Rabia YAVUZ – 04 Kasım 2023
26 Ekim Perşembe akşamı Altunizade Kültür Merkezinde Kaygı: Dost Mu, Düşman mı? isimli bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşinin sonunda bazı arkadaşlarla ayaküstü sohbet etme fırsatımız da oldu. Genç bir arkadaş yanıma gelip söyleşiden kendisine kalanları benimle paylaştı. Hatırladığım kadarıyla “Duygunla kal, duygunda kalma” şeklinde bir cümle kurdu. Söyleşi boyunca konuştuklarımızın özeti gibiydi genç arkadaşın cümlesi. Bu ifade eğer biz izin verebilirsek duyguların gelip geçmekte olduğunu düşündürdü bana. Oysa duygunun gelmesine izin vermediğimizde ya da onu kovmaya çalıştığımızda durum tam tersi oluyor. O duyguda takılıp kalan biz oluyoruz. Sanki duygulara sahip olan biz değiliz de duygular bize sahipmiş, bizi içine çekivermiş gibi hissedebiliyoruz.
Duygulardan ne kadar kaçarsak ya da onları kovmayı denersek o denli bir paradoksun içinde buluruz kendimizi. Bu duruma “beyaz ayı” sendromu deniyor. Sendromun adını Rus edebiyatının ünlü ismi Tolstoy’a borçluyuz. Tolstoy bir gün kardeşine “Şu köşede ayakta dur ve beyaz ayıyı hiç aklına getirme, tamam mı” der. Kardeşi bir süre ayakta durup beyaz ayıyı aklına getirmemek için büyük çaba harcar lakin sonunda “Yok, beyaz ayıyı aklıma getirmeden edemiyorum” diyerek pes eder. Harvard üniversitesinden sosyal psikolog Profesör Daniel Wegner de bu sendromu birçok deney grubuyla test eder. Sonuç aynıdır. Bir şeyi düşünmemeye çalıştıkça onu daha çok düşünür halde buluruz kendimizi.
Peki, ne yapmalı? Bir duygu hissettiğimizde o duygunun bedensel etkilerine ya da zihnimizden gelip gitmesine açık olmayı deneyebiliriz. Sakince o duyguyla onunla savaşmadan ya da onu yok etmeye çalışmadan onunla kalmayı denemek. Sıkça bilinçli farkındalık egzersizlerinde yaptığımız gibi; adeta karşımızdaki gökyüzünde salınan bulutlar izler gibi duygularımızı izlemek. Gökyüzündeki bulutlar nasıl kalıcı değilse duyguların da kalıcı olmadığını fark ederek sadece onları gözlemlemek. Mevlâna Celâleddin-i Rumî “İnsan kısmı bir misafirhane. Her sabah yeni birisi gelir. Bir sevinç, bir bunalım, bir zalimlik, aniden farkına varmak her şeyin, hepsi beklenmedik misafir. Hepsini karşılayıp eyle! Karanlık düşünce, utangaç ve garez… Hepsini gülerek karşıla kapıda. Ve buyur et içeri. Minnettar ol her gelene, kim gelirse gelsin çünkü bunların her birisi öte taraftan bir kılavuz olarak gönderildi,” diyordu. Bir ev sahibi gibi duygularımızı karşıladığımızda duyguların beynimize vermeye çalıştığı mesaj alınmış olur. Duyguları olduğu gibi kabul edip misafir eylediğimizde artık beynimiz mesajın alındığını bilir ve aynı duygu ya da düşünceyi bize yollamayı bırakır.
Duyguları misafir edebilmenin psikolojik esnekliğimizle de yakından ilgisi vardır. Bir dahaki sefere, bir sınav öncesinde kendimizi endişeli hissedersek sessizlik içinde o duyguların gelip gidişini aynı gökyüzündeki bulutlar gibi izlemeyi deneyebiliriz. Sınav öncesi hızlanan kalp atışlarımızı sadece sınava hazır olduğumuzun işaretleri olarak tanımayı öğrenebiliriz. Böylece her duygunun geçici deneyimler olduğunu fark edebiliriz. Siz de yoğun duyguların sizi içine çektiğini hissedecek olursanız bir an durun, derin bir nefes alın, ayaklarınızın altındaki yeri hissedin ve o duyguya müdahale etmeden sadece gelip gitmesine izin verin. Hatta dilerseniz onu bir misafir gibi kucaklamayı da deneyin.