve diplomatik desteğidir.

Düşünce Netanyahu’nun olsa da ABD’nin bu stratejiye şimdiye kadar tam destek verdiğini görüyoruz. Bu nedenle ABD’nin sahne önünde göstermelik ateşkes çabalarına ve İsrail’e ‘daha az yıkıcı ol’ çağrılarına kanmamak lazım.

ABD’yi avucuna almanın verdiği rahatlıkla konuşan Netanyahu kendinden öyle emin ki, BM Genel Sekreterini ‘istenmeyen adam’ ilan etti. BM kürsüsünde BM’yi “Antisemitik safra bataklığı’, ‘Karanlık evi’ ve ‘Filistinlilerin vatanı’ diye azarladı. Kim Netanyahu’ya bir şey diyebildi? BM’de delegeler dışarı çıkarken Netanyahu sırıtarak “Kazanıyoruz” diye nara atıyordu.

Çünkü dünya İsrail için önemli değil. İsrailli analist Ori Goldberg’in söylediği gibi, İsrail için dünyanın geri kalanı yok, sadece İsrail var. İsrail, ABD ve bir avuç müttefikinden ibarettir dünya Siyonistler için.

Netanyahu, BM konuşmasında İsrail’in yedi cepheli savaşını Hz. Musa’nın halkına Kenan’a girerken yapmalarını emrettiği fethe benzettikten sonra, “İsrail’in uzun kolunun ulaşamayacağı hiçbir yer yoktur” diyerek dünyaya adeta meydan okudu. Karikatür haritalarıyla tanımladığı yedi cephe Gazze, Yahudiye ve Samaria (işgal altındaki Batı Şeria), Lübnan, Yemen, Irak, Suriye ve İran’dı. Yani İsrail, Ortadoğu’nun yarısıyla savaş halinde olduğunu söyledi. Arz-ı Mev’ud (vadedilmiş topraklar) haritalarıyla poz vererek Türkiye’nin topraklarının da içinde yer aldığı Nil’den Fırat’a kadar olan bölgeyi kapsayan ‘Büyük İsrail’ projesini tamamlamaktan hiçbir gücün kendilerini vazgeçiremeyeceğini ilan etti.

Ancak unuttuğu bir şey var Netanyahu’nun… Dünya artık eski dünya değil. İsrail ve müttefiki ABD artık silah gücüyle ve terör kozuyla hedef seçtikleri ülkeleri eskisi gibi kolayca dizayn edemiyorlar. Yeni ve güçlü bir dünya doğuyor. İşte bu nedenle 11 Eylül 2001’de ABD’nin yarım kalan işini tamamlamaya çalışan Netanyahu’nun önünde bu kez büyük engeller var.

Türkiye nasıl 2001’den sonra ABD’nin terörle savaş stratejisiyle İslam dünyasını sömürgeleştirme planlarına set çektiyse şimdi de İsrail’in planlarını bozacak hamleler yapıyor. Benzer şekilde Rusya da İran’ın nükleer tesislerine yönelik bir saldırıya izin verilmeyeceğini açıkladı. Çin ise diplomatik ve ekonomik gücüyle bu yeni istilaya karşı bir tutum içinde. Batı ittifakı içindeki Fransa bile artık bu kirli stratejiye daha fazla yardım edemeyeceğini açıklıyor.

Bu tabloya İran ve Hizbullah’ın sergilediği direniş de eklenince Netanyahu’nun hayalleri kâbusa dönüşüyor. ABD ve İsrail’in 2001’den sonra ‘terör ile savaş’ adı altında başlattıkları bölge ülkelerini işgal planlarını tamamlama stratejisi bu nedenle yine hezimete uğrayacak. Çünkü ‘terör ile ilk savaş’ını kazanan Netanyahu’nun ‘terör ile ikinci savaş’ını kazanması çok zor görünüyor.