Ferhat ÜNLÜ – 10 Mayıs 2024
“Şimdi tekrar kronolojiye dönelim. Tünelin ortasını geçtik; geriye değil, ileriye bakma zamanı. Demek ki bu tünele girişimiz Mart 2021. Ekonomik buhranın miladı 20 Mart 2021. Tünelin ucundaki ışığı görmek için tedbirli biçimde hızlanmaya başladığımız zaman dilimi ise Mayıs 2023 seçimleri sonrası. Ne zamandan beri iyiye gidiyoruz. 2024 Haziranı tünelin çıkışına yaklaştığımız dönem ve önümüzdeki senenin ortalarını da tünelden çıkış olarak görmek lazım. Ve 2026’da tekrar eski günlere, yani tek haneli enflasyon rakamlarına ineceğiz.
Bu bir kriz değil, buhran… Ama buhrandan çıkmaya başladık, çıkacağız. Yeter ki vazifeye liyakat prensibine uyalım.”
Yukarıdaki uzun paragraf, 12 Şubat 2024’te bu köşede yayınlanmış ‘Krizin kronolojisi ve kronometresi’ başlıklı yazıdan. Bugün, üç ay öncesine göre hangi noktada olduğumuz sorusunun cevabı kabaca şöyledir: Ekonominin matematiksel verileri ışığında bakıldığında bir açıdan iyi, bir açıdan kötü. Misal enflasyonun bu ayın sonlarında tavan yapacağını biliyoruz, ama aynı zamanda Merkez Bankası rezervlerinin de arttığı biliyoruz. Ekonomide kelimeler ikna edici olmaz, o yüzden rakam verelim: MB verilerine göre mayısta zirveyi göreceğimiz enflasyon yıllık bazda yüzde 75 seviyesinde, haziran ayının başından itibaren bir dezenflasyon süreciyle enflasyonun düşüşe geçmesi umuluyor, bekleniyor. MB’nin haftalık rezerv açıklamalarına bakıldığında da 2 milyar 744 milyon 930 bin dolarlık bir artış görülüyor. MB’nin rezervi buna göre 124 milyar 80 milyon 70 bin dolardan 126 milyar 855 milyon dolara yükselmiş.
TÜRKİYE’NİN EKONOMİK KRİZ TARİHİ
Bugünün krizini, daha doğrusu bizim nitelendirmemizle buhranını daha yakından tanımak için Türkiye’nin geçmişte karşılaştığı krizlere ve enflasyonla mücadele performansına bakmak gerekiyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca yaşanmış ekonomik krizleri;1946, 1958, 1960, 1974, 1980, 1982, 1990, 1994, 2001 ve 2021 krizleri olarak tasnif etmek mümkün.
İlk kriz, İkinci Dünya Savaşı koşullarında -her ne kadar savaşa girmesek de- üretimin düşüşü ile alakalı bir krizdi. 7 Eylül 1946 tarihli devalüasyon ile 1 dolar eşittir 1,29 TL iken 1 dolar eşittir 2,80 TL olarak değiştirildi. 1958 krizi, dış ticaret dengesinin bozulmasıyla meydana gelen bir krizdi ve yine devalüasyonla sonuçlandı.
1960’ta askeri darbeye bağlı; 1974 ve 1980 senelerinde ise küresel petrol krizlerine endeksli olarak -Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası Türkiye’ye uygulanan ambargonun da ve ayrıca 1980 darbesinin de etkisiyle- yükselen üç kriz var. 1982’de aralarında Kastelli ve Bako’nun da bulunduğu bankerlerin iflas etmesiyle oluşan bir kriz dönemi var. Ama elbette bu; iki üç bankerin piyasadaki parayı toplamasıyla oluşan bir kriz değil bu. O dönemde, 1980-82 arasında Türkiye’nin, darbeci yönetim ile serbest piyasa ekonomisi arasında sıkışmasının bir sonucu olan kriz demek daha doğru. 1990’da Körfez Savaşı başlayınca küçük çaplı bir kriz daha yaşandı.
Ama 1994 krizi daha büyük bir krizdi, misal ben öğrenci olarak çok da az bir parayla geçindiğim halde masraflarımı daha da kısmak zorunda kalmıştım.
2001 krizi ise bankaların batışıyla neden-sonuç ilişkisi kurulabilecek bir finansal krizdi. 2008 krizi küresel bir krizdi, ama ülkemizi hakikaten teğet geçti. Bugünün krizini, daha doğrusu buhranını ise yaşayarak görüyoruz.
ÜRETİM KITLIĞI, TÜKETİM BOLLUĞU KRİZİ
2021 krizinin; bugüne kadarki krizlerden daha uzun süreli ve derin bir kriz olduğu söylenebilir.2021-2026 buhranını (umarız 2026’da biter) üretim kıtlığı ve tüketim bolluğuna dayanan bir kriz olarak nitelendirmek yanlış olmaz.
Ekonominin felsefesinde ihtiyaçlar/arzular diyalektiği vardır. Kapitalist ekonominin felsefesi buna dayanır. Bu hayatta arzu ettiğimiz her şeye erişemeyiz, her ne kadar kapitalist iktisat “İhtiyaçlar sınırsız, kaynaklarsa kıttır” dese de… Sınırsız olan ihtiyaç değil arkadaş, arzudur. Kapitalist iktisadın felsefi tasnif yanlışı burada. İhtiyaçlarımızı karşılamak insan olarak hakkımız. Ama ekonomik anlamda sınırsız arzuların peşinde koşmanın sonu yoktur. Tuzu kuru bir azınlığın ekonomik arzularının peşinde koşması kahir ekseriyetin ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanmasına neden oluyor. Orta sınıf bile ihtiyaçlarını karşılamakta zorlanır hale geldi.
Tüm ulus devletler gibi bizim devletimize de küresel tehditler söz konusu. Buna şüphe yok. Devletlerin de güçlü olması gerektiği izahtan vareste, peki devletler nasıl güçlü olur? Vatandaş devletin, kendi derdiyle hemhal olduğunu bilirse, tenceresi kaynarsa hiçbir küresel güç bugün için demiyorum zaten, gelecekte de Türkiye’ye zarar veremez. Ama tencerenin kaynaması önemli.
Enflasyon bizim ülkemizde 20 yılda bir kafasını çıkaran bir canavardır. Yani tanımadığımız bir tehdit değil. Enflasyon; kapitalizmin doğum yeri İngiltere’de 1890’lı yıllarda bugünkü anlamıyla kullanıldığından beri herhalde en sık bizim ülkemize uğramış bir canavar.
Cumhuriyet tarihinin en düşük enflasyonu 1968’de 3,7 olarak ölçüldü. Bugün bu rakama erişsek muasır medeniyetler seviyesine en azından ekonomik olarak ulaştık diyebiliriz. Tabii enflasyonun düşük olması da yetmiyor, kazançların yüksek olması gerekiyor.
Toparlarsak enflasyonla mücadelemizin mazisi, terörle mücadele mazimizden eski. Enflasyon, her daim yaşayan ve yaşayacak bir canavar. Ölmesi mümkün değil; minimum seviyede, neredeyse ölüymüş gibi yaşamasına izin verilebilir ancak. Yoksa krizin kronolojisini takvimle, Akrep ve Yelkovan’la, hatta kronometre ile de tutsanız ilerlemek mümkün değil. 2021 kriz tünelinin içinde ilerlememiz yavaşladı, ama halen ilerliyoruz. Hiç ilerlememekten iyidir.
Ne demiş Romalılar, “Nonprogrediestregredi.” İlerlememek gerilemektir.