Fatih ÜNLÜ – 26 Aralık 2024
Hz. Ali (kerramallahu vecheh) “Allah’ın Arslan’ı” gibi unvanlarının yanı sıra ilimde de çok büyük makamlara erişmiş büyük bir sahabi, büyük bir veli, büyük bir insandı. Peygamberimiz aleyhisselam “Ben ilmin şehriyim, Ali de O’nun kapısıdır.” buyurmuştur.
Malum, ilmin tezahür ettiği birçok alan vardır. Bunlardan birisi de yönetim işidir. Hz. Ali diğer ilimlerin yanı sıra yönetim ilminde de istisnai bir seviyeye ulaşmıştır. Hz. Ali’nin (r.a.) en büyük meziyetlerinden birisi de onun bizzat Hz. Resulullah’ın (s.a.v.) terbiyesinde yetişmiş olması, hep O’nun yanında bulunması ve yönetim usulünü O’ndan (s.a.v.) öğrenmesidir.
Hz. Ebubekir (r.a.), Hz. Ömer (r.a.) ve Hz. Osman (r.a.) zamanlarında da kendilerine yardımcı olan Hz. Ali (r.a.) o dönemlerde en çetrefilli sorunların çözümüne derin ilmiyle hep katkıda bulunmuştur. Hz. Ömer’in (r.a.) “Ali olmasaydı, Ömer helak olurdu.” sözü meşhurdur.
Hz. Ali (r.a.) halife olduğunda da ilimsiz geçilemeyecek çok fırtınalı ve zor bir zamanda bu emaneti devralmış ve bu zor fitne döneminde İslam ümmetine ilmi ve takvasıyla başarıyla reislik yapmıştır. Yoksa, İslam âleminde çok daha keskin kırılmalar, ayrılmalar veya dağılmalar yaşanabilirdi…
Malum, o dönemde, dışarıdan gelme bir grup Medine’de günlerce kargaşa çıkarmışlardı. Sonra da isyancılar içerisinden birkaçı Hz. Osman’ın (r.a.) evine girip O’nu Kuran-ı Kerim okurken şehit etmişlerdi.
Hz. Ali (r.a.) halife olduğunda fitneciler hala da kol gezmekte ve daha büyük olaylara sebebiyet verebilecek güçteydiler. Önce Medine’de düzenin tesis edilmesi ve Hz. Osman’ı şehit edenlerin soruşturmayla nokta atışı belirlenip onlara kısas uygulanması gerekmekteydi. Hz. Ali efendimiz (r.a.) birçok sorunun yanı sıra bu konular üzerine de odaklanıyordu.
Malum, Yüce Dinimiz İslam’da başkasının işlediği bir katletme suçundan dolayı olayla doğrudan ilgisi olmayanların topluca cezalandırılması yöntemi yoktur. Dolayısıyla, konunun -tabiri caizse- bir detektif titizliğiyle incelenip gerçek fail /failler bulunduktan sonra ona / onlara kısasın tatbik edilmesi gerekiyordu. İslam’ın yüce prensiplerini temsil eden bu anlayış adalet-i mahza (tam adalet, kâmil adalet) olarak adlandırılmaktadır.
Bu noktada, çoğumuzun ana hatlarıyla bildiği olaylar yaşanır. Hz. Muaviye (r.a.) Şam valisi olarak Hz. Osman’ın (r.a.) kanını gerekçe göstererek yeni seçilen halife Hz. Ali’ye (r.a.) fiilen biat etmez ve daha sonra Cemel vakası ve Sıffin savaşı yaşanır.
Bu konuyu çok iyi bilen çok değerli âlim bir ağabeyimizden dinlemiştim. Bu konuda İslam âlimlerinin hepsi istisnasız Hz. Ali’yi (r.a.) haklı bulmuşlardır. Zaten Peygamberimiz aleyhisselamın’ın daha önce aktardığımız üzere Hz. Zübeyr’e (r.a.) hitabı da bu yöndedir. Cemel vakasında Hz. Zübeyr de (r.a.) bu olayı hatırlayınca hemen Hz. Ali (r.a.) ile savaşmaktan vaz geçmiştir.
Bu konuda, detayları başka ortamlara bırakarak, burada sadece şunu belirtelim. Hz. Ali (kerremallahu vecheh) Hz. Osman’ın (r.a.) kanını dava eden Hz. Muaviye’ye (r.a.)bir mektubunda isyancılar Medine’de kargaşa çıkarmışken Şam Valisi olarak emrinde birçok asker olmasına rağmen neden Hz. Osman’ın (r.a.) yardımına gelmediğini sormuştur.
Burada, Hz. Osman’ın hilm sahibi tabiatı ve tavrı elbette biliniyor ama bu fitne ortamında, günler süren ve giderek kötüleşen bir kargaşada çok önemli bir Valinin hızlı müfrezelerle onun yardımına gelmiş olması gereğine dikkat çekiliyordu. Nitekim Medine’deki kargaşada durum iyice kötüleşince, Hz. Ali efendimiz (r.a). Hz. Hasan (r.a.) ve Hz. Hüseyin’i (r.a.) saldırı ihtimaline karşı Hz. Osman efendimizin(r.a.) evinin önünde nöbet tutmaya göndermişti. Ama az sayıda insanın sınırlı nöbeti nerede, bir ordunun sağlayabileceği asayiş nerede?
Burada yazımızı uzatmak ve biraz konu dışına çıkmak pahasına -önemine binaen-Kerbela faciasına da kısaca değinelim. Kerbela faciası Müslümanların kendi aralarındaki bir çatışma değil, insanlık tarihindeki en zalim ve sefih güruhlardan birisiyle Hz. Hüseyin (r.a.) ve yanındaki mazlum Müslümanların mücadelesidir. Bütün Müslümanların Kerbela’da safı bellidir ve herkes Hz. Hüseyin’in (r.a.) yanındadır. Kerbela faciasından Müslümanlara yönelik menfi duygular çıkmaz, çıkarsa da bu en başta Hz. Hüseyin’in (r.a.) eşsiz duruşuna aykırı olur. O bu çileye Allah için katlanmıştı.
Dolayısıyla, o dönemde yaşananları şimdi kendimiz için bir ders olarak görmeliyiz. Biz o zorlu ortamlarda bulunsaydık, ne kadar savrulabileceğimize dair ben kendi nefsim adına hiç bir şey diyemiyorum. Rabbimiz taşımayacağımız yüklerden hepimizi muhafaza buyursun.
Hz. Ali (kerremallahu vecheh) halifeliği sırasınca harici fitnesi gibi büyük bir sorunla da uğraşmıştır. İslam âlemi o dehşetli fitnelerden bu kadar az yara alarak çıkabildiyse, bunun en önemli vesilelerinden birisi de Hz. Ali’nin ilmi ve dirayetidir.
Bu uzun girişten sonra, Hz. Ali Efendimizin yönetimdeki ilmini de gösteren birkaç örnekle bugünkü yazımızı tamamlayalım.
Hz. Ali’nin Devlet Adamlarına Öğütleri
Hz. Ali’nin (r.a.) yönetim ilmindeki dirayetini gösteren en önemli belge O’nun Mısır Valisi Melik bin Eşter’e (r.a.) yazdığı uzun mektuptaki tavsiyeleridir.
Bu mektup “Hz. Ali’den Devlet Adamlarına Öğütler” adıyla birçok kez yayınlanmıştır. Kitaplaştırılan bu mektubun günümüz Türkiye’sinde de çok ciddi izleri vardır ama bunun detaylarına sonraki yazılarımızda yer vermeye çalışacağız.
Hz. Ali (r.a.), mektubunda Hz. Malik bin Eşter’e şöyle diyor:
“Toplum adaletle düzelir.”
Müthiş bir söz. Bu sözden, adaletin olmadığı yerlerde toplumsal düzelmenin, içtimai felahın ne kadar zor hatta imkânsız olduğunu da anlıyoruz.
Hz. Ali (r.a.) yine Valisine “Toplumun rızasını esas al.” diyor. Ve şöyle devam ediyor:
“Öyle işleri tercih et ki bunlar hem orta yolu koruyan hem de adaleti yayan işler olsun ve halkın genelini memnun etsin.
Halkın çoğunluğu memnun olmadıktan sonra bazılarının memnun olması bir anlam ifade etmez. Seçkin bir azınlığın kızgınlığıysa toplumun rızası içinde kaybolur.
Para ve makam düşkünü şımarık kodamanlar kadar iyi günlerde yük, kötü günlerde desteği görülmeyen, adaletten hoşlanmayan, istemekten usanmayan, verilince kıymet bilmeyen, verilmeyince hâline razı olmayan, sıkıntılara katlanmayan ve kusurları için özür dilemeyen bir topluluk yoktur.
Halbuki Müslüman toplumun direği halkın çoğunluğudur. Dini ve devleti bu çoğunluk korur, düşmanla bu çoğunluk savaşır. O yüzden sen her zaman samimiyetle halka yönel, onların refahını sağlamaya çalış.”
Hz. Ali (r.a.) efendimiz bu sözleriyle bugüne de ışık tutan eşsiz umdeleri, prensipleri dile getirmiştir. İnsanlığın mutlu ve huzurlu olduğu dönemlerde zaten bu ilkelere riayet edilebilen vakitlerdir.
Ama dünyada şu anda ne yazık ki Hz. Ali’nin (r.a.) sakındırdığı hâlin izleri çok görülüyor. Dünyadaki birçok sorunun kaynağı da bu zaten.
Çoğunluğun sesi arasında kızgınlığı kaybolacak “para ve makam düşkünü şımarık kodamanlar” zamanla seslerini organize olarak daha çok ve daha çok çıkarmaya başlamışlar.
Ve neticede… Şu anda ne yazık ki zümrelerin “hâkim” olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bunlar işin ehli oldukları için değil güçlü ve organize oldukları ve toplumu etkileyebilecek araçları geliştirdikleri için süreçlere çoğu zaman hâkimler.
Bu açmazı aşmanın önemli bir çaresi de mektupta da belirtildiği üzere “toplumun direği olan halkın çoğunluğunun” refahının hedeflenmesi. Zaten Hz. Ali’nin de (r.a.) dediği gibi zor zamanlarda yönetimlerin yanında duracak olanlar da halkın çoğunluğudur.
Halkının mutluluğuna ve huzuruna vesile olabilen yöneticilere ne mutlu!
Allah’a emanet olun.