Hamas’ın Ortadoğu’yu değiştiren saldırısı
ve Türkiye’nin dengeleri sarsan stratejisi
Bercan TUTAR – 30 Ekim 2023
7 Ekim’deki Hamas taarruzu sadece aşılamaz denilen İsrail’in güvenlik sistemini felç etmekle kalmadı ABD’nin İsrail’in güvenliğine endeksli Ortadoğu stratejisini de darmadağın etti.
Hamas’tan yediği darbenin şokunu atlatır atlatmaz İsrail, Gazze’ye yönelik yeni soykırım ve katliam saldırısına girişti. Şu ana kadar İsrail, 24 gündür aralıksız süren vahşi bombardımanda kentin yarısını yerle bir ederek çocuk ve kadın ayrımı yapmadan 8 bini aşkın masum sivili hunharca katletti, 20 binden fazla sivili de ağır şekilde yaraladı.
Tam bir Ortaçağ ablukası uygulayarak ve altyapıyı acımasızca bombalayarak bütün savaş ve insanlık suçlarını işleyen İsrail, dünya kamuoyunun desteğini tamamen kaybetti.
Yükselen küresel kamuoyu dalgasının hedefindeki İsrail, denilebilir ki daha Gazze’ye yönelik kara harekâtını başlatamadan Hamas’a karşı ağır bir psikolojik ve stratejik yenilgi aldı.
Bu bağlamda Hamas saldırısı, yalnızca Filistin-İsrail çatışmasının seyrini değil tüm Ortadoğu’nun dinamiklerini de değiştirdi. ABD’nin bölgedeki gerilimi azaltma stratejisini darmadağın etti, Arap hükümetlerini ve İran’ı zor durumda bıraktı. Ancak Türkiye’nin Gazze’deki masumları savunan insani diplomasisi ve Hamas’ı bir terör örgütü diye niteleyen Batı’nın sömürgeci terminolojisini reddedip Hamas’ı Filistin halkının özgürlüğü için mücadele eden bir kurtuluş hareketi şeklindeki tanımı bölgedeki emperyalist vesayet dengesini kökten sarstı.
Zira eski emperyal dehşet dengesi ‘divide and rule’ yani ‘ böl ve yönet’ kıskacına dayanıyordu. Yeni ve post-modern emperyal strateji ise ‘define and rule’ yani ‘tanımla ve yönet’ stratejisine dayanıyor.
Bu bakımdan Türkiye’nin Batı’nın narkotik ve sömürgeci dili yerine kendi retoriğini devreye sokması tarihi bir aşamadır.
Hamas’ın başarılı Aksa Tufanı operasyonu ayrıca Çin ile Rusya’nın Ortadoğu denklemine daha fazla müdahalesine kapıyı da açtı.
Afganistan’dan apar topar çekilen Joe Biden yönetimi son üç yıldır Ortadoğu’daki müdahalesini sınırlamaya ve “Asya’ya dönüşün” bir parçası olarak Çin’e odaklanmaya çalışan bir görüntü veriyordu.
ABD bunu yapmak için Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesini kolaylaştırarak ve İran’la gerilimi düşürerek bölgedeki gerilimleri ‘soğutmayı’ umuyordu. Ayrıca Hindistan, Ortadoğu ve Avrupa’yı birbirine bağlayacak bir ekonomik koridor kurarak bölgedeki Çin nüfuzuna meydan okumayı ve Hindistan’ın nüfuzunu artırmayı umuyordu.
ABD’ ve Avrupa’nın projesi iki bölümden oluşuyordu: İlki Hindistan’ı Arap Körfez ülkelerine bağlayacak bir doğu koridoru ve Körfez ülkelerini Türkiye’yi ‘by pass’ ederek Ürdün ve İsrail üzerinden Avrupa’ya bağlayacak bir kuzey koridoru. Bunun ABD’nin Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi’ne alternatif olması planlanıyordu.
Hamas’ın saldırısı bütün bu projelere üç açıdan ağır darbeler indirdi.
Birincisi, ABD’nin ihtiyaçları için planladığı yeni bölgesel güvenlik şemsiyesinin açılmasını engelleyerek İsrail ile Suudi Arabistan arasındaki normalleşme sürecini daha başlamadan dondurdu.
İkincisi, saldırılar aynı zamanda ABD’nin DEAŞ’a karşı savaştan bu yana en büyük askeri takviyeyi yapmasına yol açarak Pentagon’un bölgedeki askeri varlığını sözde azaltma politikasını ters yüz etti.
ABD, bir uçak gemisini Doğu Akdeniz’e konuşlandırırken diğerini de Körfez’e gönderdi. Buna ek olarak 100’den fazla uçağın yanı sıra Tomahawk füzeleriyle donatılmış kruvazörler, muhripler ve denizaltılar gönderdi bölgeye. ABD, bu askeri yığınağın gerekçesini “üçüncü bir tarafın İsrail’e karşı yeni bir cephe açmasını engellemek” şeklinde açıkladı. Asıl amaç ise “en akıllı yatırımımız” dediği İsrail’i korumak bahanesiyle Ortadoğu ve Akdeniz’i yeniden dizayn ederek bölgede son dönemlerde nüfuzu artan Türkiye başta olmak üzere Rusya ve Çin’in stratejilerini baltalamak.
Üçüncüsü, ABD’nin İran’la gerilimi düşürme çabaları sona erdi. Sadece bir ay önce iki ülke, mahkûm takası ve 6 milyar dolar değerindeki dondurulmuş İran varlığının serbest bırakılması konusunda uzlaşmıştı. Anlaşmanın İran’ı, Suriye ve Irak’taki milislerini ABD kuvvetlerine karşı daha fazla saldırı düzenlemekten alıkoymaya teşvik edeceği umuluyordu.
Fakat Hamas saldırısı sonrası Ortadoğu’daki bütün bu gelişme tablosu ters yüz oldu. Suriye ve Irak’taki İran yanlısı silahlı gruplar, ABD askeri üslerine saldırılar düzenleyerek çok sayıda ABD personelini yaraladı. ABD’li yetkililer ayrıca Kızıldeniz’in kuzeyindeki ABD kuvvetlerinin, Husilerin Yemen’e fırlattığı insansız hava araçlarını ve füzeleri ele geçirdiğini de iddia etti.
İsrail’in Filistinli sivilleri ayrım gözetmeksizin katletmesi Arap kamuoyunu kızdırdı ve Arap hükümetlerine Filistinlilerle dayanışma yönünde harekete geçmeleri yönünde baskı oluşturdu. Zaten kamuoyunun ağırlığının Arap liderlerini ABD’nin isteklerine karşı çıkmaya ittiğine dair işaretler var.
17 Ekim’de İsrail’in El Ehli Baptist Hastanesi’nde işlediği katliam, BAE ve Bahreyn de dâhil olmak üzere Arap ülkelerinden sert kınamalara yol açtı. Ülkesi 1994 yılında İsrail ile barış anlaşması imzalayan Ürdün Kralı II. Abdullah bile 21 Ekim’de Kahire Barış Zirvesi’nde İsrail politikalarını kınayan bugüne kadarki en sert ve eleştirel konuşmasını yaptı.
Gazze’deki durumu tartışmak üzere 24 Ekim’de yapılan BMGK oturumu sırasında, hepsi ABD’nin yakın müttefikleri olan Mısır, Ürdün ve Suudi Arabistan dışişleri bakanları, İsrail’i güçlü bir şekilde kınadılar ve derhal ateşkes çağrısında bulundu. Bir gün sonra BAE, Çin ve Rusya ile birlikte ABD’nin savaşın durdurulmasını içermeyen kararını veto etti.
Şimdilik ABD yanlısı Arap hükümetleri halkın öfkesini bastırmak için güçlü söylemlere başvuruyor. Ancak İsrail Gazze’ye yönelik ölümcül saldırısına devam ederse, sözler yeterli olmayacak. İsrail ile normalleşmeyi tersine çevirerek harekete geçmek zorunda kalacaklar ki bu da ABD’nin uzun vadeli Ortadoğu yatırımını temellerinden sarsacaktır.
Arap liderlerin Filistinlileri korumaya yönelik eylem eksikliği, Türkiye’nin İslam dünyası ve Ortadoğu’daki liderlik dinamiklerini daha da güçlendirirken yeni bir bölgesel denklemin oluşmasını da hızlandırabilir.
ABD’nin Gazze’deki İsrail zulmüne verdiği destek paradoksal biçimde hedef alınan Türkiye’nin bölgedeki gücünü daha da artırırken Batı müttefiki Arap rejimlerinin statükosunu ise baltalıyor.
İran da farklı nedenlerle de olsa kendisini zor durumda buluyor. İran liderliği Hamas’ın 7 Ekim saldırısını övdü ancak bunda herhangi bir rol oynadığını reddetti ve gereken adımları atmakta gecikti. İsrail ve Batı’nın soykırımlarına karşı en etkili küresel itirazı yine Türkiye yaptı.
Tahran, bir yandan Hamas’ı desteklerken bir yandan da İsrail ya da müttefiki ABD ile doğrudan bir çatışmaya sürüklenmemeye çalışarak bıçak sırtı denilen fakat temelde ‘iki yüzlü’ bir strateji izliyor.
Öte yandan ABD’nin Ortadoğu’da yeni bir çatışmaya dâhil olması ve Arap ülkeleriyle ittifaklarının zayıflaması Moskova ve Pekin’e bir çok stratejik avantaj sunuyor.
Her iki ülke de ABD’nin son yirmi yılda Büyük Ortadoğu’ya yaptığı kanlı müdahalelerden yararlandı. ABD öncülüğündeki “teröre karşı savaş” ABD’nin bölgedeki duruşuna zarar verdi ve Müslüman ülkeler arasında Rusya ve Çin’e yönelik işbirliklerini teşvik etti. Aynı zamanda ABD’yi Ortadoğu’da meşgul ederek iki büyük güce kendi mahallelerindeki nüfuzlarını sağlamlaştırmaları için alan açtı.
Rusya ve Çin, ancak Büyük Ortadoğu’dan çekilip “Asya’ya dönme” ve NATO ittifakına daha fazla odaklanma olanağı sağladıktan sonra ABD baskısını hissetmeye başladı. ABD, ayrılmayı çok istediği bölgeye tekrar sürüklendikçe Rusya ve Çin’in kendi hinterlandlarını istediği gibi dizayn etme imkânları daha da atacaktır.
Ayrıca ABD’nin İsrail’in Gazze’de Filistinli sivillere yönelik katliamlarına verdiği koşulsuz destek, İsrail’in İslam dünyasındaki konumunu daha da zayıflatarak Rusya ve Çin’in zemin kazanmasına olanak tanıyacak. İki ülke, Gazze’deki savaşta derhal ateşkes çağrısında bulunarak ABD’yi “yıkıcı” çatışmadan sorumlu tuttu. Görünüşe göre ABD kendi ayağına kurşun sıkıyor. Çin ve Rusya’yı Ortadoğu’da kontrol altına almak yerine, onların konumlarını güçlendirmelerine ve Hindistan-Ortadoğu-Avrupa ekonomik koridoru da dâhil olmak üzere bölgeye yönelik planlarını engellemelerine yardımcı oluyor.
Gerçekten de Hamas’ın 7 Ekim’de İsrail’e saldırısı Ortadoğu’da dinamiklerin değişmesini tetikledi. Bu değişimin boyutu ABD’nin İsrail’i dizginleme yeteneği ve isteği tarafından belirlenecek. İsrail hükümetine Gazze’deki savaşı durdurması, ablukayı kaldırması ve Filistinlilerle müzakerelere başlaması yönünde baskı uygulamadığı sürece tüm bölge alevler içinde kalabilir.
Çatışmanın Lübnan, Suriye, Yemen ve Irak’ı kapsayacak şekilde genişlemesi ve Arap dünyasının geri kalanında kitlesel ayaklanmaları tetiklemesi ihtimali hâlâ güçlü bir seçenek olarak bütün bölgesel ve küresel aktörleri kaygılandırmaya devam ediyor. Böyle bir bölgesel savaş veya kaos patlaması, sadece ABD’nin bölgesel ittifaklarına zarar vermekle kalmayacak, aynı zamanda Rusya ve Çin’in bölgeye daha derin müdahalesine de kapıyı ardına kadar açık bırakacaktır.
Fakat bütün bu aktüel ve olası gelişmeler bölgenin artık eskisi gibi olamayacağını, Ortadoğu’daki emperyalist statükonun temellerinden sarsılacağını gösteriyor. Bütün veri ve gelişmeler İsrail ve ABD’nin hegemonik gücündeki erozyonun daha çok artacağına işaret ediyor. Can havliyle saldırmalarının ve barbarlıkta sınır tanımamaları biraz da yaklaşan ecellerini görmelerinden kaynaklanıyor.
Hamas’ın saldırısından sonra harekete geçen bölgesel ve küresel dinamikler her açıdan Ortadoğu’da ve dünyada Türkiye rüzgârının daha gür ve daha etkili eseceği yeni bir dönemi müjdeliyor… Türkiye’nin güçlü bir şekilde denkleme dâhil olması bütün dengelerin ülkemizin, Müslümanların ve insanlığın çıkarlarına göre adil biçimde yeniden kurulacağı anlamına geliyor…