Küresel borçluluk düzeyi neden artıyor

Salgın sonrası meydana gelen krizler silsilesi birçok ülkede borçluluk düzeylerinin artmasına neden oldu. 2019’da küresel toplam borç 200 trilyon doların biraz üzerinde iken 2023’ün üçüncü çeyreğinde 300 trilyon dolara sıçradı. ABD, Japonya, İtalya ve İngiltere gibi gelişmiş ülkeler en fazla borçlanan ülkeler olarak öne çıktılar. ABD’nin toplam borçluluk düzeyi 2019-2023 arasında 20 trilyon dolardan 33 trilyon dolara çıkarak tarihi bir zirveye ulaştı. Japonya’da 2024 kamu bütçesinin yüzde 20’den fazlası borç faiz ödemelerine ayrıldı. İngiltere ve İtalya’da da benzer bir eğilim mevcut. Gelişmekte olan ülkeler ise döviz krizleriyle çalkalanıyor. Sri Lanka, Pakistan, Arjantin ve Peru döviz krizlerine maruz kalan ülkelere örnek olarak gösterilebilir.

Enerji, tedarik ve gıda krizleriyle birleşen borçlanma ihtiyacı salgın döneminde piyasalara enjekte edilen 20 trilyon dolarlık enflasyonist baskıya dönüştü. Devletler borçlanırken genişletici para politikasıyla istihdam seviyesini ve üretimi korumak istediler. Ancak jeopolitik krizler süreci ciddi anlamda sekteye uğrattı. FED ve Avrupa Merkez Bankası yaşanılan krizlerle mücadele etmek için faizleri artırma yoluna gittiler. Küresel bir krize dönüşen Ukrayna Savaşı ise yaşanılan problemlerin daha fazla artmasına neden oldu. Yeni bir krizi de borçlanma yoluyla aşmayı düşünen devletler yüksek faizler sebebiyle ek maliyetlere katlanmak zorunda kaldılar. Daha fazla faiz ödemesi devletlerin ellerindeki kaynakların hızla tükenmesine ve borçlanma döngüsünün kuvvetlenmesine sebep oldu. En çok etkilenen ülkeler ise az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdir.

2023’de küresel ekonominin yüzde 4,4’ünü oluşturan tarım sektörü, 4,6 trilyon dolarlık bir büyüklüğe ulaştı. Bu yıl, küresel borç nedeniyle ödenmesi gereken faiz miktarı 6,5 trilyon dolar. Tarım sektörü, milyarlarca kişiye istihdam sağlayarak reel ekonominin önemli bir parçasıdır. Ancak, faiz ödemeleri zengin kişilere, kurumlara ve kuruluşlara ödenen ve borcun azalmasına katkıda bulunmayan bir yük oluşturur. Kriz dönemlerinde hızla artan borçlanma, mevcut ekonomik istikrarsızlığa uzun vadeli zararlar verebilir ve kamu kaynaklarını verimsiz alanlara yönlendirebilir. Örneğin, Mısır’ın yıllık kamu bütçesinin yüzde 36’sını oluşturan borç faiz ödemeleri, kamunun Süveyş Kanalı’ndan elde ettiği gelirden daha büyük bir paya sahiptir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin bütçeleri üzerinde ağır bir yük haline gelen faiz ödemeleri, ülke vatandaşlarına sunulacak hizmetlerin önünde bir engel oluşturabilir. Kriz dönemlerinde yapılan borçlanmalar, finansal istikrarsızlığı uzun vadeli hale getirme eğilimindedir ve sorunların çözümüne katkı sağlamaktan çok uzaklaştırabilir.

Devletlerin finansman ihtiyacının arttığı kriz dönemleri, süreci daha karmaşık hale getirebilir. Ayrıca, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşanabilecek krizler zinciri, borç ve faiz ödemelerinin yapılamamasına yol açabilir. Uluslararası finans kuruluşlarından alınan yeni borçlar, krizleri temelde çözmekte yetersiz kalabilir. Yüksek borç seviyeleri, ekonomik toparlanmayı olumsuz etkileyerek istihdam piyasasını tehdit edebilir. Küresel enflasyonun artması, kamu finansmanını daha da zorlaştırabilir. Bu baskının bir sonucu olarak, hükümetler ek bütçeleri devreye soksa da enerji, gıda ve tedarik sorunlarının devam etmesi, enflasyonun daha uzun süre devam etmesine neden olabilir. Sonuç olarak, yüksek borç oranları ve faiz ödemeleri gelecekte yeni krizlerin habercisi olarak karşımıza çıkabilir. Ayrıca, yeni siyasi istikrarsızlıklar da krizlerin çözümünü uzun yıllar boyunca geciktirebilir.

deniz istikbal

Salgın sonrası meydana gelen krizler silsilesi birçok ülkede borçluluk düzeylerinin artmasına neden oldu. 2019’da küresel toplam borç 200 trilyon doların biraz üzerinde iken 2023’ün üçüncü çeyreğinde 300 trilyon dolara sıçradı. ABD, Japonya, İtalya ve İngiltere gibi gelişmiş ülkeler en fazla borçlanan ülkeler olarak öne çıktılar. ABD’nin toplam borçluluk düzeyi 2019-2023 arasında 20 trilyon dolardan 33 trilyon dolara çıkarak tarihi bir zirveye ulaştı. Japonya’da 2024 kamu bütçesinin yüzde 20’den fazlası borç faiz ödemelerine ayrıldı. İngiltere ve İtalya’da da benzer bir eğilim mevcut. Gelişmekte olan ülkeler ise döviz krizleriyle çalkalanıyor. Sri Lanka, Pakistan, Arjantin ve Peru döviz krizlerine maruz kalan ülkelere örnek olarak gösterilebilir.

Enerji, tedarik ve gıda krizleriyle birleşen borçlanma ihtiyacı salgın döneminde piyasalara enjekte edilen 20 trilyon dolarlık enflasyonist baskıya dönüştü. Devletler borçlanırken genişletici para politikasıyla istihdam seviyesini ve üretimi korumak istediler. Ancak jeopolitik krizler süreci ciddi anlamda sekteye uğrattı. FED ve Avrupa Merkez Bankası yaşanılan krizlerle mücadele etmek için faizleri artırma yoluna gittiler. Küresel bir krize dönüşen Ukrayna Savaşı ise yaşanılan problemlerin daha fazla artmasına neden oldu. Yeni bir krizi de borçlanma yoluyla aşmayı düşünen devletler yüksek faizler sebebiyle ek maliyetlere katlanmak zorunda kaldılar. Daha fazla faiz ödemesi devletlerin ellerindeki kaynakların hızla tükenmesine ve borçlanma döngüsünün kuvvetlenmesine sebep oldu. En çok etkilenen ülkeler ise az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerdir.

2023’de küresel ekonominin yüzde 4,4’ünü oluşturan tarım sektörü, 4,6 trilyon dolarlık bir büyüklüğe ulaştı. Bu yıl, küresel borç nedeniyle ödenmesi gereken faiz miktarı 6,5 trilyon dolar. Tarım sektörü, milyarlarca kişiye istihdam sağlayarak reel ekonominin önemli bir parçasıdır. Ancak, faiz ödemeleri zengin kişilere, kurumlara ve kuruluşlara ödenen ve borcun azalmasına katkıda bulunmayan bir yük oluşturur. Kriz dönemlerinde hızla artan borçlanma, mevcut ekonomik istikrarsızlığa uzun vadeli zararlar verebilir ve kamu kaynaklarını verimsiz alanlara yönlendirebilir. Örneğin, Mısır’ın yıllık kamu bütçesinin yüzde 36’sını oluşturan borç faiz ödemeleri, kamunun Süveyş Kanalı’ndan elde ettiği gelirden daha büyük bir paya sahiptir. Özellikle gelişmekte olan ülkelerin bütçeleri üzerinde ağır bir yük haline gelen faiz ödemeleri, ülke vatandaşlarına sunulacak hizmetlerin önünde bir engel oluşturabilir. Kriz dönemlerinde yapılan borçlanmalar, finansal istikrarsızlığı uzun vadeli hale getirme eğilimindedir ve sorunların çözümüne katkı sağlamaktan çok uzaklaştırabilir.

Devletlerin finansman ihtiyacının arttığı kriz dönemleri, süreci daha karmaşık hale getirebilir. Ayrıca, az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşanabilecek krizler zinciri, borç ve faiz ödemelerinin yapılamamasına yol açabilir. Uluslararası finans kuruluşlarından alınan yeni borçlar, krizleri temelde çözmekte yetersiz kalabilir. Yüksek borç seviyeleri, ekonomik toparlanmayı olumsuz etkileyerek istihdam piyasasını tehdit edebilir. Küresel enflasyonun artması, kamu finansmanını daha da zorlaştırabilir. Bu baskının bir sonucu olarak, hükümetler ek bütçeleri devreye soksa da enerji, gıda ve tedarik sorunlarının devam etmesi, enflasyonun daha uzun süre devam etmesine neden olabilir. Sonuç olarak, yüksek borç oranları ve faiz ödemeleri gelecekte yeni krizlerin habercisi olarak karşımıza çıkabilir. Ayrıca, yeni siyasi istikrarsızlıklar da krizlerin çözümünü uzun yıllar boyunca geciktirebilir.