Mehmet Hakan Kekeç

Hem edebiyat, hem de siyasi tarih sahasında çalışmalar yapan ya da salt amatör bir merakla bu konulara eğilen hemen herkesin tanıması gereken bir isimden bahsedeceğim bu yazımda: Germiyanlı Şeyhî.

Eserleri, aldığı övgüler, Çelebi Mehmed’e hekim olarak hizmet etmesi ve II. Murad zamanına kadar Germiyanlılar ile Osmanlılar arasında adeta bir köprü gibi ilişkileri güçlendirmesi; Şeyhî’nin yaşadığı dönemde calib-i nazar-ı dikkat olduğuna şüphe bırakmıyor. Peki, ya bugün? Şeyhî’yi hakkıyla tanıyanlar bir elin parmağını geçer mi?

Yazımıza Enisî’den bir menkıbe ile başlayalım:

*

Akşemseddin, bir nice sûfiler ile halvette sülûk edip murâkabe ve müşâhedeye şugl edip (meşgul olup) otururken nâgah (aniden):

“Aferin behey Germiyan Türkü!” dedi ve yine sükût eyledi.

Halvetten çıkdıktan sonra şeyh hoş-hâtır olduğu zamanda halvette olanların biri şeyhe “Aferin Germiyan Türkü!” dediğinden suâl eyledi. Şeyh cevâb verip:

“Alem-i sülûkta merâtib-i ‘anâsırdan merâtib-i eflâke ‘urûc ettim. Dördüncü kat göğe çıktım, anda olan melâikeye emr olunmuş, bu beyti okurlar

Ey kemâl-i kudretin nefhinde âlem bir nefes
Vey celâl-i izzetin bahrında dünya keff ü hes

Bu beyti niçin okursunuz, dedim.

Eyitdiler (dediler):

Germiyan ilinde Şeyhî adlı bir şâir vardır. Bu beyti ol söyledi. Allâhu Teâlâ’ya hoş geldi. Bize buyurdu, bu beyti tespih eyledik.” [1]

*

Emir Hüseyin Enisî’nin yazdığı (müellif Enisî hakkında Göynüklü olduğu dışında bir bilgiye sahip değiliz [2] [3]) Manâkıb-ı Akşemseddin’de yer alan bu bölüme göre, dördüncü kat gökteki melekler “Germiyan Türk’ü Şeyhî’nin” bir beytini okumakta, hatta tespih etmektedir. Çünkü bu beyit Allah’a hoş gelmiştir. [4] [5]

Akşemseddin’in bu taltifi/muştusu ile başladığımız ‘Şeyhî’ yazımızın detaylarına girmeden evvel bilgi olsun: Artık herkesçe de malumdur ki, Akşemseddin, Hacı Bayram Velî’nin halifesi olarak bilinir. [6] Mühim Halvetî – Şabanî azizlerinden İbrahim Hâs Halvetî bu çok tekrarlanan bilgiyi “Şeyhü’ş-şüyûh Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri’nin halîfesidir.” cümlesiyle teyid eder. [7]

Menkıbede “Aferin!” ünlemesiyle anılan Şeyhî de (bu arada gerçek adı Yusuf Sinan’dır) kaynaklarda tıpkı Akşemseddin gibi Bayramî olarak geçer:

“Latîfî, Şeyhî’nin İran’dan Kütahya’ya dönerken Ankara’ya uğradığını ve Hacı Bayrâm-ı Velî’ye intisap ettiğini, Bursa’da Seyyid Nesîmî ile buluştuğunu söylemektedir (Tezkiretü’ş-şu‘arâ, s. 337). Daha sonraki çalışmalarda şairin bu sebeple ‘Şeyhî’ mahlasını aldığı ileri sürülmüş ve görüş kabul görmüştür.” [8]

Şeyhî’nin, Hurufî temayülü şüphesiz Seyyid Nesimî ile görüşmesi ilginçtir. Bu görüşmenin tarihi 1405 olarak geçer. Şeyh Hamid-i Velî Somuncu Baba’nın vefatı 1412 olduğuna göre [Haşim Şahin] Şeyhî’nin Hacı Bayram-ı Velî’ye intisabı hilafeti dönemine denk gelir. Yani Nesimî ile görüşmesi esnasında intisabı olup olmadığını tam olarak bilmiyoruz. Bu arada Şucaaddin-i Velî Velayetnamesi’nde [Yağmur Say] hem Nesimî hem de Hacı Bayram-ı Velî isimleri geçer. Seyitgazi’de yaşayan Şucaaddin-i Velî dönemin ehlullahı arasında en az Somuncu Baba kadar mühim bir yerdedir. Belki de Nesimî ile Şeyhî’nin tanışıklığını Bursa’dan daha da geriye götürmek gerekir. [İleri okuma için Irene Melikoff kitaplarına başvurulabilir].

*

Şeyhî’nin, Akşemseddin ile ortak/benzer tek noktası Hacı Bayram Velî dervişliği değildir. Şeyhî de tıpkı Akşemseddin gibi doktordur (göz doktoru). Lamiî Çelebi, Akşemseddin’in hekimliği konusunda şöyle diyordu:

“Ak Şeyhin (Akşemseddin) tabâbet-i sûrî ve ma’nevîsinde hiç söz yoktur. Hattâ derler ki yürüdükleri yerlerde otlar ana söyleyip, ‘Ben fülân maraza devâyım.’ derler idi. Lokman-ı vakt idi hikmette.” [9]

Burada bir parantez bilgi geçmek gerekir ki, kutbül müverrihîn merhum Halil İnalcık hocamızın, Akşemseddin’in hekimliği üzerinden vardığı “şaman” sonucu son derece isabetsizdir. Sûfilerin otacılığına Resûlullah’tan gelen ‘rukye’ nazarından bakmak daha sıhhatli neticelere vardıracaktır. [10]

İşte, Şeyhî de Bayramî olmasının ötesinde tıpkı Akşemseddin gibi kendisini hekimlik alanında geliştirmiş, hatta bu alanda büyük şöhrete kavuşmuştur.

*

Tıpkı Akşemseddin gibi hekim olan Şeyhî, Karaman seferi sırasında (1415) Sultan Çelebi Mehmed’in gözünü Ankara’da tedavi etmiş, Hekim Sinan ismiyle meşhur olmuştu. [11] Kütahya’da bu sırada bir attar dükkanı olan Şeyhî (İran’dan döndükten sonra, intisap ettiği mürşidi Hacı Bayram-ı Velî yanından, yani Ankara’da iken çağrıldı diyen de vardır), Sultan’ın tedavisinde başarı gösterince ‘hususi tabipliğe’ atandı ve Osmanlı’nın ilk reisü’l ettibbâsı yani hekimbaşısı oldu. [12]

İlginizi çekebilir!  ‘Rusya’nın 15 Temmuzu’nun Şifreleri

Sultan Çelebi Mehmed, tedavinin karşılığı olarak Şeyhî’ye ‘Dokuzlar’ ismindeki bir köyü de tımar olarak verdi. Şeyhî, köyü zaptetmek üzere Dokuzlar’a gittiyse de eski sahipleri tarafından burada dövüldü ve soyuldu. [13]

Şeyhî bu dayak ve soygun hadisesinden gayet müteessir olur ve Harnâme (Eşek) adlı bir mesnevî yazar. [14] Âşık Çelebi, mesnevînin Çelebi Mehmed’e verildiğini söyler. [15] Fakat Ali Nihad Tarlan Harnâme’de yer alan bir kasideden mesnevinin II. Murad’a verildiği sonucuna varır. Tahirü’l Mevlevî ise Tarlan’ın vardığı sonuca itiraz ederek Çelebi Mehmed bilgisinde ısrarcı olur. [16] Tahirü’l Mevlevî ayrıca Şeyhî’nin divanında Sultan Çelebi Mehmed hakkında övgüler olduğunu da iddia eder.

*

Hoca Sâdeddin, Çelebi Mehmed’i tedavi için gelen Şeyhî’yi tanıtırken “erbab-ı nazm” ifadesini de kullanıyor. Ki bu Şeyhî’nin 1415’ten önce şairliğinin de şöhret kazandığını gösterir.

Ahmet Atilla Şentürk’ün Şeyhî’nin şairliği konusunda verdiği bilgiler şöyledir:

“İlk eğitimine o devrin (14.yy son çeyreği kastediliyor) Anadolu’daki önemli kültür merkezlerinden Kütahya’da başladı. Bu arada şâir Ahmedî’den ders gördü… Genç yaşlarında eğitimini ilerletmek üzere İran’a gitti, burada tasavvuf-hikmet-tıp eğitimi gördü. Sehî’ye göre Seyyid Şeri-i Cürcanî ile sınıf arkadaşı oldu. O yıllar İran edebiyatında Kemâl-i Hocendî, Selmân-ı Sâvecî ve Hâfız-i Şirazî gibi büyük şairlerin yoğun olarak rağbet gördükleri bir devreyi oluşturduğundan, kendisi de bunlardan etkilenerek memleketinde döndü.” [17]

*

Andığımız kaynaklar, Şeyhî’nin Hacı Bayram-ı Velî’ye intisabını İran dönüşü olarak gösterirler. Zaten Çelebi Mehmed’i tedavi etmesi için de Sultan’ın yanına Ankara’da olduğu için çağrılmıştır. Fakat yine de kaynaklarda mütehâlif bilgiler olduğunu kabul etmek gerekir (Yukarıda, Kütahya’da attar dükkanı ile ilgilenirken çağrıldı bilgisini vermiştim).

İlginçtir ki Şeyhî’nin kendisi de gözlerinden hep rahatsızmış. Hem de çirkin bir adammış. Bir gün gözlerini muayene ettiren bir hasta, gözleri açılıp ilacını alıp gidecekken ilaç için verdiği para kadar daha para vermiş Şeyhî’ye ve “Şununla da kendi gözlerine ilaç yap” demiş. Taşköprüzade’ye göre Şeyhî bu nuktedan tavrı hep anar ve gülermiş. [18]

Gelelim Germiyan ile Osmanlılar arasındaki mühim vazifesine:

Germiyanoğlu II. Yakup 1428’de Edirne’yi ziyaret etti. Bu ziyarette Şeyhî, Germiyan Bey’i II. Yakup’un mihmandarıydı. [19] Bu mihmandarlık işinden Şeyhî’nin Germiyanoğlu ile Osmanoğlu arasındaki müsbet temaslarda köprü vazifesi gördüğü anlaşılır. Şeyhî’nin Osmanlı ile kurduğu yakın ilişkilerine rağmen Germiyan iliyle de temasının sürdüğü, 1429’da vefat eden II. Yakup’un ardından yazdığı mersiyeden anlaşılır.

*

Köprülü, Şeyhî’nin çağdaşlarına göre zarif bir dile, zengin bir hayale ve canlı bir tasvir kabiliyetine sahip bulunduğunu, dinî ilimler yanında İran edebiyatına da vâkıf olduğunu, Hâfız-ı Şîrâzî, Nizâmî-i Gencevî, Senâî, Ferîdüddin Attâr, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî gibi şair ve mutasavvıflardan etkilendiğini belirtir. [20]

Şeyhî’nin Husrev û Şirin mesnevisi en mühim eseri olarak görülüyor. 1421 – 1429 yılları arasında Sultan II. Murad’ın emriyle eseri Türkçeleştiren şâir, Nizâmî’nin Husrev û Şirin’i ile kıyaslandığında aslında esere birçok ekleme ve çıkarma yaptığı anlaşılıyor. [21] Ne tuhaftır ki, Şeyhî, Sultan’ın emriyle bu mesnevîyi yazsa da rakipleri ve hasetçileri nedeniyle refahtan uzak bir hayat yaşadığını anlatıyor.

“Latîfî Şeyhî’nin mesnevide övülecek bir üslûba sahip olduğunu, Husrev û Şirin’ine birçok nazîre yazıldığını, fakat hiçbirinin Şeyhî’nin yanına yaklaşamadıklarını ifade etmiştir.” [Halit Biltekin]

Sehî Beg’in Heşt Bihişt tezkiresinde Husrev û Şirin için şu beyitler kayıtlıdır:

Acem tonından ol mahbûbı soydı
Hemân dem Rûmî üslûbına koydı

Soyup egninden ol köhne pelâsın
Düzetdi Rûmî atlasdan libâsın*

* O güzeli (Husrev û Şirin’i) İran elbisesinden çıkarır çıkarmaz Anadolu üslûbunda giydirdi. Onun sırtındaki eski (köhne) giysiyi çıkardı ve elbisesini Anadolu ipeklisinden yaptı. [22]

İlginizi çekebilir!  Demokrasi Makyajının Ardındaki Oligarşi ve Olağan Şüpheliler

Tanpınar, Husrev û Şirin için söylenen en güzel sözün Sehî Beg’e ait olduğunu bildirir [23]

Burada, 15.yy ilk çeyreğinde Türkçe eser verilmesini (Farsçadan vazgeçilmesini) Sehî Beg’in “köhne elbiseden kurtulma” olarak ifade etmesi ilginçtir. Zira yaşadığı dönemde Sultan Yavuz Sultan Selim şiirlerini Farsça kaleme alıyordu. Belki de bunun nedenini Sehî Beg’in Şehzade Mahmud taraftarlığında aramak gerekir…

Sehî Beg’in benzetmesini Tezkire’yi neşreden Prof. Dr. Mustafa İsen’e sordum. Verdiği yanıtı aynıyla aktarıyorum:

“Bu sadece Sehî Beg’e özgü bir benzetme değil. Erken dönem şairlerini (Kudema) tanımlarken aynı benzetme yapılır. Şeyhî maddesi Künhü’l-Ahbâr’da da benzer şekilde anlatılır. Erken dönem şairleri iki grup. Bir kısmı Şeyhî ve Ahmed Paşa gibi Fars birikimini Türkçeye aktaranlar, bir de Necati Bey gibi yerel dili estetik yazı diline dönüştürme çabası… 16. yüzyılda Baki bunları mecz ederek klasik üslubu oluşturur.”

*

Klasik manada bir biyografi yazısı planlamadığımdan Şeyhî’nin doğum tarihi, gerçek adı (Yusuf Sinan), ailesi gibi mukaddem noktalara uzun uzun temas etmedim. Merak edenlere Faruk Kadri Timurtaş hocanın ‘Şeyhî’nin Hayatı ve Eserleri’ adlı mükemmel özeti faydalı ve yeterli olacaktır.

Sehî Beg’in en güzel sözlerle andığı Şeyhî’nin Menakıb-ı Akşemseddin’de de -yazının girişinde anlattığım- “meleklerin beytini tespih ettiği şair” olarak anılması, Türk Edebiyat tarihindeki müstesna yeri konusunda şüphe bırakmıyor. Germiyan ile Osmanlı arasındaki mühim rolü de salt edebi değil siyasi tarihimiz noktasında da Şeyhî’nin dikkat edilmesi gereken roller almış olabileceğini bize gösteriyor.

Ne yazık tarihimizin bu müstesna ismini pek tanımıyoruz, hoş, tanısak da neredeyse hiç anmıyoruz. Zaten Şeyhî de bir şiirinde gerçekleşen bir kehanet olarak karşılaştığı vefasızlıkları anlatıyor:

Yaşumdan ayru âhuma hem-dem bulınmadı
Sâyemden özge sırruma mahren bulınmadı

Âdem didükleri dem-i sıdk u safâ imiş
Âlemde ol dem ıssı bir âdem bulınmadı

1431’de vefat ettiği anlaşılan Şeyhî’nin [Timurtaş] kabri Kütahya’dadır. Kütahya Mesireleri kitabında kabir yeri hakkında bilgi veren Halil Kadri Erdem, dikkati celbedecek bir şekilde mezar yerine ‘Erenlerbaşı’ denildiğini söylüyor:

“Yoncalı yolu üzerinde, şehire 7 km mesafedeki Dumlupınar denen ve yanındaki köye kendi adını veren Çifte Pınar, buraya gelinip gidilirken kalınıp eğlenilen, başında yemek yenilen bir güzel mesiredir. Meşhur Kütahyalı hekim Şeyhî’nin mezarı bu köyün kıyısındadır ve Erenlerbaşı diye tanılır.” [24]

*

Yazımızı, “meleklerin şiirini tespih ettiği” Şeyhî’nin, Enisî’ye göre Allah’ın övgüsüne mazhar olan nutk-u şerifinin iki beytini daha ekleyip sonlandıralım:

Ey kemâl-i kudretin nefhinde âlem bir nefes
Vey celâl-i izzetin bahrında dünya keff ü hes

Satvetinin yeline bin bin Süleymân mûrçe
Rahmetinin hânına tâvus-i kudsîler mekes

Tâ’at-ı kevneyn istiğnan ile bâd-ı hevâ
Cennet-i Firdevs dîdârın ile berg-i heves

*

[1] Enisî – Menakıb-ı Akşemseddin

[2] Orhan Köprülü – Tarihi Kaynak Olarak XIV. ve XV. Asırlardaki Bazı Türk Menâkıbnâmeleri

[3] Mustafa Tatcı ve Gülten Küçükbasmacı – Akşemseddin Kitabı

[4] Mustafa İsen ve Cemal Kurnaz – Şeyhî Divanı

[5] Ali Nihat Tarlan – Şeyhî Divan’nı Tetkik

[6] Lamiî Çelebi – Tercüme-i Nefehâtü’l-üns

[7] İbrahim Hâs – Tezkiretü’l Hâs

[8] Halit Biltekin – Şeyhî Maddesi (TDV)

[9] Akşemseddin – Maddetü’l Hayat

[10] İlyas Çelebi – Rukye Maddesi (TDV)

[11] Hoca Sâdeddin – Tâcü’t-Tevarîh

[12] Faruk Kadri Timurtaş – Şeyhî’nin Hayatı ve Eserleri

[13] Kınalızâde Hasan Çelebi – Tezkire

[14] Mehmet Özdemir – Şeyhî Harnâme

[15] Aşık Çelebi – Tezkire

[16] Tahirü’l Mevlevî – Germiyanlı Şeyhî ve Harnâme

[17] Ahmet Atillâ Şentürk – Osmanlı Şiiri Antolojisi

[18] Taşköprüzade – Şekaik-i Numâniyye

[19] Âşıkpaşazâde – Tevarih-i Ali Osman

[20] Fuad Köprülü – Türk Edebiyatı Tarihi

[21] Amil Çelebioğlu – Türk Edebiyatı’nda Mesnevî

[22] Haluk İpekten ve Günay Kut ve Mustafa İsen vd – Sehî Beg Heşt Bihişt

[23] Ozan Yılmaz – Şeyhî Husrev û Şirin

[24] Halil Kadri Erdem – Kütahya Mesireleri

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.