hacı murat dinçer

Hacı Murat DİNÇER – 17 Ağustos 2024

 

Koca Korkut’ tan bu yana iki gün geçmişti. Çay-simit keyfini yaptığı Gülhane Parkı’nın huzurlu serinliğinden Ayasofya Camii’ne doğru yürürken İstanbul’un sabah sisini ciğerlerine çekti. Bu yaşına kadar belki de binlerce kez geçtiği Divan Yolu’na girince, anılarını saklayan her taşa selam verdi. Beyazıt Sahaflar Çarşısı’na vardığında sabah terk ediyordu vakti. Fatih; Medrese Çıkmazı’nda durdu, zaman geçirmek için cebinden çıkardığı cep defterine karalamaya başladı:

‘’Beyazıt Sahaflar Çarşısı’nın girişinde, taş kemerli kapıdan adımınızı attığınızda, İstanbul’un modern temposundan koparak adeta bir zaman tüneline girersiniz. Dar bir geçit sizi karşılar; iki yanınıza sıralanmış küçük dükkânlar, eski kitaplarla dolu raflarıyla gökyüzüne uzanır. Kimi dükkânlar, derin bir sessizliğe gömülmüş, yalnızca hafif bir rüzgârla hareket eden tozlu sayfalarla doludur. Diğerleri, ustaca düzenlenmiş raflar ve pencerelerinden sızan loş bir ışıkla sizi içeriye davet eder.

Dükkanların vitrinlerinde, Osmanlı döneminden kalma haritalar, eski gravürler, sararmış dergiler ve ciltli kitaplar göze çarpar. Bu eserler, tarihin ağır yükünü taşırken, bir yandan da hiç eskimeyen bir bilgelik fısıldar gibidir. Taş zeminler, yılların izini taşır; adımlarınızın yankısı, çarşının derinliklerine doğru kaybolur. Sokak aralarından süzülen ince bir ışık, duvarlardaki eski Türkçe yazıtların üzerinde dans eder.

İçeride ilerledikçe, dükkânların arasına sıkışmış küçük avlular, minik masalar ve yaşlı sahaflar karşınıza çıkar. Onlar, bir ömür boyu topladıkları bilgelikle sizi selamlar; bakışlarında, bu toprakların kadim sırlarını barındıran bir derinlik vardır. Bir köşede, sayfaları dökülen bir kitap size göz kırpar; belki de yıllardır kimsenin dokunmadığı bir hazinedir bu.

Gözlerinizin değdiği her köşe, her raf, zamanın ötesine uzanan bir hikâyeyi saklar. Burada her şey, bir perde arkasında gizlenmiş gibidir; yüzeyde görünenin altında, daha derin bir anlam yatmaktadır. Çarşı, bu derinliğiyle sizi sarar, içine çeker; çıkış yolunu bulduğunuzda, artık siz de bu sırrın bir parçası olmuşsunuzdur.

Yolun sonunda, bazı kitaplar sessizliğin içinde anlam kazanır ve onların fısıldadıkları, zamanı aşan bir rehberlik sunar. Çünkü her kelimenin içinde, sadece dikkatli gözlerin keşfedebileceği bir hakikat saklıdır. Bu kelimeler, anlamını arayanlara rehberlik eder ve belki de aradığınız cevap, tam da karşınızdadır.’’

 

Yanından adeta süzülerek geçen ve belli belirsiz koluna dokunan yaşlı kadının peşine takıldı. Sağ sol, ara dere derken çarşı içinde gözlerden ırak kalmış avluyu tüm ihtişamıyla kaplamış incir ağacının gövdesinden aşağı tünele inen ve oradan da Kapalıçarşı’nın kadim saklı bölümlerine çıkan geçitten geçerek içine girdiği taş odanın ortasında bağdaş kurmuş uzun saçlı yaşlı adamı gördü. Mihmandarı kadın odadaki en koyu gölgede gözden kaybolurken adam keskin biraz da şaşkın gözlerle kendisine bakarak:

  • Hoş geldin Evlat. Yeni tanışıyoruz ama senin hakkında her şeyi duydum. Aferin yahu bu yaşta!
  • Teveccühünüz,

Önündeki işlemeli tahta sehpada duran karton kutu ve içinden çıkan laptopu kastederek:

  • Şu makineyi göndermişler, yaşım seksen benim, kendimi bildim bileli bu taş duvarlar, tüneller arasında emanetçilik yaparım. Neme gerek benim kompüter!

Önündeki laptopun tuşlarına sağ elinin işaret parmağını özenle basarak ekranda açık olan ofis sayfasına bir şeyler yazarak siliyor, bir yandan da: ‘’ Daktilodan iyi meret, sil sil yaz ‘’ diyerek yeni tanıştığı nesneyi tanımlıyordu.

  • Geç otur bakalım Fatih, döşeklerimiz rahat değil ama temizdir.
  • Estağfurullah
  • Mutlaka duymuş, incelemiş ve analiz etmişsindir. Ne diyor bu Douglas Macgregor?
  • Efendim siz şahsın kim olduğunu tahminimce benden iyi biliyorsunuz. Tüm açıklamasını izledim. Aslında; İsrail ve Ortadoğu temelli bir konuşma,
  • Laf niye bize gelmiş?
  • İsrail işine karışmayın, alın size PYD/YPG, ezin geçin. Suriye Hükümeti’yle yapacağınız görüşmeleri ve ortaklıkları da çok abartmayın mesajını böyle vermek istediler benim kanaatimce,
  • Aferin, aferin. Müstakbel Başkandan mevcut Başkana mesaj yani
  • Aynen efendim
  • Değişik bir yorum, katılmıyorum ama yine de sağ ol bakış açımı değiştirdin.
  • PYD/ YPG veya yeni üç harfi adı ne zıkkımsa PKK diyelim biz, ne olacak bu durumda?
  • ABD’nin çekilmesi ve bölge hükümetlerinin mutabakatı ve hatta katılımıyla 2 veya 3 günde dağılıp tarih sayfalarında yok olacaklar. Tüm hazırlıklar içte ve dışta tamam.
  • Oh oh ala, evlat net ve açık. Duyulması istenen değil, olan. Aferin.
  • Sağ olunuz!
  • Ben sağ olurum da Fatih buraya ölmeye geldiğini biliyor musun?

Soğuğun bile üşüdüğü karanlık çöküverdi odaya; Fatih, ‘’bu kadarmış’’ diye geçirdi aklından, nerede hata yapmış olacağını düşündü, bulamadı. Kaçsa mıydı? Kaçamazdı. Emanetçilerin elinden hiç kurtulan olmamıştı. Binlerce yıldır İstanbul’un tünellerinde belge eminliği yapan bu kadim topluluk Türklerle ilk tanıştıklarında bir anlaşma yapmışlardı: Belge ve bilgileri korur ve iletirlerdi. Binlerce yıldır tünelleri kazar, ekler, kapatır ve labirenti kendileri belirlerdi. Hiçbir yaratık İstanbul’un kadim karanlık tünellerinde onları bulamaz, erişemezdi. Romalılar av köpekleriyle lejyonlarını göndermiş ancak bir tek emanetçi bulamadan kadim tünellerin vadilerine açılan patikalarda açlık ve susuzluktan önce köpekleri  sonra da birbirlerini yemişlerdi. Zaman içinde Türkleşen emanetçilerin belge eminliği görevi de yüzyıllardır devam ediyor, zamanın yok ettiği her eski gibi; ya yeniye direnerek yok olma ya da kendini yeniye adapte etme kıyısında geziniyorlardı. Yaşlı adam, kendisinden hiç beklenmeyen bir çeviklikle ayağa kalkmış ve Fatih’in iliştiği döşeğin yanına gelmişti:

  • Emaneti teslim et. Görevin bitsin. Yükten kurtul evlat…
  • Eyvallah!
  • Şimdi dinle:

‘’ Emanetçiler; bu yüzyılda da atalarının öğütleri üzere Kızıl Elma için çalışan kadim bir topluluktur. Ne Mutlu Türküm Diyene düsturunu şiar edinmiş bir gurubuz. Topluluğumuzun büyük bir kısmı İstanbul’un kadim yer altı tünellerinde yaşar, küçük bir kısmı da yeryüzünde yaşayarak; tünellerde yaşayanların refahını ve görevlerine devam etmelerini sağlar. Nedir bu görev? Buna bugün kısaca ‘’ belge eminliği ‘’ desek de aslında biraz daha karmaşık bir yapısı var. Özetle yazılı olan sırların yani bilginin nesillerden nesillere aktarılmasına vesile oluruz. Bilgi; bu günlerde başka türlü aktarılıp depolanıyor ancak bu sistem hala bizim güvenlik seviyemize ulaşamadı. Emanetçilerde; hiçbir belge ve bilgi kayıp olmaz. Bu binlerce yıldır böyle gelmiş böyle devam etmektedir. Emanetçilerin bir diğer işi; İstanbul’un yeraltı tünel haritasını çıkarmak, yeni yer altı geçitleri bulmak ve bunu haritalamaktır. Binlerce kilometre tünel haritası atalarımızdan bize bizden de diğer nesillere geliştirilerek aktarılmaktadır. Haritaları vücudumuza dövme olarak işler, o şekilde koruruz. Her ferdimizde haritanın bir parçası vardır ve öldüğünde tek mirası bu haritadır. Bu işlemeler motiflerle yapılır, binlerce yıldır İstanbul’ u ele geçiren her toplumun kültüründen harmanladığımız bir motif skalamız var ve bu bilgi sadece topluluk üyelerimiz arasında aktarılır. Şimdi diyeceksin ki bu çağda bu safsatalara ne gerek var? İnsanlar istediği bilgiye birkaç saniyede internet sayesinde erişiyor ve istedikleri kadar veriyi bulutta depolayabiliyorlar. Veya tünel haritaları teknolojik aletlerle birkaç haftada hatta katmanlarıyla ortaya koyulur. Hepsinde hem haklısın hem de haksız. Bize benzer toplumlar her ülkede ve her kadim şehirde var. Ve varlıklarını devam ettiriyorlar. Biz de var olmaya devam etmek istiyoruz. Artık işe yaramadığımız düşünülüyor, bu yüzden seni istedik. Bugün bir trafik kazasında öleceksin, cesedin yanarak sümükleşecek ve teşhise uygun olmayacak. Evini, bilgisayarını, arabanı temizledik hatta şu anlarda ölüyor olabilirsin. Yani artık sen yoksun Avukat Fatih! Sana her şeyi öğreteceğiz, bizimle yaşayacaksın ve sırra şahit olacaksın. Bu taş oda senin yeni evin, dikkat et kapısı yok. Tünelden girilir, tünelden çıkılır. Tünele bizsiz girersen sittim sene çıkamazsın, kaybolur, delirir, ölürsün. Biz anlatacağız, sen dinleyeceksin. Taş, toprak, börtü böcek dile gelip zamanın kıvamını değiştirecek, aklına mukayyit ol, bu sınavdan çıkarsan ancak bilgeliğe açılan kapının önüne gelmiş olacaksın. Şimdi sana ilk hediyeni veriyorum, sonra yalnız kal ve düşün:

Yaşlı adam cebinden buruşuk bir kâğıt parçası çıkardı ve:

‘’Bu belge 2011 yılında emanete alınmış ancak muhatabı teslim almadığı için bizde kalmış. Bazı kritik şeyleri tam da bugünler için kenarda bekletiriz. Bu bizim tek sigortamızdır. ‘’ dedikten sonra

‘’ Şimdi okuyacaklarım bir istihbarat mensubunun kişisel günlüğünden bazı bölümler. Rahmetli vefat ettikten sonra kimi kimsesi olmadığı için topluluğumuzdan yetişme olması hasebiyle kişisel eşyaları bize teslim edilmiş. O zaman okumuş pek kıymet vermemiştim. İşte boşuna dememiş atalar: Ak akçe kara gün içindir diye, dinle bak hikâyeyi…’’

Başladı okumaya:

Yıl                                        : 1989

Yer                                        : Almanya – Batı Berlin

 

Bernauer Caddesine bakan bir daire kiraladım sonunda. Duvarla ilgili haber yapan gazeteci kimliği gayet iyi gidiyor. Son bir yıldır sahada gördüğüm ecnebi meslek mensubunu herhalde bir daha bir arada göremem. Bir devin yıkılışını izliyoruz. Birkaç yıla kalmaz SSCB yıkılacak. İlginç bir tespit yaptım, görevimle ve hedefimle ilgili değil, bu sebeple sözlü olarak bildirdim. Fotoğraflar var. Kimlik tespitlerini yaptım. İlginç bir beraberlik, yakından dinledim ve kaydettim. Kimlikler: Rus Uralvagonzavod (UVZ) firmasının yetkilisi V.P. ve ABD Donanma Subayı D.M.

Görüşme Deşifresi Özet                       :

Rus                                                     :

SSCB’nin kullandığı ve birçok ülkeye sattığı/ verdiği T72 tanklarının üretim maliyetinin düşük olduğu, devlet yöneticilerinin politik yaklaşımlarla bu tankları bazen  maliyetinin altında diğer ülkelere verdiği ve şirketin kar edemediği, yeni bir model üzerinde çalışma yapmalarına Политбюро üyelerinin karşı olduğu ama onların devrinin bir iki yıla kapanacağı ve kendi devirlerinin başlayacağı; T72’ lerin sahada yetersiz olduklarını yeni dönemde ordunun başına geçeceklere göstermelerinin herkes için mutlu edecek karlar getireceğini, aynı kuyudan su çeken iki ayrı yolcu olduklarını anlattı.

Amerikalı                                            :

Yakın tarihlerde Ortadoğu’da bir ülkenin bir diğerini işgal edeceğini ve bu duruma ABD Ordusu’nun hazır olduğunu, muhtemel küçük bölgesel bir savaş olacağını, ABD güçlerinin sahaya yeni teknolojiler sokacağını ve bir gövde gösterisi yapacağını, tankların burada sınanmasının iyi olacağını ancak bu işin şansa bırakılmayacak kadar karlı olduğunu, bu yüzden o gün geldiğinde ABD tanklarıyla müdahale edilecek ülkedeki Rus tanklarında yani T72’lerde birtakım ayarlamalar ve bu tankları yok etme maliyeti olarak 3 milyon ABD doları istediğini, aynı kuyudan su çeken ve aynı kupadan suyu içen iki ayrı yolcu olduklarını söyleyerek eli arttırdı.

 

Fatih anlam verememişti. Sıradan bir soğuk savaş çıkışı casusluk hikayesiydi. Bu kadar önem atfederek ‘’hediye ‘’ olarak nitelendirecek bir şey yok bunda diyecekken yaşlı adam eline yeni yazılmış mürekkebi kokan bir kâğıt vererek onu dinlenmek, düşünmek ve anlaması için yeni dostu kendisiyle yalnız bırakarak odaya açılan tünelin kör karanlığında kayboldu. Hala gölgelerin içinde bekler sandığı mihmandarı yaşlı kadınsa gölgede sır olmuştu sanki. Kâğıdı okudu:

73 Easting Çatışması, 26 Şubat 1991 tarihinde gerçekleşti. Bugün, Körfez Savaşı’nın en önemli ve etkili çatışmalarından biri olarak bilinir. ABD’nin zırhlı birlikleri ile Irak’ın zırhlı birlikleri arasında büyük bir muharebe yaşandı. Irak Ordusu yaklaşık 100 adet Rus T72 tankına sahipti ve 40 adet yeni teknoloji ABD M1 Abrams tankının önünde yok oldu.