Mehmet Hakan KEKEÇ – II. Abdülhamid’den Bugüne: Bektaşi Devleti’nin Sakıncası – 23 Eylül 2024
Sözü uzatmadan söyleyelim: Tarikatın devleti olmaz, devletin tarikatı. Arnavutluk’ta kurulması planlanan ‘Bektaşi Devleti’, ancak yol’un hikmetini fehmedememişler tarafından müspet karşılanabilir.
***
Birkaç gündür basına yansıyan haberlerden sonra; Arnavutluk Başbakanı Edi Rama, BM Genel Kurulu’nda gerçekleştirdiği konuşma sırasında başkent Tiran’da Vatikan benzeri mikro bir Bektaşi devleti kurma sürecini başlattıklarını açıkladı. Yani mesele, üzerindeki kıyl u kal perdesini kaldırmış oldu.
Vaat edilen ‘Bektaşi Devleti’ tanıtılırken, İslam’a yüklenen bagajlara lütfen dikkat edin: “Bektaşi devletinde alkole ve kadınların istedikleri gibi giyinmelerine izin verilecek, Bektaşi Tarikatı’nın hoşgörülü uygulamalarını yansıtacak şekilde hiçbir yaşam tarzı kuralı getirilmeyecek. Yeni devletin amacı, İslam’ın hoşgörülü bir versiyonunu teşvik etmek olacak.” Yani hoşgörüsüz İslam, bu proje sayesinde gösterdiği yüksek hümanizm ile Batı’dan (sahiplerinden) kocaman bir aferin alacak.
Irene Melikoff hanımefendi maharetiyle üretilen Bektaşi İslamı hümanisttir ifadesinin, en birincil mesele olarak karşımıza ‘Bektaşi olmayan İslam insanlık düşmanı mıdır?’ sorusunu -daha doğru ifadeyle sorununu- çıkardığı çok defa söylenmiştir. Bu tehlikeli, İslam’ı muhayyel bir Bektaşilik ile bölen -ve tabii Bektaşi irfanını yok eden- ifadenin geldiği son nokta, işte bu sözde ‘Bektaşi Devleti’ vaadi oldu.
***
Arnavutluk’taki ‘Bektaşi Devleti’ projesinin çok yeni olmadığını hatırlatmak isterim. Neredeyse 150 sene evvel Sultan II. Abdülhamid devrinde de aynı mesele konuşulmuş, ancak Osmanlı bu çabaları sert önlemlerle bertaraf etmişti.
İlk Türkçe roman yazarı Şemseddin Sami’nin ağabeyi Naim Fraşiri, Arnavut bağımsızlık hareketinin en meşhur isimlerinden biriydi. Fraşiri, 1877’den itibaren Arnavutların Osmanlı’ya karşı bağımsızlığını savunmuş; bu konuda birçok metin kaleme almıştı. Fraşiri’nin bağımsız Arnavutluk fikrini dayandırdığı en güçlü unsur Bektaşilikti. Fraşiri, kaleme aldığı Bektaşilerin Defteri (Fletore e Bektashinjet) kitabında, Bektaşiliğin resmi bir ‘din’ olması gerektiği savunuyordu.
Arnavut olmayanların parçası olamayacağı ve tamamen soya dayalı bir Bektaşi Arnavutluk fikriydi ortaya konan. Fraşiri, Türkçe kavramları dahi reddediyor, ‘baba’ yerine ‘ate’, ‘dede’ yerineyse ‘gjiş’ gibi Bektaşiliğin özüne muhalif ‘milliyetçi imalı’ kelimeler icat ediyordu. Fraşiri’nin başı çektiği bu ayrılıkçı görüşler Arnavutluk’ta hızla yayıldı, hatta 1880’lere kadar en küçük köylere kadar ulaştı.
Aynı yıllarda Yahya Bey adlı biri, dedeler vasıtasıyla Osmanlı’ya karşı bir Bektaşi ordusu kurmaya girişti. Ayrılıkçılık, tamamen Bektaşilik üzerinden kurgulanıyordu. Prof. Dr. Metin İzeti’ye göre Osmanlı’ya karşı ilk Arnavut çetesini kuran Melcan Tekkesi şeyhi Hüseyin Baba idi. İsyan yavaş yavaş filizlenirken bardağı taşıran son damla, Bektaşiliğin merkezini “Hacı Bektaş-ı Veli’nin makamından” alarak Arnavutluğa taşıma fikri oldu.
Tüm bu ayrılıkçı Bektaşi Arnavut Devleti fikrini haber alan II. Abdülhamid, hızla Arnavutluk’a bir heyet göndererek durumu tetkik ettirdi. Bektaşilik üzerine çalışmalarıyla tanıdığımız Fahri Maden’in aktardığına göre bu tetkikat sırasında Ergiri’deki Haydar Baba Tekkesi’nde bazı risale ve evraklar ele geçirilmiş, bu evraklar incelendiğindeyse Arnavut Bektaşilerin “devlete karşı fesadı” kesinleşmişti.
Tüm bu süreci yakından takip eden II. Abdülhamid için yapılması gereken belliydi… 1881’de Derviş Paşa öncülüğünde bir ordu Arnavutluk’a gönderildi ve isyan henüz başlamadan bastırılarak halkın elindeki silahlar toplandı.
İsyan bitmiş gibi görünse de 1884-85’te Arnavut Bektaşiler yeniden hareketlendi. Bu sefer “çocuklarını askere göndermemek” ve “ellerinden alınan silahları” bahaneleriyle büyük bir yangın çıkardılar. Fakat II. Abdülhamid, sert tutumuyla bu kalkışmayı Veysel Paşa yönetimindeki orduyla bastırdı ve bağımsız Arnavut Bektaşi Devleti fikri “bir süre için” yok etti.
***
Arnavutluk Bektaşiliğinin Osmanlı sonrası geldiği noktayı Şevki Koca’dan okuyalım:
“Salih Niyazi Dedebaba, 1927 yılında yurt dışına çıkarılması sonrasında, Mısır’a hareket eder ve ilk icraat olarak, elân burada icrâ-yı faaliyet eden önemli mücerret Bektaşi Dergâhlarından olan Kahire yakınlarında Mukettum Dağında bulunan ‘Kasr-ül Ayn’ veya bilinen isimleri ile El-Mağaravi veya Kaygusuz Abdal Tekkesi’ne uğrar. O dönemde bu dergâhın postnişinliğini Mehmet Ali Baba yapmaktaydı. Bu dergâhta ünlü Bestekâr Şekerci Cemil beyin mahdumu, Hafız Tahsin Başpehlivan Baba’ya ve Ahmet Sırrı Baba’ya Halifelik verir. Daha sonra deniz yolu ile Girit’e uğrar ve oradan Arnavutluk’un başkenti Tiran’a gelir. Dönemin Arnavutluk kralı Zogo kendisini hoşnutluk ile karşılar. Ancak Dedebabalık yapmama koşulu ile kendisine Tiran’ın Ali Demi semtinde arazi vakfeder. İlerleyen yıllarda 1935 yılında Salih Niyazi Dedebaba buraya bir dergâh inşâ eder. Salih Niyazi Dedebaba, yurtdışına çıkmadan önce Hacı Bektaş’taki pir evinin emanet-i vekâletini ihtiva eden bir mektûbu Halifelerinden Ali Naci Baykal Baba’ya emanet eder.
Arnavutların din ve ilahiyat işlerini, Arnavut milliyetçiliğinden soyutlayarak izah etmek mümkün değildir. Özellikle 1920’lerde Fuji Martinensi ile başlayan bir Dedebabalık arayışları olup, merkezinin Tiran olması doğrultusunda baskın bir eğilim taşımaktaydılar.
1929 yılına gelindiğinde Salih Niyazi Dedebaba’yı devre dışı bırakan Arnavut Bektaşileri, dönemin ulusçu akımlarının rüzgarını da arkalarına alarak, Salih Niyazi Dedebaba’nın yüksek sesli muhalefetine rağmen, Arnavutluğun önemli bir Bektaşi merkezi olan Korça (Görice) kentinde; Priştine, Kruja, Elbasan, Tetova, Fraşeri, Koutche (kuş veya kuç), Timor, Melcan, Jirokastro ve Turan gibi önemli merkezlerde bulunan Bektaşi tekkelerinden gelen delege Babalar ile bir kongre düzenlemişler ve gizli oy kullanılarak yapılan bir seçimle ‘Kutsal Dedeler Meclisi’ adı altında, bir Dedebaba ve 12 Babadan oluşan bir kurum oluşturmuşlardır. Kurumun fahri başkanlığına Salih Niyazi Dedebaba’yı getirmişler ve Dedebaba makamına daha önce Pirevinde Atevi Babalığı yapan Göriceli Ahmet Feyzi Muhtar Baba’yı nasbetmişlerdir. Bu tarihten itibaren Arnavutluk’ta kurumsal olarak merkezi Tiran kabul edilen bir Dedebabalık mekanizması kurulmuş oldu.
Salih Niyazi Dedebaba böyle bir ortamda, Tiran’daki dergâhında, dervişi olan Aziz Niyazi Triandafil derviş ile birlikte 28 Kasım 1941 tarihinde kurşunlanarak öldürülmüş olarak bulunmuştur.
Reşat Bardi Dedebaba: Mücerret Babadır. Mürşidi Ahmet Muhtar Ağatay Dedebaba’dır. 1958-1968 yılları arasında hapse atılmıştır. 1990 yılında Tiran Dergâhı’na yerleşmiş ve yıkılan dergâhın onarımını sağlamıştır. 1992 yılında İzmir’e gelerek Bedri Noyan Dedebaba’dan halifelik icazeti almıştır. Ancak 1993 yılında, Tepedelen, Vlora, Korça, Elbasan ve Timor Bektaşi Dergâhlarından gelen Arnavut Babalar ile bir kongre düzenlemiş ve oy çokluğu ile Dedebaba seçilmiştir. Merhum Pederim Halife Turgut Baba bu kongrenin yapılacağı 19 Temmuz 1993 tarihinden önce kendisine 12 Temmuz 1993 tarihinde bir mektup ulaştırarak, Noyan Dedebaba’nın Halifesi olarak mevcut Dedebaba’nın sağlığında ve üstelik ondan Halifelik icazeti almasına karşılık Dedebaba seçilemeyeceği konusunda kendisini uyarmıştır. (Söz konusu bu mektubun bir sureti fakirde mahfuzdur.)
1993 yılında gerçekleştirilen bu seçimde bizzat Mürşidi Ahmet Muhtar Baba’nın onay vermediği Amerika, Detroit Dergâhı postnişini Recep Ferdi Halife Baba’nın kendisine destek verdiğini iddia eden Reşat Bardi Baba’nın bu savı hilaf-ı Hakikat’dır. Zira Bedri Noyan Dedebaba’nın halifesi olan Recep Ferdi Halife Baba (ölm. 1995) bağlı bulunduğu Bedri Noyan Dedebaba’nın sağlığında; yol, erkân ve edebe son derece bağlı bir kimlik olarak bu tür ucuz polemiklere prim verecek karakterde hiçbir zaman olmamıştır. Hatta, Reşat Bardi Baba sırf bu nedenle Detroit Dergâhına postnişin atayamamış ve bu dergâha Türkiye’de mükim İzmirli Mustafa Eke Dedebaba tarafından, Eramul Baba 2001 yılında Hacı Bektaş ilçesinde Halife yapılarak, mücerret Halifebaba sıfatıyla postnişin olarak atanmış olup, rehberlik hizmetlerini Gaziler Dergâhı postnişini İlhami Teoman Güre Halifebaba erenler yapmışlardır.”
***
Uzun sözün kısası: Reşat Bardi, günümüz Bektaşilik hiyerarşisi içinde zaten geniş bir kabul görmemektedir. Dolayısıyla Mondi gibi ardından gelen isimlerin Türkiye’deki dedebabadan bağımsız olmaları nedeniyle dünya bektaşilerini temsil edecek bir ehliyet elinde yoktur.
Şimdi de Türkiye Bektaşilerinden Hacı Dursun Gümüşoğlu Halifebaba’nın ‘Bektaşi Devleti’ hakkındaki açıklamasını okuyalım:
“Arnavutluk’ta bugün itibarı ile uzun zamandır kıpırtılarını hissettiğimiz gizli faaliyetlerden biri medyaya düşmüştür. Habere göre; Arnavutluk devleti sınırları içinde Tiran’da Baba Mondi (Edmond Brahimaj) başkanlığında bir Bektaşi Devleti kurulması için çalışmalar başlamıştır.
Öncelikle Arnavutluk’ta ikâmet eden Baba Mondi’nin kendisini Dedebaba ilan etmesi, Bektaşilik erkânına göre geçersizdir. Enver Hoca döneminden sonra Arnavutluk’tan Reşat Bardi Baba’ya, Bektaşi camiasının lideri rahmetli Doç. Dr. Bedri Noyan Dedebaba tarafından İzmir’de halifebabalık verilmiş ve kendisi halifebaba olarak Arnavutluk’a gönderilmiştir. O zaman derviş olan Mondi, Reşat Bardi Halifebaba’dan babalık almıştır. Reşat Bardi Halifebaba’nın vefatından sonra kimse halifelik erkânı görmediği için Bektaşi erkânına göre Arnavutluk’ta bırakın dedebabayı, halifebaba bile yoktur. Baba Mondi’nin dedebabalığı bir yana; dedebabalığın bir alt mertebesi olan halifebabalık erkânı dahi kendisine uygulanmamıştır. Bu durum inkâr edilmez bir gerçektir.
Yüzyıllardır devam eden geleneğe ve kurala göre dedebabanın Türkiye sınırları içinde ikamet etmesi şarttır. Türkiye’de bu hiyerarşik sistem, tarih boyunca devam ettiği gibi kesintisiz bir şekilde bugün de devam etmektedir. Bu bağlamda Baba Mondi’nin kendisini Dünya Bektaşilerinin lideri olarak iddia etmesi asla kabul edilemez. Bu karar ve Bektaşi Devleti gibi kavramlar Bektaşilik yolunu temsil eden bizler için yok hükmündedir.
Siyasi olarak birileri tarafından bilinmeyen emperyal baskı ve hesaplarla böyle bir yapılanma kabul edilse ve resmi kimlik kazansa bile bizler için manevi anlamda geçersiz bir girişimdir.
Yüzyıllardır kendi ülkesine devletine bağlı olan, maddi hiçbir beklentisi olamadan yaşamını sürdüren, gönül bağı ile birbirlerine bağlı bulunan, Bektaşilik inancını sürdüren bizler için Baba Mondi’nin son girişimi hiçbir anlam ifade etmemektedir.
İkinci konu ise özellikle Avrupa merkezli olarak oluşan Aleviliği ve dolayısıyla Bektaşiliği, İslam dışında gösterme çabalarıdır. Bunun kabulü kesinlikle mümkün değildir.
Bu girişim Türkiye’nin gelecekte yeni sorunlara muhatap olmasını beraberinde getirecektir. Çünkü Ali’siz Alevilik olarak adlandırılan bu proje, emperyal devletlerin Alevilik inancı üzerinden menfaat temin edebilmesi için açtıkları bir tuzaktan ibarettir. Baba Mondi’nin sözde Bektaşi Devleti girişimi, bu uzun vadeli hesapların ayak seslerinden başka bir şey değildir.”
***
Nihayetinde biz de şunu söyleyeceğiz: ‘Arnavutluk Bektaşî Devleti’ projesi, Türkiye’ye tesir edecek bir bölücülük projesi gibi duruyor… Alevi köylerini gezip siz aslında Hristiyansınız diyen 19.yy’daki müsteşriklerin, II. Abdülhamid döneminde kurulmak istenen Arnavut milliyetçisi Bektaşî devletinin ve şimdi de Almanya güdümündeki Pkklı-Alisiz Alevi projesinin bir devamı niteliğinde olduğu aşikardır. Alevi – Bektaşi zihnini ve bağlılığını batı lehine iğdiş etme niyetinin geldiği noktalardan biri. Alevi – Bektaşi asitanesini Batı güdümündeki bir Arnavutluk’a kaptırmak orta uzun vadede büyük sıkıntıdır. Türkiye, Bektaşîlik meselesindeki asitane hüviyet ve muhataplığını korumak, ayrıca bu topraklarda ictihad edilmiş öz değerine sahip çıkmak adına müdahil olup bu projeye müsaade etmemeli.