Bercan TUTAR – 30 Nisan 2024
Filistin her yerde…
Her yer artık Filistin…
Bugün Gazze’de yaşanan sistematik ve vahşi soykırımın benzerleri geçmişte de yaşandı. Batı dünyası geçmişte sömürgeci katliamlara verdiği desteğin aynısını bugün de sürdürüyor. Değişen bir şey yok. Mahiyet ve biçim açısından sömürgeci Batı dünyası geçmişte Cezayir’de işgalci Fransızların ve Güney Afrika’da da İngiliz ve ABD destekli ırkçı apartheid rejiminin başvurduğu vahşeti nasıl savunduysa bugün de Filistin’deki Siyonist İsrail rejiminin barbar katliamlarını aynı kültürel, tarihi, dini ve siyasi reflekslerle destekliyor.
Cezayir’in bağımsızlık mücadelesi sırasında Fransız sömürgeci baskısının en zirve noktasında ABD ve Avrupa, Fransa’yı destekleyerek onu BM yaptırımlarından korudu ve Cezayirli savaşçıları kınadı. ABD ve Avrupalı devletler BM kararlarını açıkça ihlal etmekte bir beis görmediler.
Aynı şekilde ABD ve Avrupalı müttefikleri Güney Afrika’daki apartheid devletini de 1960’lardan 1980’lerin sonlarına kadar uluslararası her platformda destekledi. İşgalci ve Sömürgeci Yahudi yerleşimcilerin Filistin’deki hırsızlıklarına destek veren Batılılar BM’nin Rodezya’daki (bugünkü Zimbabve) İngilizlerin beyaz üstünlükçü yerleşimci kolonilerini eleştiren BM kararlarını da tanımadı.
1962’den başlayarak, BM Güvenlik Konseyi, Genel Kurulu ve Sömürgecilik Özel Komitesi, Britanya’yı Rodezya’daki beyaz üstünlüğünü sona erdirmeye çağırmada aktif bir rol üstlendi. Ancak İngilizler bu çağrılara kulak asmayı reddetti.
Güvenlik Konseyi nihayet Mart 1970’te İngiltere’yi yasadışı Rodezya rejimini devirmek için güç kullanmayı reddettiği için kınayan bir kararı kabul ettiğinde, ABD ve İngiltere bunu veto etti. İngiltere Şubat 1972’de buna benzer başka bir kararı daha veto edecekti.
Ne var ki 24 Kasım 1971’de İngiltere ve Batılı destekçileri Rodezya’nın bağımsızlığını kabul etmek zorunda kaldı. Ancak bağımsızlık anlaşmasına rağmen ABD Başkanı Richard Nixon, BM’ye açıkça meydan okuyarak Güney Afrika ve Portekiz ile birlikte Rodezya madenlerini askeri kullanım için sömürmeye devam etti.
Benzer şekilde 1973 yılında BM Genel Kurulu da apartheid’ın insanlığa karşı suç olduğunu ilan etti. Ancak Batılı ülkeler apartheid rejimini desteklemekten, ona ekonomik yatırım yapmaktan ve ona silah sağlamaktan geri durmadı. Angola ve Mozambik’in Afrikalı devrimcilerin eline düşmesi ve Portekiz’in sömürgeci beyaz üstünlüğünün 1975’te sona ermesi, apartheid rejimi için ilk büyük uluslararası felaketi beraberinde getirdi.
1980’de Rodezya’nın yerini Zimbabve aldığında ve Namibya’daki devrimci kurtuluş savaşı hızlandığında, Güney Afrika, Afrika çapında beyazların üstünlüğü bayrağını çekme konusunda kendisini yalnız buldu. O zamana kadar ABD ve Batı Avrupa dışında kalan tek büyük müttefiki, yerleşimci kolonisi İsrail ve Kuomintang yönetimindeki Tayvan’dı.
Ekonomik açıdan konuşursak, 1978’de Amerikalılar Güney Afrika’nın en büyük ticaret ortağıydı; onu İngilizler, Japonlar, Batı Almanya ve diğer Avrupa ülkeleri izliyordu.
ABD’nin Güney Afrika’daki Siyah nüfusun çektiği acılara ilgisizliği öylesine büyüktü ki, ABD büyükelçisi ve Teksaslı petrolcü John Hurd, Robben Adası’nda (Nelson Mandela ile diğer ANC ve Afrikalı liderlerin siyasi suçlu olarak hapsedildiği yer) sülün avına çıktı.
Geçmişte Cezayir, Rodezya ve Güney Afrika’daki sömürgecileri destekleyen Batı dünyası şimdi de soykırımcı İsrail’i küstahça ve arsızca destekliyor.
Bu açıdan Filistin ve Gazze’deki vahşete en çok benzeyen örnek Cezayir’deki sömürgeci barbarlıktır. Fransa Cezayir’i 1830’da kolonileştirdi ve yerli Cezayirlilerin topraklarını ele geçiren yüz binlerce yerleşimciyi gönderdi. Fransız sömürge ordusu ve yerleşimciler bir ırkçı-apartheid sistemi kurdular ve İkinci Dünya Savaşı’na kadar devam eden sömürge karşıtı isyanları acımasızca ve soykırımla bastırdılar.
II. Dünya Savaşı’ndan sonra Cezayirlilerin Fransız sömürgecilerden bağımsızlık yönündeki ısrarlı talepleri, Mayıs 1945’te patlak veren gösterilerle doruğa ulaştı. Ülke çapında halk, “Kahrolsun sömürgecilik” sloganları atarak direnişe geçti.
Fransızlar direnişi bastırmak için her tür vahşete ve soykırıma başvurdu. Örneğin binlerce Cezayirliyi Fransız bayrağı önünde diz çökmeye ve “Biz köpeğiz” sloganı atmaya zorladılar. Askerler şehit edilen Cezayirli savaşçıların parçaladıkları parmaklarından savaş ganimeti olarak yüzükler yaptı.
Ancak Fransızlar ne yapsa da bağımsızlık ateşini söndüremedi. 1 Kasım 1954’te yeniden alevlenen ayaklanma ve peşinden gelen çatışmalar, 19 Mart 1962’de ilan edilen ateşkese kadar devam etti.
Şunu da hatırlatmak gerekir ki Fransızların Cezayirlilere yönelik soykırımı yeni değildi. 1871 yılına gelindiğinde zaten nüfusun üçte birini öldürmüştü Fransızlar.
1945’ten beri devam eden direniş ve çatışmalar, bağımsızlığa kadar 1.5 milyon Cezayirlinin hayatına mal oldu. Bir başka ifadeyle 10 milyonluk Cezayir halkı, nüfusunun yüzde 15’ini bağımsızlık yolunda kaybetti. 25-45 yaş arası Cezayir yetişkin nüfusunun kaybı ise yüzde 25’leri geçiyordu. Fransız sömürgeciler katliamlardan sonra cesetleri toplu mezarlara gömüyor ardından herhangi bir soruşturma yapılmasını engellemek için de cesetleri mezarlarından çıkarıp yakıyordu.
Fakat sonunda kaybettiler. Bütün Batı’nın desteğini arkasına alan Fransa, Cezayir halkının iradesine diz çöktüremedi.
Tıpkı Hamas’ın 7 Ekim’deki Aksa Tufanı saldırısının Filistin direnişini yeniden alevlendirmesi gibi. Bugün İsrail Batı’dan her tür desteği alarak Gazze’ye saldırıyor. Ancak ne yapsalar da Gazze’ye boyun eğdiremiyorlar. Siyonist İsrail ve Batılı destekçilerinin yok etmeye çalıştıkları Filistin şimdi dünyanın her yerinden destek buluyor. Filistin artık her yerde.
Ayaklanan küresel vicdan Gazze’de direnen halkın iradesiyle birleşti. Bu direniş ve destek Filistin ulusal davasını daha önce hiç olmadığı kadar canlandırdı. Gazze’deki direniş Siyonistlere her tür vahşi desteği veren Batılı sömürgeci ülkeleri de sarsmaya başladı. Batılı ülkelerin sokak, meydan ve kampüslerinde başlayan isyan İsrail’in suç ortağı soykırımcılarda paniğe yol açıyor.
Hâsılı kelam, kuşku yok ki Siyonist sömürgeciler de Batılı destekçileri de tıpkı Cezayir, Rodezya ve Güney Afrika’da olduğu gibi yine kaybedecekler. Tarihi bir hezimete uğrayacaklar.