rabia yavuz 800-563 yeni

Rabia YAVUZ – 29 Mart 2025

 

Ramazan ayı sona erdiğinde kutladığımız bayram, halk arasında “Ramazan Bayramı” olarak anılsa da asıl adı “Fıtr Bayramı”dır. Ve bu ismin taşıdığı anlam, bana her zaman derin ve zarif bir gerçeği hatırlatır: fıtrat, yani yaratılış, öz. Bu kavram, sadece bir kelime değil; insanın en saf haline, varoluşun ilk titreşimine yapılan bir çağrıdır.

Tıpkı “iftar” gibi aynı kökten türemiş olması da rastlantı değildir. Oruç ibadetiyle geçirilen bir ay bizleri kendi içimize dönmeye, modern hayatın gürültüsünden arındırmaya ve kendi fıtratımıza, yani özümüze temas etmeye bir davet de değil midir? Bu yüzden, Ramazan’ın hemen ardından gelen bu bayramda, insan sormadan edemez: Bu ayda içimizde neler değişti? Oruç bize neler gösterdi? Ve artık kendimize yeniden yenilenmiş halimizle nasıl bakabiliriz?

Ramazan ve Fıtrat: İçimize Yolculuk

Fıtrat kelimesi Ramazan ayında bir anahtar gibidir. Türk Dil Kurumu sözlüğü bu kelimeyi “yaratılış” olarak tanımlar. Yaratılış, doğallık, öz. İnsan kendini bilmeden, yaratılışını anlayamaz. Ve yaratılışı anlamak da doğa ile değil, doğamızla ilgili bir meseledir. Fıtratımız nedir? Sevme kapasitemiz mi? Anlam arayışımız mı? Yoksa ölümün farkında oluşumuz mu? Belki hepsi. Ve belki hiçbiri tam olarak açıklamaya yetmez. Çünkü insanın özü, tarif edilebilir olmaktan çok, yaşanabilir olandır. Oruç da zaten bir tanım değil, bir deneyimdir. Herkes için farklıdır. Ama herkese şunu söyler: “Dur. Düşün. Bekle. Hisset.”

Yaratılış, pasif bir varoluş değildir. Bu, mutlak yokluğun yarılıp içinden varlığın çıkmasıdır. Bu tanımın alt metninde, her insanın özünde taşıdığı kıymetli bir hakikatin bulunduğu fikri vardır. Oruç, işte bu hakikati ortaya çıkaran bir araçtır. Yani oruç, sadece yeme-içmeden uzak durmak değil; hayatın başka yönlerinde de bilinçli bir yoksunlukla, bir tür minimalizmle varlığın derinlerine doğru bir farkındalığa ulaşmaktır. Bu nedenle günlük alışkanlıkların gölgesinden çıkıp kendi varlığımıza yaklaştığımız, kendimize başka bir gözle baktığımız bir süreci temsil eder.

Oruç Bizden Ne Bekler?

Burada ahlaki bir boyut belirir. Açlık, yalnızca mideye ait bir sorun değildir. Açlık, aynı zamanda adaletle ilgilidir. Tokların çoğaldığı bir dünyada aç kalmayı seçmek, zorunluluk değil bilinçli bir tercih olduğunda, bir dayanışma biçimine dönüşür. Elbette bu, yoksulluğu kutsamak değildir. Ama insan, bir nebze aç kalınca, açlığın bize neler edebileceğini de öğretir. Yoksulun aç kaldığında ya da doyduğunda ne hissettiğini daha iyi anlayabilmesine de yadım eder.

Bu yanıyla oruç, empatiyi öğretir. Yani sadece ruhu değil, ahlakı da eğitir. Çünkü ahlak, başkasının ne yaşadığını hissedebilme yetisidir. Böyle yaşandığında oruç sadece bir dini emrin uygulanmasından öte, aynı zamanda etik deneyim haline de gelir. Bedensel yoksunluk üzerinden bir iç varlığa yöneliştir. Ve belki de asıl soru şudur: İnsan, ne zaman en çok insan olur? Tükettiğinde mi, yoksa yoksun kaldığında mı?

Yemezsin. İçmezsin. Arzularını ertelersin. Bu eylemsizlik hali, modern dünyanın tam karşıtıdır. Çünkü modern hayat, arzulamanın, tüketmenin, sahip olmanın övgüsüdür. Oruç ise, sahip olmamayı deneyimlemektir. Bu bir mahrumiyet değil, bir özgürlüktür. İnsanı ihtiyaçlarından arındırdığı ölçüde onu kendisiyle baş başa bırakır.

İlginizi çekebilir!  Savunma sanayiine mitolojik damga

Ve insan, ne zaman kendiyle baş başa kalırsa, işte o zaman kendisi hakkında düşünmeye başlar. Oruç, modern insanın unuttuğu bir şeyi hatırlatır: Doymamız gereken şey yalnızca bedenimiz değildir. Peki bu süreçte tuttuğumuz oruç bizimle konuşabilseydi, bize ne derdi?

Acaba sadece susar mıydı, sadece bir ayna gibi bize kendimize gösterir miydi? Ve biz aynaya bakmaya cesaret edebilir miydik? İnsan aynada yalnızca suretini değil, bazen çıplak hakikatini de görür. Bu nedenle oruç, kolay bir ibadet değildir. Çünkü insan, en çok kendine tahammül edemez. Ve oruç, tam da buna çağırır: Kendine sabret, kendinle kal, kendini dinle.

Belki de tutulan oruçlar dile gelse “Seninle yolculuk ederken sabrını gördüm, ama özlemini de. Sana bazı fırsatlar sundum, hepsini değerlendiremesen de çoğunun hakkını verdin, helal olsun” mu derdi? Yoksa, “Sen beni yalnızca takvime hapsettin, yemek saatlerini değiştirmekten fazlasını yapmadın, aslında içindeki derin susuzluğu hiç göremedin” diye sitem mi ederdi?

Oruçla Gelen Dönüşüm: Kendinle Karşılaşmak

Bu soru bizi, kişisel farkındalıklarımıza götürür. Hayatımızda ne eksikti, ne fazlaydı? İbadetler sadece alışkanlıklardan mı ibaretti? Hangi arzular bizi tüketiyordu, hangileri gerçekten ruhumuzu besliyordu? Ramazan, bu soruları bize sessizce fısıldayan bir öğretmendi. O sorular bazen açlıkla geldi, bazen sabırla. Bazen geceyi beklerken içten içe gelen bir mahcubiyetle, bazen de sahurda uyanmışken yakalanan bir tevekkülle. Her durumda, insanın kendine soracağı en yalın soru şu olabilir: Ben bu ayda kendimle gerçekten karşılaştım mı?

İşte tam da bu karşılaşmada başlayan yolculuk, bir tür iç göçtür. Bu göçte kişi, sadece alışkanlıklarını değil, bakış açısını da değiştirir. Belki ilk başta zorlanır, eski konfor alanlarından uzaklaşır ama bir süre sonra bu yeni sessizlikte kendi sesini daha net duymaya başlar. Oruç, bize sadece fiziksel değil, duygusal ve zihinsel anlamda da bir yoksunluk öğretir.

Ancak bu yoksunluk, bir eksilme değil; doğru yaşanırsa bir “açılma”ya dönüşebilir. Tam da bu nedenle oruç aslında bir tür “duygusal inşa sürecidir.” Kendi iç evimizi yeniden yenileme fırsatı sunar. Eksilen şeyin yerini neyle dolduracağımızı seçme özgürlüğüdür bu. İşte o seçim, bizim hayat hikayemizi değiştirir.

Toplumsal Bir Onarım Olarak Bayram

Ramazan ayında duygusal inşa fırsatını yakalayanlar için Fıtr Bayramı’nı kutlamak sadece bir gelenek değil, aynı zamanda bir varoluş ilanı haline gelir. Kendi içsel farkındalığını onurlandıran bir duruştur. “Ben kendimi gördüm, tanıdım, şimdi seninle bir bayramda buluşuyorum” deme biçimidir.

Tıpkı bin aydan hayırlı olduğu söylenen Kadir Gecesi’nin insanlık tarihinde bir dönüm noktası olması gibi bizim de içsel dönüşümlerimizde birer kadir anı yani kader anı olabilir. Kendi gecelerimizi fark ettiğimizde, hayatımızın yönünü değiştirecek bir niyet kapısı aralanır. Niyet! İşte bu kelime, ibadeti sıradanlıktan ayıran asıl sırdır. Niyet etmeksizin oruç, sadece perhizdir; ama niyetle birlikte o bir anlam, bir hikmet, bir bağ olur.

Değişim dediğimiz şey, büyük devrimlerden önce küçük makas değişimleriyle başlar. Tren raylarında yapılan minicik bir yön değişikliği, sonunda bambaşka bir şehre ulaşmamıza sebep olabilir. Hayatlarımızda da böyle değil mi? Belki bir anlık farkındalık, bir gece yarısı alınan karar, bir dua, bir niyet… Hepsi bizi farklı bir hayata taşıyabilir. Bu yüzden Ramazan ayının ve ardından gelen Fıtr Bayramı’nın bize sunduğu en değerli şey, bu makas değiştirme hakkıdır. Eylemle tamamlandığında anlam kazanacak bir başlangıçtır bu.

İlginizi çekebilir!  Terör Havalandı  - Coşkun Başbuğ

Peki siz bu yolculukta hangi sorularla karşılaştınız? Oruç size neler öğretti? Sizi neyle tanıştırdı ya da nelerden uzaklaştırdı? Hayatınızda hangi makas değişimini gerçekleştirmek istiyorsunuz? Belki de her geleni Hızır, her geceyi Kadir bilmenin anlamı da burada saklıdır: Her anda bir dönüşüm mümkündür. Her insanın iç yolculuğu biriciktir ama hepsinin başladığı yer, niyettir.

Bayramlar, bu niyetlerin kutlandığı günlerdir aslında. Topluca yaşadığımız bir sevinç değil sadece; içsel bir doğruluğa ulaştığımızın sessiz ama anlamlı bir ilanıdır. Bu yüzden Fıtr Bayramı’na sadece bir tatil ya da ziyafetler fırsatı olarak değil de bir durak, bir farkındalık anı olarak bakabiliriz. Kendimize sorular sormak, yanıtları aramak ve o yanıtlarla yeni yollar açmak için bir vesile olabilir.

Nasıl oruç yalnızca bireysel bir arınma değil, aynı zamanda toplumsal bir farkındalık pratiği de olabiliyorsa bayram da sadece bir kutlama değil, aynı zamanda bir toplumsal onarma çabası haline gelebilir. Bu nedenle de bayramda paylaşmak esastır. Çünkü kimse yalnızca kendi içsel dönüşümüyle yetinemez. Bir ahlak, başkalarına dokunmuyorsa, eksiktir.

Bu nedenle bayramlar, hepimize ait olanın yeniden hatırlandığı nadir anlardandır. Bizi işin, zamanın, üretkenliğin zorunluluklarından çekip alan; birey olarak değil, insan olarak var olmamıza izin veren yavaşlatan anlar.

Ramazan’ın ardından gelen “Fıtr Bayramı” böyle bir andır: Fıtr; yaratılış, doğa, öz. Her insanın kendi kendine dönüp “Ben kimim?” diye sorduğu, sormalı olduğu bir zaman. Bu isim, bize bir şeyi geri verir: İçimizin derinliklerinde kaybolmuş bir bilgeliği, yaşarken unuttuğumuz bir sadeliği.

Oruç, Bayram ve İnsan: Arayışın Anlamı

Bu bağlamda, felsefenin temel sorusu olan “Nasıl yaşamalıyız?” sorusu oruçla yeniden gündeme gelir. Çünkü oruç, yaşamak hakkında düşünmenin bir biçimidir. Daha azla yetinmeyi deneyimleyen insan, çoğun zorbalığını daha net görür. Bu da onu özgürleştirir.

Oruç bir boyun eğme değil, bir bilinç yükseltme eylemidir. Modern dünyanın sunduğu bolluğun ortasında, azın ne kadar yeterli olduğunu gösterebilir. Ve bu, basit bir maneviyat değil, sahici bir etik dönüşümdür.

Oruç ayı sona erdiğinde kutlanan Fıtr Bayramı, bu deneyimin ardından gelen bir durak gibidir. Bir kutlama değil yalnızca, bir hatırlama: Neydik, ne olduk, ne olmayı arzuluyoruz? Bayram, bu niyetin ve belki de soruların meyvesidir. Çünkü niyet olmadan oruç, sadece aç kalmaktır.

Niyetle birlikte ise anlam kazanır. Bu yüzden bayram, niyetin ve anlamın şenliğidir. Herkesin bir parça daha insanlaştığı bir zaman. Birbirini görmenin, hatırlamanın, bağ kurmanın zamanı.

Ve bu kitapta yazılı olan şudur: İnsan, aradığı şeydir. Oruç, o arayışın bir adı. Bayram ise, insanın kendine dönüş yolculuğunda verdiği küçük bir moladır.

İnsanoğlunun özüne yaklaştığı, niyetini berraklaştırdığı ve her yoklukta yeni bir varlıkla tanıştığı bayramlara erişebilmek dileğiyle…

  1. Mahire özbek dedi ki:

    Çok farklı noktalardan bakmamı sağladı bu yazı, teşekkür ederim

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.