maymun çiçeği detayları

Ferhat ÜNLÜ – 24 Mayıs 2024

 

Gizli servisler -teşbihte hata olmaz- tıpkı örgütler gibi sık isim değiştiren bir doğaya sahiptir. Dünyada en sık gizli servis ismi değiştiren iki ülke, Rusya ve İran’dır.

Rus istihbaratının temelleri, 16. yüzyılda Çar IV. İvan zamanında atıldı. Ardından Çar II. Aleksandr döneminde servisin adı Ohranka olarak değiştirildi. Bolşevik Devrimi’nin ardından, 20 Aralık 1917’de ÇEKA kuruldu. Rus servisinin adı 1934’te NKVD oldu.

Derken Soğuk Savaş’ın hemen başlangıcında, 1946 yılında kısa adı KGB olan Komitet Gosudarstvennoy Bezopasnosti, yani Devlet Güvenlik Komitesi kuruldu. Askeri istihbarat GRU’yu eklemeyi de unutmayalım. KGB’nin lağvedilmesi Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra 3 Aralık 1991’de gerçekleşti. Rusların günümüzde iki önemli gizli servisi bulunuyor. Bunlardan biri, kısa adı SVR olan Sluzhba Vneshney Razvedki, yani Dış İstihbarat Hizmeti’dir. Bununla birlikte Rusya’da FSB’nin; açılımı ile Federalnaya Sluzbha Bezopasnosti’nin, yani Federal Güvenlik Servisi’nin FBI’dan farklı olarak yurtdışı operasyon görevi de vardır.

 

İRAN, GİZLİ SERVİSİ SIK İSİM DEĞİŞTİREN BİR ÜLKE

Gelelim asıl mevzumuz İran’a… İran, kuvvetle muhtemel Rusya’dan sonra en sık gizli servis ismi değiştiren ülkedir. Gizli servis operasyonları anlamında hareketli ülkelerden biri olan İran’ın hali hazırdaki servisinin adı, The Ministry of Intelligence and Security (MOIS), yani İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı’dır. İran İstihbaratı, geriye doğru sırasıyla VAJA, daha geçmişte SAVAMA, ondan önce de Şah döneminde SAVAK olarak faaliyet gösterdi.

SAVAMA’nın açılımı, Sazman Ettela’at va Amniat Melli Iran, yani Milli İstihbarat ve Güvenlik Servisi’dir. SAVAK’ın açılımı ise Saziman-ı İttilât ve Emniyet-i Keşver, yani Milli İstihbarat ve Devlet Güvenlik Örgütü’dür. İranlıların ayrıca Vezarat-e Ettela’at va Amniat-e Keshvar (VEVAK) olan bir İstihbarat ve Güvenlik Bakanlığı da olmuştur.

Ruslar ve İranlıların sık gizli servis ismi değiştirmelerinde, rejim değişikliğine sık uğrayan ülkeler olmalarının etkisi vardır. Gerçi bu, daha ziyade Rusya için geçerlidir. İran, 20. Yüzyıl’da 1979 Devrimi ile bir kez rejim değiştirdiği halde gizli servisinin ismini sürekli ‘tazelemiştir’.

 

‘TEŞEKKÜR’Ü BİLE ÇOK GÖREN MİLİS DEVLET ANLAYIŞI

Son beş gündür Cumhurbaşkanları İbrahim Reisi, Dışişleri Bakanları Hüseyin Emirabdullahiyan, Doğu Azerbaycan Valileri Malek Rahmati ve Doğu Azerbaycan’daki Dinî Lider Temsilcileri Muhammed Ali Ale-Haşem’in içinde bulunduğu helikopterin düşmesiyle gündemde olan İran, adını bile Zerdüştlüğün kutsal kitabı Avesta’daki ‘Aryanam’ kelimesinden alan, ancak 1979 İslam Devrimi’nden sonra Velayati Fakih rejimi ile yönetilen bir ülke.

Geçtiğimiz günlerde görüştüğüm bir ağabeyim; İran’ın, Devrim’den bu yana bir milis devleti olduğunu, taktiklerini genellikle milis mantalitesine uygun bir stratejiyle belirlediğini söyledi ve ekledi:

“İHA’larımızın helikopterin konumunun bulunmasında nasıl bir rolü olduğundan bağımsız olarak, İran’ın bir teşekküre bile yanaşmaması Türkiye açısından şaşırtıcı değildir.”

İran, yalnızca uranyum zenginleştirdiği ve zamanla nükleer silah üretme potansiyeli olduğu için değil; Şii Hilali’ni, ABD’nin Irak’ı işgal ettiği 2003’ten itibaren sistematik biçimde hayata geçirmeye çalıştığı için bir süredir Batı’nın köşeye sıkıştırdığı bir ülke.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, MİT Müsteşarı da olmadan önce Başbakanlık Müsteşar Yardımcısı iken 10 Nisan 2010 tarihinde, İran’ın nükleer programıyla ilgili ABD’deki görüşmelere ‘Türkiye’nin şerpası’ (kılavuzu) olarak katılmıştı. Bundan altı gün sonra MİT Müsteşar Yardımcılığı’na getirilmiş, takribi bir buçuk ay sonra da MİT Müsteşarlığı’na atanmıştı.

1 Ağustos 2010’da İsrail Savunma Bakanı Ehud Barak, Hakan Fidan’ın İran’a ‘sözde’ bilgi sızdırma ihtimalinden bahsetti. Bu, elbette bir kuyruklu yalandı, ama bir biçimde dolaşıma sokuldu.

 

İSTİHBARATI POKER VE SATRANÇ GİBİ OYNAMAK

İsrail de, İran da Türkiye’nin bir istihbari denge kurması gereken ülkelerdir. Bu açıdan bakıldığından Türkiye; istihbaratı İsrail ya da İran’la yerine göre satranç, yerine göre poker gibi oynama eğilimindedir.

İstihbaratta, özellikle de kontr-espiyonajda hangi taşı ne zaman oynamanız gerektiğini ve daha ötesi bunun karşılığında gelecek hamleyi, hatta sonraki hamleleri hesaplamak; satrançla uyumlu bir stratejidir. Bazen de istihbaratta eliniz kuvvetli olmasa bile eli güçlü bir poker oyuncusu gibi ofansif, ama sakin ve dengeli taktikler uygulamanız gerekir. Bütün bu strateji ve taktiklerin, istihbari manada zaten bir dünya savaşının içinde olduğumuz şu süreçte ülkeler ve servisler arasında yerine göre konjonktürel ittifaklarla yürütülmesi gerektiği de açıktır. İsrail’e, Mossad’a karşı ayrı bir denge gözetilirken İran’a, dolayısıyla MOİS’e karşı ayrı bir denge kurulabilir.

Bir süredir Mossad’ın Türkiye’deki stajyer casuslarını enseleyen Milli İstihbarat Teşkilatı (İbrahim Kalın’ın MİT Başkanlığı’na gelişinden sonra bu operasyonlar daha da arttı) diğer yandan İran gizli servisi MOİS’in Türkiye’de yaşayan bir İsrail vatandaşını öldürmeye çalışan ajanlarını da yakalamıştır. Mossad imzalı bir suikastla öldürülen bilim adamı Muhsin Fahrizade’nin intikamını almak için harekete geçen İranlı şebekenin hedefindeki kişi hem Türk, hem de İsrail vatandaşı olan bir Yahudi idi. Türkiye, kendi vatandaşını bu noktada korumuştur.

Günümüzde İran Servisi, Alman Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın (BfV), bir başka deyişle iç istihbarat teşkilatının 2018 yılında hazırladığı rapora göre Rusya, Çin ve Türkiye servisleriyle ile birlikte Almanya’da en çok operasyon yürüten gizli servistir. 387 sayfalık mezkûr raporda Türkiye, Almanya’da casusluk faaliyetleri yürüten dört ülkeden biri olarak nitelendiriliyor. Ne var ki bu raporda yer alan bilgi ve analizlerin bir kısmı yersiz bir ‘Türkofobi’ye de dayanmaktadır.

 

İSTİHBARATIN BİR KISMI DA ALGIDIR.

Ama istihbaratta -işte işin poker kısmı bu noktada devreye giriyor- bazen algı gerçekten daha önemli hale gelir. Misal İsrail gizli servisi Mossad, o derece güçlü olmadığı halde ‘Çok güçlü bir servis olduğu’ yönündeki algıyı yıllar yılı işine geldiği için kullanmıştır.

Türkiye, bu tür yollara tevessül eden bir istihbarat mantalitesine sahip değildir. Ne var ki çok değil, bundan 44 yıl önce hükümetin darbeyi bile ülkemizdeki herhangi bir istihbarat kaynağından değil de İran’dan öğrendiğini hesaba kattığımızda geldiğimiz nokta önemlidir.

Milli İstihbarat Teşkilatı’nın, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin komuta kademesinin 1960, 1971 ve 1980 darbelerinin planlarını sorumlu olduğu başbakanlara bildirmemiş olması istihbarat dünyasının dışına taşmış, herkesin bildiği bir sırdır. En bilinen örneklerden biri, 1971 yılında hükümetin cuntanın darbe planını Türk gizli servisinden değil, İran gizli servisi SAVAK’tan öğrenmiş olmasıdır. 1971 yılında dönemin Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil, Şah Rıza Pehlevi’nin davetlisi olarak İran’a gittiğinde, Şah görüşme sırasında Çağlayangil’e “Birkaç ay içinde ordu Türkiye’de darbe yapacak” demiştir.

Bu, bir istihbarat zaafı da değildir; MİT vaktiyle ordu hegemonyası altında olduğu için darbeleri seçilmiş hükümetlere bildirmemiştir.

Şimdi durum farklıdır, Türk istihbaratı 2005’ten itibaren başlayan bir evrimle, 2010 ve 2016’daki sıçrayışlarla dâhili bir gizli servis olmaktan çıkmış, bölgesinde/periferisinde ve giderek küresel ölçekte etkili gizli servislerden biri haline gelmiştir. Gelgelelim bu etkiyi korumak için, özellikle şimdiki gibi puslu zamanlarda (İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin ölümü başlı başına havayı puslandıran bir olay) poker ve satranç stratejilerinin aynı anda uygulanması elzemdir.