Ferhat ÜNLÜ – 27 Mayıs 2024
İnsan türü olarak yeryüzüne hâkimiyet sergüzeştimizde geldiğimiz nokta; aslanın kediye, kurdun köpeğe boğdurulması noktasına erişti dersek mübalağa etmiş olmayız. Küresel güncel verilere göre dünyada 40 bin aslana karşılık, 600 milyon kedi; 200 bin kurda karşılık 500 milyon köpek var.
Kedi ve köpek nüfusunun kahir ekseriyeti bizim evcilleştirmeye çalıştığımız popülasyondan oluşuyor, ancak bunların bir kısmı şehirlerde hızlı biçimde çoğaldığı için bizim kontrolümüzden çıktı.
Hesap edin; dünyadaki vahşi hayvanların toplam biyo-kütlesi, insanın biyo-kütlesinin yarısı kadar. Biyo-kütle açısından -elbette bitkileri göz önüne almadan- bakarsak dünyadaki popülasyonun yüzde 70’ini evcil hayvanlar, yüzde 20’sini insanlar, yüzde 10’unu ise vahşi hayvanlar oluşturuyor.
Bugünkü sokak köpekleri tartışması hem küresel ölçekte böylesi bir dengesizliğin, hem de ulusal ölçekte sorunu son ana kadar erteleyip artık sürdürülebilir olmaktan çıktığında çözüm aramanın ürünü. Sokak köpekleriyle ilgili bugünkü ‘uyku’ tartışması, küresel dengesizlik ve ulusal sorun ertelemenin bir tezahürüdür.
SON SAYIM: DÖRT MİLYON SOKAK KÖPEĞİ VAR
Sokak köpeği sorunu, bu gidişle ülkenin gündemini uzun süre meşgul edecek. Zaten bir süredir meşgul ediyordu. Ancak insan alerjisini hayvan sevgisi gibi yansıtmaya çalışanlar ya da tamamen duygusal sebeplerle, yani ‘mama lobisi’nden nemalandığı için sesi çok çıkanlar yüzünden biz bu gerçeği görmezden gelmiştik.
Türkiye’de yakın geçmişte bir köpek nüfusu sayımı yapıldı. Sayılan, daha doğrusu sayılabilen 2 milyon. Bir de sayılamayanlar var, bunlarla birlikte ülkemizdeki tahmini köpek nüfusunun 4 milyon olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.
Güncel verilerin ve sokak köpeklerinin çoğalma hızının daha fazla haber değeri taşıyan tarafı ise şu: Bu üreme hızıyla sokak köpeklerinin sayısı 2030’da 50 milyonu bulacak. 50 milyon, dile kolay… 2030’da Türkiye’nin nüfusu 100 milyonu bulsa bile -ki vatandaşın bu çoğalma hızıyla bu da zor görünüyor- ne fark eder ki! İnsan popülasyonunun yarısı kadar sokak köpeği nüfusu olacak. Başlıktaki gibi terminolojiyi kinayeli olarak Animalistlerin istediği tarzda kullanıyorum: Hayvan nüfusu versus insan popülasyonu… Animalistlere, yani insan alerjisini, hayvan sevgisi gibi yansıtan kesimlere kalsa sokaklarda çocuk olmasın, köpekler sürü halinde gezip zayıf halkalara saldırsın, öldürsün!
Sokak hayvanları konusunda Türkiye’de bir mevzuat boşluğu olduğu epeydir dile getiriliyordu. Ben de zaman zaman yazdım. Bu boşluğun giderilmesi için meclis harekete geçer geçmez Animalistler ayaklandı! Üstelik artık mevzuat meselesi çözülse bile sorunu kökten halletmek kolay değil. Kısırlaştırma, barınağa bırakma tek başına çözüm değil; bunlar da dâhil topyekûn tedbirin sonuç vermesi bile zaman alacak ve ciddi tartışmalara neden olacak.
AJDA PEKKAN BİLE UYUMAK İSTİYORSA…
Uyku meselesine gelince… Amerikan kara romanının öncülerinden Raymond Chandler’ın Büyük Uyku adlı bir romanı vardır. Büyük Uyku’dan kasıt, elbette ölümdür. Konu uyku olunca herkes birden ölümü hatırlamaya başladı! Sokak köpeklerinin uyutulması tartışması başlayınca Ajda Pekkan bile “Bizi de uyutsunlar” dedi. Bu tasarı, Ajda Pekkan’a bile bunları söyletiyorsa, asırlara (!) meydan okuyan Pekkan bile uyumak, bu dünyadan göçmek istiyorsa gençler, çocuklar n’apsın!
İşin kinayesi bir tarafa; sokak köpeği meselesinin çözümü için İngiltere, Fransa, Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere çeşitli ülkelerin mevzuat ve uygulamaları incelendi; buna göre bir çözüm aranıyor. Bizde bu işi çözen yerel yönetim var mı; ona baktığımız zaman Gaziantep Büyükşehir Belediyesi’nin bu sorunu belirli bir oranda çözdüğünü görüyoruz. Geniş bir barınak kurulmuş şehirde ve hayvanlar oraya yerleştirilmiş.
Ama artık ulusal ölçekte barınak meselesi -üstelik bu ekonomik buhranda- zaman ve para açısından yeterli bir çözüm sunmayabilir. Zaten bu yüzden ‘uyku’ bir yol olarak masaya yatırılıyor. Elbette her canlı bu dünyada doğal ömrü süresince var olma hakkına sahiptir. Ancak o aşamayı küresel ve ulusal ölçekte çoktan geçmişiz, yazının girizgâhında güncel verileri yazdım.
İnsan türü olarak doğaya haşin, nobran davrandık; o da bizden bu şekilde intikamını alıyor. Ayrıca insan dediğimiz tür, kendi ırkına karşı da yeterince merhametli, adil değil ki! Savaşlarda bebek, çocuk demeden öldüren bir türden bahsediyoruz. Kendi bekası ve giderek hegemonyası söz konusu olduğunda, kendisinden çok daha büyük bir güce, dünyaya bile kafa tutan bir türdür insan evladı. Yanlış olmaya yanlış ama insan maalesef böyledir. Dolayısıyla insana karşı merhametsizken hayvana merhamet gösterilerinin samimi olmadığı da izahtan vareste.
RÜZGÂR ANİMALİSTLERİN ALEYHİNE DÖNDÜ AMA…
Animalistlerin sokak köpeklerinden sonra sıra kedilere gelecek demesinin de haklı bir tarafı yok. Türkiye’deki sokak hayvanları ve evcil hayvanların yüzde 60’ı kedi, yüzde 40’ı köpek. Kedilere kimsenin bir şey dediği yok, çünkü böyle çeteleşip sürü halinde insanlara saldıran bir cins değil. Aslanı kediye boğdurmuşuz ama kendimiz de kediyi boğmuşuz. Kedilerin kıskançlık, enaniyet gibi insanda olan özellikleri var sadece, türümüzü tehdit eden bir özelliği yok.
Sürü halinde gezen sokak köpekleri ise çocuklara, yaşlılara saldırma eğilimindeler. Rüzgâr, bir süredir ‘Animalistlerin ya da mama lobisi denilen çevreye yaslanmış kesimlerin aleyhine döndü. Mevzuat boşluğu bu aşamadan sonra fark edildi. Mevzuat hayvana işkenceyi düzenlemiş, doğru yapmış ama kendini savunmaya dair madde yok! Hayvanları Koruma Kanunu’nun 14. Maddesi, hayvana fiziksel ve ‘psikolojik’ şiddeti düzenliyor. Türlere baktığımız zaman Pitbull Terrier, Japanese Tosa, Dogo Argentino gibi türlerin beslenmesi zaten yasak. Para cezası var, ama yeterince caydırıcı olmuyor. ‘Animalistler’, köpeğin insanı ısırmasında haber değeri görmüyor! Radyasyon gibi yayılan ve son raddesine erişen ‘Animalizm’in bir sebebi de ekonomik. Çünkü burada nema var, kesilmesi işlerine gelmiyor. Hayvan çoğaldıkça mama lobisi daha fazla rant elde edecek. Paraya değer verenler için ülkenin çocuklarının ölmesinin bir önemi yok ki!
‘ŞİDDET DOĞAYLA İLİŞKİMİZDE BAŞLAR’
Tasavvufi ya da Panteist (evrenin/doğanın tanrının kendisi olduğunu kabul eden felsefi inanış. ‘Kamutanrıcılık’ da denilir) baksanız bile “İnsan, hayvan ve bitki varlık olarak eşittir” ana fikri de sorunu çözmüyor. Bir varlık türü insana tehditse insan bu tehdidi ortadan kaldırır. Tarih boyunca böyle olmuştur. Hatta insan, tehditleri ortadan kaldırmakla yetinmemiş, dünyadaki egemenliğini şiddet ile sürekli tahkim etmiştir. Rahmetli Ünsal Oskay’ın güzel bir sözü vardı: “Şiddet, insanın insanla ilişkisinden önce insanın doğayla ilişkisinde başlar.”
Doğanın cesameti ve azameti karşısında umarsız kalan insan türü, beka çıkışını doğaya şiddet uygulamakta bulmuştur. Bunda elbette ölçüyü kaçırmıştır. Zaten bugünkü anomali; bu ölçü kaçırmanın bir tezahürü.
Köpek, evrimsel olarak insanı tanır; onun güçlüsünden çekinir. Misal otomobilleri evrimsel olarak henüz tanıyamamıştır. (Yüz yıl evrimsel açıdan kısa bir süredir.) O yüzden çoğu zaman yaya insana havlamayan köpek otomobillere havlar.
Ouroboros (kuyruğunu yiyen yılan ya da ejderha imgesi, doğanın ebedi dengesini sembolize eder) misali başa dönerek yazıyı toparlayalım:
İnsan türü olarak aslanı kediye, kurdu köpeğe boğdurduk; ayrıca kendi menfaatimiz için evcil türleri de boğduk. Şimdi bu cendere bizi de baskılamaya başladı. Sorun; son birkaç yılın, hatta çeyrek asrın değil; yüzyılların, hatta yerine göre binyılların sorunudur. Ve çözüm girişimlerinden birkaç yıl içinde sonuç almak da sanıldığı kadar kolay değil.