Haylaz Umut! Sen O Geçmişi Kaybettin…

250 kez görüntülendi.

Mehmet Hakan KEKEÇ – 13 Temmuz 2024

 

İznik’te bir duvarda şöyle bir yazı görmüştüm: Atatürk ile Afet İnan İznik’e gelmişler. Herhalde 1935 senesi… Afet hanım, şehri gezmek için Atatürk’ten izin istemiş. Atatürk de Afet hanımın bu isteği üzerine -mealen aktarıyorum- şöyle demiş: “Gezin. Fakat burada o aradığınız İznik’i göremeyeceksiniz. Zira tarihi İznik toprağın altında kalmıştır.”

Doğru söze ne denir… İznik’te her şeyi görebilirsiniz, ama İznik’i göremezsiniz. Asırlar içerisinde katman katman o antik şehir yok olmuştur. Ama bütün suçu katmanları oluşturan ‘zaman’a da atamazsınız: Bu şehir hiçbir vakit gerekli ehemmiyeti görmemiştir ve ağırlığına uygun bir bediî zevkle yönetilmemiştir (Bu yazıda bunun bir emsalini göreceksiniz).

Yine de haylaz umut; her yaz bir kere İznik’e giderim. Bu yaz da gittim. Niyetim aslında defnedildiği yer tescillenerek, türbesi ile etrafında çevre düzenlemesi yapılan Dâvûd-i Kayserî’yi ziyaret etmekti. Ekberî geleneği Osmanlı topraklarına getiren ve devletin ilk müderrisi olan bu mübareğin ‘güzelleşmiş’ kabri şerifini görmek beni mutlu edecekti. Buradaki mutluğun kaynağı salt temaşa da olmayacaktı: Nihayetinde bu bir ‘ihya’ projesiydi. Birileri bu ihya denilen mücevherin kıymetini yoksa anlamış mıydı?

Osmanlı kaynaklarının ‘İznik’te Yeşil Cami’nin karşısındaki çınarın, medresenin civarlarına defnedildi‘ şeklinde tarif ettiği kabrin yerini mezkur düzenlemeden evvel de biliyordum. Koca gövdeli yaşlı bir ağacın altında hiçbir yazı/tarif bulunmayan bir kabir vardı. Sözde bir parkın içerisindeydi. Etrafını pislik götüren, köpeklere yuva olan, çocukların -bilmeden- kabrin üzerinde oynadığı bir park. Paslanmış bir tabela yerde oradan oraya sürükleniyordu (Sonrasında yere epey uydurma bir taş kondu. Bir ‘umursamaz belediyecilik’ örneği olarak Türkçesi de felaketti). 08.08.2022 tarihinde konu hakkında X hesabımdan paylaşım yapmıştım.

geçmiş

Yedi Tuğla Sahibidir

Dâvûd-i Kayserî’nin mezarının bulunduğu alana dair belgelerin sunulması ve Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğünce kabul ettirilmesi sürecinde büyük emeği olan Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hasan Basri Öcalan’ın Anadolu Ajansı’na verdiği bilgilerden iktibas ediyorum:

Eğitimine Kayseri’de başlayan Dâvûd-i Kayserî, daha sonra İslam dünyasının en önemli ilim merkezlerinden Mısır’a gidiyor. Mısır’dan sonra tekrar Anadolu’ya dönüyor. Bu dönem, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarına tekabül eder. Orhan Gazi, 1331’de İznik’i fethedince burada bir medrese yapıyor ve o dönemde 60-70 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğimiz Davud-i Kayseri’yi davet ediyor. Bu davet, çok anlamlıdır. Dâvûd-i Kayserî, sadece dini ilimlerde fıkıh, kelam, tefsir, tasavvuf değil, aynı zamanda akli ilimler dediğimiz astronomi gibi ilimlerde de ‘yedi tuğla’ sahibidir… Orhan Gazi, İznik’te yaptırdığı medresenin başına Dâvûd-i Kayserî’yi getirip yevmiye 30 akçeyle müderris tayin ediyor.

Ekberî geleneğin Osmanlı’daki ilk temsilcisi olmakla birlikte aynı zamanda bir Füsus şerhi de olan Dâvûd-i Kayserî’nin 1350’de vefat ettiğini ancak mezarının bugünlere ulaşamadığını belirten Hasan Basri hocamız, sözlerini şöyle sürdürüyor:

Son yıllara kadar mezarı bilinmiyordu. Buraya gelenler, Dâvûd-i Kayserî’nin mezarı yerine, ‘Bu çınar ağacının altındadır’ diye bir tabelayla karşılaşıyordu. Orhan Gazi dönemindeki medresenin vakfiyesi ve diğer arşiv belgelerini inceledik, araştırdık. Gerçekten de mezarının yerinin şu anki yer olduğunun tespiti yapıldı. İznik Kaymakamlığı ve belediye vasıtasıyla bu belgeleri Bursa’daki Anıtlar Kuruluna gönderdik, orada tescil edildi. Tescil edilince etrafının açılması da gündeme geldi. Etraftaki yerler istimlak edilerek projelendirme yoluna gidildi. Bursa Büyükşehir Belediyesi, İznik Kaymakamlığı da devreye girerek, Dâvûd-i Kayserî’nin şanına yakışır şekilde bir türbe ve çevre düzenlemesi yapıldı.

Mezar Taşını Hattat Yazacaktı

Can alıcı noktaya ağır ağır geliyoruz:

Haberin yapıldığı günlerde epey ümitvar olduğu -vaatleri aktarmasından- anlaşılan Hasan Basri hoca, Dâvûd-i Kayserî’nin mezar taşının bugünlere ulaşmadığını ifade ederek, “Bununla ilgili bir çalışma yaptık. Dâvûd-i Kayserî’nin hayatını kısaca ifade eden cümlelerle mezar taşı kitabesi yazdık ve bunu bir hattata verdik. Hattat yazıp mermere işledikten sonra yerine konulacak ve böylece Dâvûd-i Kayserî’nin şanına yakışır, o dönemin klasik mezar taşı üslubuna uygun olarak yapılacak.” dedi.

Dâvûd-i Kayserî ziyaretimde işte bu bahsi geçen Dâvûd-i Kayserî’nin şanına yakışır mezar taşını da görmeyi umuyordum. Evet… Bir taş yapılmıştı… Yaklaştım. Önce bir şaşkınlık. Sonra kızgınlık. Bilgisayar hattıyla yazılmış epey uyduruk bir taştı. Yazılar okunmuyor. Harfler bir tuhaf. Fotoğraflarını çekip Hasan Basri hocaya gönderdim. İnanamayıp birkaç fotoğraf daha istedi. Sonrasında ancak “yazık…” diyebildi. Başka ne denebilir ki? Sahiden yazık.

Türkiye’de kimsenin umursamadığı inceliklere bir ömür veren, yıllarını harcayan, o inceliğe dair hayaller kuran ve kendinden çok şey veren insanlar var. İmkanları ölçüsünde çalışıyor ve “ne kaybettiğini hatırla?” dercesine o inceliklere dair kalıntıları yaşatmaya gayret ediyorlar. Dâvûd-i Kayserî’nin İznik’teki kabrini ihya etmek de böylesine bir ‘incelik’ arayışının ve duyarlılığın meselesi olabilirdi ancak. Nihayetinde ortaya çok güzel bir iş çıkmak üzereydi… Osmanlı’nın bu ilk müderrisine yaraşır bir şeyler olacaktı… Herhalde… Ama olmadı… Bursa’nın, taht-ı kadim  Bursa daha da taşra olsun, neşvesini, farkını, tarihini, estetiğini her gün biraz daha kaybetsin diye oldukça gayretli olan yerel idarecileri (bunları parti ayırmaksızın söylüyorum, zira taşralı umursamazlığı memleketimizin genel bir problemi) hatla yazılmış güzel bir şahideyi Dâvûd-i Kayserî’ye çok gördü.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.

250 kez görüntülendi.
mehmet hakan kekeç

Mehmet Hakan KEKEÇ – 13 Temmuz 2024

 

İznik’te bir duvarda şöyle bir yazı görmüştüm: Atatürk ile Afet İnan İznik’e gelmişler. Herhalde 1935 senesi… Afet hanım, şehri gezmek için Atatürk’ten izin istemiş. Atatürk de Afet hanımın bu isteği üzerine -mealen aktarıyorum- şöyle demiş: “Gezin. Fakat burada o aradığınız İznik’i göremeyeceksiniz. Zira tarihi İznik toprağın altında kalmıştır.”

Doğru söze ne denir… İznik’te her şeyi görebilirsiniz, ama İznik’i göremezsiniz. Asırlar içerisinde katman katman o antik şehir yok olmuştur. Ama bütün suçu katmanları oluşturan ‘zaman’a da atamazsınız: Bu şehir hiçbir vakit gerekli ehemmiyeti görmemiştir ve ağırlığına uygun bir bediî zevkle yönetilmemiştir (Bu yazıda bunun bir emsalini göreceksiniz).

Yine de haylaz umut; her yaz bir kere İznik’e giderim. Bu yaz da gittim. Niyetim aslında defnedildiği yer tescillenerek, türbesi ile etrafında çevre düzenlemesi yapılan Dâvûd-i Kayserî’yi ziyaret etmekti. Ekberî geleneği Osmanlı topraklarına getiren ve devletin ilk müderrisi olan bu mübareğin ‘güzelleşmiş’ kabri şerifini görmek beni mutlu edecekti. Buradaki mutluğun kaynağı salt temaşa da olmayacaktı: Nihayetinde bu bir ‘ihya’ projesiydi. Birileri bu ihya denilen mücevherin kıymetini yoksa anlamış mıydı?

Osmanlı kaynaklarının ‘İznik’te Yeşil Cami’nin karşısındaki çınarın, medresenin civarlarına defnedildi‘ şeklinde tarif ettiği kabrin yerini mezkur düzenlemeden evvel de biliyordum. Koca gövdeli yaşlı bir ağacın altında hiçbir yazı/tarif bulunmayan bir kabir vardı. Sözde bir parkın içerisindeydi. Etrafını pislik götüren, köpeklere yuva olan, çocukların -bilmeden- kabrin üzerinde oynadığı bir park. Paslanmış bir tabela yerde oradan oraya sürükleniyordu (Sonrasında yere epey uydurma bir taş kondu. Bir ‘umursamaz belediyecilik’ örneği olarak Türkçesi de felaketti). 08.08.2022 tarihinde konu hakkında X hesabımdan paylaşım yapmıştım.

geçmiş

Yedi Tuğla Sahibidir

Dâvûd-i Kayserî’nin mezarının bulunduğu alana dair belgelerin sunulması ve Bursa Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu Müdürlüğünce kabul ettirilmesi sürecinde büyük emeği olan Bursa Uludağ Üniversitesi (BUÜ) Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölüm Başkanı Prof. Dr. Hasan Basri Öcalan’ın Anadolu Ajansı’na verdiği bilgilerden iktibas ediyorum:

Eğitimine Kayseri’de başlayan Dâvûd-i Kayserî, daha sonra İslam dünyasının en önemli ilim merkezlerinden Mısır’a gidiyor. Mısır’dan sonra tekrar Anadolu’ya dönüyor. Bu dönem, Osmanlı Devleti’nin kuruluş yıllarına tekabül eder. Orhan Gazi, 1331’de İznik’i fethedince burada bir medrese yapıyor ve o dönemde 60-70 yaşlarında olduğunu tahmin ettiğimiz Davud-i Kayseri’yi davet ediyor. Bu davet, çok anlamlıdır. Dâvûd-i Kayserî, sadece dini ilimlerde fıkıh, kelam, tefsir, tasavvuf değil, aynı zamanda akli ilimler dediğimiz astronomi gibi ilimlerde de ‘yedi tuğla’ sahibidir… Orhan Gazi, İznik’te yaptırdığı medresenin başına Dâvûd-i Kayserî’yi getirip yevmiye 30 akçeyle müderris tayin ediyor.

Ekberî geleneğin Osmanlı’daki ilk temsilcisi olmakla birlikte aynı zamanda bir Füsus şerhi de olan Dâvûd-i Kayserî’nin 1350’de vefat ettiğini ancak mezarının bugünlere ulaşamadığını belirten Hasan Basri hocamız, sözlerini şöyle sürdürüyor:

Son yıllara kadar mezarı bilinmiyordu. Buraya gelenler, Dâvûd-i Kayserî’nin mezarı yerine, ‘Bu çınar ağacının altındadır’ diye bir tabelayla karşılaşıyordu. Orhan Gazi dönemindeki medresenin vakfiyesi ve diğer arşiv belgelerini inceledik, araştırdık. Gerçekten de mezarının yerinin şu anki yer olduğunun tespiti yapıldı. İznik Kaymakamlığı ve belediye vasıtasıyla bu belgeleri Bursa’daki Anıtlar Kuruluna gönderdik, orada tescil edildi. Tescil edilince etrafının açılması da gündeme geldi. Etraftaki yerler istimlak edilerek projelendirme yoluna gidildi. Bursa Büyükşehir Belediyesi, İznik Kaymakamlığı da devreye girerek, Dâvûd-i Kayserî’nin şanına yakışır şekilde bir türbe ve çevre düzenlemesi yapıldı.

Mezar Taşını Hattat Yazacaktı

Can alıcı noktaya ağır ağır geliyoruz:

Haberin yapıldığı günlerde epey ümitvar olduğu -vaatleri aktarmasından- anlaşılan Hasan Basri hoca, Dâvûd-i Kayserî’nin mezar taşının bugünlere ulaşmadığını ifade ederek, “Bununla ilgili bir çalışma yaptık. Dâvûd-i Kayserî’nin hayatını kısaca ifade eden cümlelerle mezar taşı kitabesi yazdık ve bunu bir hattata verdik. Hattat yazıp mermere işledikten sonra yerine konulacak ve böylece Dâvûd-i Kayserî’nin şanına yakışır, o dönemin klasik mezar taşı üslubuna uygun olarak yapılacak.” dedi.

Dâvûd-i Kayserî ziyaretimde işte bu bahsi geçen Dâvûd-i Kayserî’nin şanına yakışır mezar taşını da görmeyi umuyordum. Evet… Bir taş yapılmıştı… Yaklaştım. Önce bir şaşkınlık. Sonra kızgınlık. Bilgisayar hattıyla yazılmış epey uyduruk bir taştı. Yazılar okunmuyor. Harfler bir tuhaf. Fotoğraflarını çekip Hasan Basri hocaya gönderdim. İnanamayıp birkaç fotoğraf daha istedi. Sonrasında ancak “yazık…” diyebildi. Başka ne denebilir ki? Sahiden yazık.

Türkiye’de kimsenin umursamadığı inceliklere bir ömür veren, yıllarını harcayan, o inceliğe dair hayaller kuran ve kendinden çok şey veren insanlar var. İmkanları ölçüsünde çalışıyor ve “ne kaybettiğini hatırla?” dercesine o inceliklere dair kalıntıları yaşatmaya gayret ediyorlar. Dâvûd-i Kayserî’nin İznik’teki kabrini ihya etmek de böylesine bir ‘incelik’ arayışının ve duyarlılığın meselesi olabilirdi ancak. Nihayetinde ortaya çok güzel bir iş çıkmak üzereydi… Osmanlı’nın bu ilk müderrisine yaraşır bir şeyler olacaktı… Herhalde… Ama olmadı… Bursa’nın, taht-ı kadim  Bursa daha da taşra olsun, neşvesini, farkını, tarihini, estetiğini her gün biraz daha kaybetsin diye oldukça gayretli olan yerel idarecileri (bunları parti ayırmaksızın söylüyorum, zira taşralı umursamazlığı memleketimizin genel bir problemi) hatla yazılmış güzel bir şahideyi Dâvûd-i Kayserî’ye çok gördü.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.