Kalenderîlik bugün hâlâ çözüme kavuşmamış bir mesele: Bu tuhaf/yarı çıplak herifler deli midir veli midir? Alim midir zındık mıdır? Toplumla uyumsuz inziva ve alışkanlıkları kasıtlı mıdır yoksa bu bir tür avam dindarlığı mıdır? En önemlisi Kalenderîlik bir yol mudur yoksa meşrep midir? Allahualem…
Kalenderîlik meselesine yaklaşımda biri Ahmet Yaşar Ocak’ın diğeri Ahmet T. Karamustafa’nın temsil ettiği iki farklı yaklaşım olduğunu görüyoruz. Ocak hoca Kalenderîliği Köprülü paradigmasına uygun şekilde yerel/pagan unsurlar ile ortodoksi arasında bir ara form (heterodoksi) olarak görmeye yatkınken, Karamustafa hoca 13.yy’ın ürettiği yeni zühd hareketinin temsilcileri olarak görüyor Kalenderîleri. İlkinde Kalenderîlik bir tarikat da olabilirken ikincisinde meşrep olarak ele alınıyor.
Tartışmayı kenara bırakıp 16.yy Osmanlısından bir Kalenderîlik hikayesi anlatayım size. Hikayeyi aktaran, o dönemde Osmanlı/Türk topraklarında gözlemler yapan Antonio Menavino… Aslında bir esir olarak buralarda dolaşan Menavino, Kalenderîlerden bahsederken “torlaklar” ifadesini kullanıyor. Torlak, genç-toy-acemi gibi anlamlara geliyor. Biz şimdilik “genç dervişler” deyip geçelim. Anlattıklarından anlıyoruz ki sadaka toplamayı meslek edinmiş bu torlaklar, gittikleri yerlerden para koparmak için bir “felaket yaklaşıyor” oyunu oynuyorlarmış. Gerisini yabancı gözlemci aktarsın:
“Genellikle aralarında çok saydıkları ve Tanrı gibi taptıkları yaşlı bir adam olur. Bir kente girdiklerinde kentin en güzel evinin etrafında bir ‘kendinden geçme’ ritueli gerçekleştirirler. Sonra yaşlı adamın ‘bu kente büyük bir kötülük’ geleceğine dair kehanetlerini sessizce dinlerler. Sonra müritler bu felaketi önlemesi için yaşlı adama yalvarırlar. Yaşlı adam ise bir isteksizlik gösterisi eşliğinde Tanrıya dua eder. Eskiliği nedeniyle saygın olan bu oyun -herhalde epey korkmuş olan- cahil halkın onlara büyük sadakalar vermesini sağlar.”
Zekice doğrusu. Bu küçük ‘sadaka koparma gösterisi’ dahi, tarihe bakış konusunda ne kadar çok pencereye sahip olmamız gerektiğine dair bir nasihattır. Ortaya torlaklar tarafından bir ‘performans’ seriliyor. Bu tarz gösterilerin kökenini -itiraf etmek gerekiyor ki- rituelleri ‘performans ve gösteri’ye dayanan pagan dönemlerde aramak gerekir. Metin And hocanın açtığı kapıdan sanırım birinin artık girmesi lazım.
‘Dionisos ve Anadolu Köylüsü’ adlı Metin And imzalı kitap başlangıç için faydalı olacaktır. Bakın Tahir Alangu bu kitap için ne diyor:
“Metin And’ı, tiyatro tarihi üzerindeki incelemeleri, kendiliğinden halkbilgisine ve Anadolu’daki halk törelerine götürmüş görünüyor. Anadolu ‘seyirlik halk oyunları’nın kaynaklarını araştıran bu kitabında, eski dinlerin kalıntıları olan bu oyunları, Ortadoğu ve Ege uygarlıklarından bilinen törelerle ve kültürlerle karşılaştırıyor.
Her şeyden önce bu genç araştırıcının eski kuşaktakilerden ayrılan özelliklerinden en olumlusuna, çalışkanlığına değinmeliyim. Tuttuğu yoldaki çabası onu, bilim adamının her yerde çok çekindiği acele ve zayıf delillerle tamim yanılmalarına götürme ihtimallerine rağmen, aralıksız sürüp gittiğine göre, onu daha güçlü ve doyurucu eserlere elbette ulaştıracaktır.”
Alangu’nun ifadeleri sanırım gerçekleşmiş birer kehanet gibi duruyor.
Kalenderîlik bugün hâlâ çözüme kavuşmamış bir mesele: Bu tuhaf/yarı çıplak herifler deli midir veli midir? Alim midir zındık mıdır? Toplumla uyumsuz inziva ve alışkanlıkları kasıtlı mıdır yoksa bu bir tür avam dindarlığı mıdır? En önemlisi Kalenderîlik bir yol mudur yoksa meşrep midir? Allahualem…
Kalenderîlik meselesine yaklaşımda biri Ahmet Yaşar Ocak’ın diğeri Ahmet T. Karamustafa’nın temsil ettiği iki farklı yaklaşım olduğunu görüyoruz. Ocak hoca Kalenderîliği Köprülü paradigmasına uygun şekilde yerel/pagan unsurlar ile ortodoksi arasında bir ara form (heterodoksi) olarak görmeye yatkınken, Karamustafa hoca 13.yy’ın ürettiği yeni zühd hareketinin temsilcileri olarak görüyor Kalenderîleri. İlkinde Kalenderîlik bir tarikat da olabilirken ikincisinde meşrep olarak ele alınıyor.
Tartışmayı kenara bırakıp 16.yy Osmanlısından bir Kalenderîlik hikayesi anlatayım size. Hikayeyi aktaran, o dönemde Osmanlı/Türk topraklarında gözlemler yapan Antonio Menavino… Aslında bir esir olarak buralarda dolaşan Menavino, Kalenderîlerden bahsederken “torlaklar” ifadesini kullanıyor. Torlak, genç-toy-acemi gibi anlamlara geliyor. Biz şimdilik “genç dervişler” deyip geçelim. Anlattıklarından anlıyoruz ki sadaka toplamayı meslek edinmiş bu torlaklar, gittikleri yerlerden para koparmak için bir “felaket yaklaşıyor” oyunu oynuyorlarmış. Gerisini yabancı gözlemci aktarsın:
“Genellikle aralarında çok saydıkları ve Tanrı gibi taptıkları yaşlı bir adam olur. Bir kente girdiklerinde kentin en güzel evinin etrafında bir ‘kendinden geçme’ ritueli gerçekleştirirler. Sonra yaşlı adamın ‘bu kente büyük bir kötülük’ geleceğine dair kehanetlerini sessizce dinlerler. Sonra müritler bu felaketi önlemesi için yaşlı adama yalvarırlar. Yaşlı adam ise bir isteksizlik gösterisi eşliğinde Tanrıya dua eder. Eskiliği nedeniyle saygın olan bu oyun -herhalde epey korkmuş olan- cahil halkın onlara büyük sadakalar vermesini sağlar.”
Zekice doğrusu. Bu küçük ‘sadaka koparma gösterisi’ dahi, tarihe bakış konusunda ne kadar çok pencereye sahip olmamız gerektiğine dair bir nasihattır. Ortaya torlaklar tarafından bir ‘performans’ seriliyor. Bu tarz gösterilerin kökenini -itiraf etmek gerekiyor ki- rituelleri ‘performans ve gösteri’ye dayanan pagan dönemlerde aramak gerekir. Metin And hocanın açtığı kapıdan sanırım birinin artık girmesi lazım.
‘Dionisos ve Anadolu Köylüsü’ adlı Metin And imzalı kitap başlangıç için faydalı olacaktır. Bakın Tahir Alangu bu kitap için ne diyor:
“Metin And’ı, tiyatro tarihi üzerindeki incelemeleri, kendiliğinden halkbilgisine ve Anadolu’daki halk törelerine götürmüş görünüyor. Anadolu ‘seyirlik halk oyunları’nın kaynaklarını araştıran bu kitabında, eski dinlerin kalıntıları olan bu oyunları, Ortadoğu ve Ege uygarlıklarından bilinen törelerle ve kültürlerle karşılaştırıyor.
Her şeyden önce bu genç araştırıcının eski kuşaktakilerden ayrılan özelliklerinden en olumlusuna, çalışkanlığına değinmeliyim. Tuttuğu yoldaki çabası onu, bilim adamının her yerde çok çekindiği acele ve zayıf delillerle tamim yanılmalarına götürme ihtimallerine rağmen, aralıksız sürüp gittiğine göre, onu daha güçlü ve doyurucu eserlere elbette ulaştıracaktır.”
Alangu’nun ifadeleri sanırım gerçekleşmiş birer kehanet gibi duruyor.