Hacı Murat DİNÇER 23 Ağustos 2024 Komplo Hikayeleri – 9
‘’BAŞLADI’’
Otelin güneşlenme terasından, Eiger Dağı’nın hüzünlü manzarasına bakıyordu. Karanlık ve kaçınılmaz olan sonun ruhundaki derin boşluğu dolduran hazzı, plaj havlusunun altında tuttuğu çeliğin soğuğundan çıkıp tüm bedenini kapladı.
Yıllarını başkalarının hayatlarını sonlandırmaya adamıştı. Her yeni hedef; içindeki karanlıkla yüzleştiği ve beslediği bir ritüele dönüşmüştü. Keskin gerçekliğin içinde oluşturduğu dipsiz karanlığın beslendiği acımasızlığın yarattığı boşluk, ancak yine acımasızlıkla doluyordu. Ne içini ne de bedenini ısıtmaya kâfi gelmeyen güneşe göre açısını ayarladı, güneşin ışıklarıyla aydınlanan manzara, onun içinde taşıdığı gölgeyi asla silemezdi. O ölümün soğuğunu ruhunda taşıyan antik suikastçıların mirasçısı, sessizliğin ardında gizlenen fırtınaydı.
Sekiz yıl önce Üniversitede öğrenciyken tanıştığı tarih öğretmeni AYI; ona öldürmenin sadece bir iş olmadığını, aynı zamanda bir sanat ve ruhun derinliklerine inen bir yolculuk olduğunu göstermişti. Ona; öldürmenin, ruhundaki karanlığı ve boşluğu nasıl doldurabileceğini öğretti. Kadın, o andan itibaren her yeni görevde, kendi içindeki karanlıkla daha derin bir bağ kurdu. Acımasızlık onun huzur bulduğu yeni normali olmuştu. Ancak bu huzur: Bugün Eiger Dağı’nın eteklerinde gördüğü manzara gibi kaybolmuş ve bulanık bir huzurdu.
Otelde iki gündür izlediği kadın, yetmişlerinde, orta boylu, zayıf, esmer tenli ve Ortadoğuluydu. Zaman, onun yüzüne acımasız izler bırakmıştı, fakat onu daha da dikkat çekici kılan, geçmişinde sakladığı ağır yükün yüzündeki gölgesiydi. Tetikçinin zihninde, bu yaşlı kadının kim olduğu, neyi bildiği ya da neyi sakladığına dair sorular belirsiz şekillerde dolaşıyordu. Bu kadar yaşlı bir kadın, hayatını hızlandırmak, kaderini değiştirmek için ne yapmış olmalıydı ki şimdi burada, bir dağ evinin terasında, ölümle burun buruna gelmişti?
Güneşin altında, şezlongda uzanırken, plaj havlusunun altına gizlediği 6.35 mm’lik tabancayı usulca çıkardı ve susturucuyu dikkatlice yerine taktı. Hareketleri, karanlık sonun kaçınılmazlığını kabullenmiş bir dinginlik taşıyordu. Ama içindeki bir şey, bu kadının ölümünün sadece son değil, başlangıç olduğunu fısıldıyordu. Ve şimdi, dağların dinginliğiyle örtülen bu yerde, sükûnetin ardında yatan kaosun perdesi aralanmak üzereydi.
Terasta kendisinden, yaşlı kadından ve garson kızdan başka kimsenin olmadığını son kez teyit ettikten sonra, garson kızı yanına çağırarak şezlongda güneşlenen kadının bugün doğum günü olduğunu ve pasta ikram etmek istediğini söyledi. İstediği zamanı kazanmıştı. Dakikalar sonra, kız şezlongun yanındaki sehpaya eğilirken, tetikçi sessizce onun arkasına yaklaştı. Kızın kafasına bir el ateş etti. Kafatasında sıkışan mermi kızın kan oturan gözlerindeki son bakışları dehşetle yaşlı kadının gözlerine değdirdi. Yaşlı kadın; üzerine kapaklanan garson kızın ağırlığı altında ezilirken yüzüne akan sıcak sıvının kan olduğuna inanmak istemiyordu. Tetikçi kadın acele etmeden bir adım ileriye çıkarak hedefiyle göz göze geldi. Namluyu alnından birkaç santimetre uzakta tutuyor, çiğ mavi gözleriyle avının gözlerindeki dehşet ve korkuyu emmek için parmağının tetiğe uygulayacağı basıyı yavaş yavaş, sindirerek uyguluyordu. Avının başında etrafı kolaçan eden kartal misali mağrurca pençeleri arasına aldığı ödülünü izliyor, içine akan karanlık huzurun temaşasında kendinden geçercesine haz alıyordu. Bir çift gözün birbirlerine kenetlendiği anın bile donduğu o lahzada; kulakları sağır eden patlamayla gözlerini kapatıp açan yaşlı kadın, çırpınan yüreğini bastırmaya çalışırken, saniyeler evvel celladı olan mağrur İngiliz kadın tetikçinin sağ yanağında açılan delikten akan koyu kızıl kanın önce boynunu, sonra da zayıf bedenini aşağı çekerek onu yavaşça yere devirmesini izledi. Gözleri gördüklerini bedeni yaşadıklarını kaldıramadı, kendinden geçerken son duyduğu: Yerde yatan tetikçi kadının üzerine pençelerini basarak kendisine çelik gözlerle bakan dişi kurdun ulumasındaki tını oldu ‘’ Türkler Geldi’’
Kesire kendine geldiğinde: Dağlardan dökülen sis Grindelwald köyünü örtmüş, tanımadığı esmer kadının kullandığı otomobil çoktan asfalta vurmuştu.
- Tu kî yî?
- Kürtçe bilmiyorum
Gün içinde yaşadıklarını arka koltuğunda uzandığı otomobilin camından kayan geceye kadar tekrar gözden geçirdi. İkinci sorusuna cevap almalıydı, ya bayılırken gördüğü hayal?
- Nereye gidiyoruz?
- Karayoluyla Zürih oradan da uçakla ülkeye, tabii siz de kabul ederseniz
- Kimdi o?
- Henüz bilmiyoruz ama örgüt değil.
- Başladı o zaman…
Haber; Vancouver ‘a düştüğünde AYI yeni tuttuğu somonları ayıklıyordu. Sıranın er ya da geç kendisine geleceğinden emindi. Ölümünün ülkelerine yıllarca onursuzca oyunlar yaptığı şerefli Türklerin elinden olacağını bilmesi beyaz bedeninin içinde taşıdığı balçığa bulanmış kara kalbine nekahet oldu. Aynı milletin içinden elli yıldır manipüle ettiği ve kendisini adeta peygamber gibi gören hainlerin sonunu düşünmeden edemedi; Türkler her şeyi affederdi ancak ihaneti affetmezdi. İki üvey çocuğunun da yok edilme zamanı gelmişti. ‘’Başladı’’ şeklinde yazdığı mesajı, mesaj gurubundaki on iki kişiye gönderdi.
Ankara gri yelelerini silkerek uyanırken, kurdu kuşu kulağa kesmiş emanetin yurda inmesini bekliyordu. Üçler, yediler ve kırklar teyakkuzda, şehit ruhları intikam hevesiyle toydaydı. Kara Kam ne varsa elinde koymadan ardına, meydana indirdi. Cengame demek Türk’e düğün demekti. Devlet’in, Töre ’nin ve Kut’un sahipleri bir oldu, tek oldu. Aylardır yapılan hazırlıkların sonunda son kalan kilidi açacak anahtar da eldeydi artık.
2034 yılının sonbaharında Boğaziçi Üniversitesi – Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü bölüm başkanı Prof. Fatih Kuzeykurt kürsüden dinleyicileri selamladıktan sonra konuşma metninin yazılı olduğu kâğıdı ceketinin iç cebine geri koyarak, sanki söyleyeceklerinden son anda vazgeçip kalabalık önünde günah çıkarmaya hazırlanan mücrim gibi gözlerini salonunun uzak uç köşesine dikerek başladı konuşmaya:
‘’ Aslında bu salonda bambaşka bir amaç için toplandık. Bölümümüz bir çalışmasıyla; bugün ülkemizin son on yılda göstermiş olduğu; bilimsel ve toplumsal değişim ve gelişimin öncülerinden başatı olarak dünya barışına yaptığı fikri ve ilmi katkılardan dolayı Nobel’e aday gösterilmiştir. Evet, kutluyorum. Bölüm başkanı olarak da onur duyuyorum. Bunu kutlamak üzere toplandık. Ülkemizin öz ayarlarına dönerek son on yılda tesis ettiği toplumsal barışın tüm dünya halklarına örnek olması memnuniyet verici. Ama bugünlere gelmemize vesile olan tam da on yıl önce, 2024 yılının sonbaharında başlayan ve iki ay gibi kısa bir sürede PKK ve tüm türeyenlerinin yok edilmesiyle sonuçlanan HİLAL OPERASYONU’NU anmak ve üzerine birkaç laf etmek istiyorum: Öncelikle ülkemizi yaklaşık elli yıl kanser gibi kemiren PKK illetinden kurtulmamıza vesile olan ve bu cihette bu illetle başından sonuna kadar her aşamadaki mücadelede bilinen bilinmeyen tüm şehit ve gazilerimizi şükranlarımla anıyorum. Malumunuz; bu illetten kurtulurken doğumdan beşiğe, beşikten mezara ikiz kardeşinin de nesebini ortaya koyduk. Aynı babadan ayrı analardan olma iki kardeş PKK ve FETÖ ‘nün ipini kavli belaya kadar değil ahde vefayla çektiğimiz günlerin yıldönümündeyiz. Milletler de insanlar gibi kamburlarından kurtuldukça refaha ve huzura erişir. Sosyal bilimin kıvrımlı koridorlarından önünüze getirilen laboratuvar çıktısı suni değerlerin başından sonuna üretim aşamasını göstermesi açısından ders niteliğindeki bu operasyon sanıldığı üzere silahla değil akılla yapılmıştır. O akıl ki binlerce yıllık Türk Devlet Aklıdır. İnancım o dur ki bu ve diğer tüm üniversiteler gelecek nesillere bu aklı aktaracak bilinç ve inançta olacaktır. Saygılarımla ‘’