Ferhat ÜNLÜ – 18 Nisan 2024
Üçüncü Dünya Savaşı senaryolarının ulu orta konuşulduğu günümüzde ulus devletler arasında askeri ve istihbari mücadele şiddetlenmişken alttan alta -suyu ısınan kurbağa emsalindeki gibi- pişmekte olan bir başka mücadele boyutu dikkatlerden kaçıyor: Ulus devletler ile küresel sermaye arasındaki ekonomik, siyasal rekabet. Bu rekabetin ekonomik ve siyasal boyutla yetinmeyip istihbari ve askeri bir güç mücadelesine dönüşme potansiyeline haiz olduğunu hiçbir zaman gözden uzak tutmamak gerekiyor.
Ulus devletler-küresel sermaye savaşı bugünden yarına olacak bir şey değil. Ama geliyor, adım adım ayak seslerini duyuyoruz. Şu anda kimi dünya ülkelerinin orduları ve gizli servisleri arasında yüksek ve düşük yoğunluklu savaş süreçleri söz konusu. Bu yüzden dip dalga pek hissedilmiyor, ama üzerinde durmak zorundayız.
Her bir ulus devletin istihbarat teşkilatı, doğal olarak ülkesinin çıkarlarının peşinde. Bunda kadar şaşılacak bir şey yok. Ama kimi devletler, misal Amerika Birleşik Devletleri, ulus devletleri zayıflatan ama küresel sermayeye güç verecek bir stratejiye yönelmiş durumda. Terör örgütlerini desteklemek, Türkiye başta olmak üzere kimi ülkelerin komşularında mikro devletçikler kurmaya çalışmak küresel sermayenin ekmeğine yağ sürecek bir gelişme. Bu, orta vadede daha çok belirginleşmeye başlayacak.
Kısa vadede beklenen şey ise şu: İster ABD olsun, ister Rusya, ister Türkiye Cumhuriyeti, ister İngiltere, ister İran, bütün ulus devletler kendilerini bekleyen bir gizli tehlikeye karşı da teyakkuz halindeler. O tehlike de, tek dünya devleti idealinin peşinde olan küresel güç unsurları.
Bu yüzden ulus devletlerin gizli servisleri Dünya İstihbarat Teşkilatı çatısı altında yakın gelecekte bir araya gelmeseler bile küresel sermayeye karşı istihbari işbirliğine mecbur kalacaklar. Piyasa ve teknolojinin geldiği nokta da tek dünya devleti fikrini dayatırken ulus devletler de bunun panzehri olarak gizli servisleri arasındaki işbirliğini geliştirip bir tür defacto dünya istihbarat teşkilatı, küresel istihbarat teşkilatı fikrine yönelebilirler. Bu da uzun vadeli bir ihtimal.
Ulus devletlerin, kapitalizm karşısında güç kaybetmesinin temel sebeplerinden biri kapitalizmin, bugüne dek sadece ekonomik bir sistem olarak görülmesi ve siyasal hedeflerinin göz ardı edilmesi. Ya da bu siyasal hedeflerin ABD örneğinde gördüğümüz üzere küresel emperyalist maksatlar için seferber edilmesi.
KAPİTALİZMİN SİYASAL YÖNÜ GÖRMEZDEN GELİNDİ
Kapitalizmin sadece ekonomik yönüne odaklanmak, halen günümüzün en yaygın bilgisel yanlışlarından biri, belki de birincisi. Kapitalizm öteden beri bir siyasal sistemdir. Hatta başlı başına bir ‘siyasa’, bir ideolojidir. Ancak geleceğin dünyasını şekillendirecek bu siyasal yön, paranın ‘dinsizliği-imansızlığı’ mottosundan mülhem kapitalizmin ideolojiden yoksun bir şey olduğu ve siyasal bir amacı olmadığı yanılgısına sürükledi ulus devletleri. Ama artık ulus devletler de kapitalizmin küreselleştikçe kendilerine bir tehdit olduğunun farkına vardı. Nasıl ki Fransız Devrimi’nde sermaye, imparatorlukların yıkılıp ulus devletlerin kurulmasında rol oynadı, bu kez de ulus devletleri yıkmayı hedefliyor.
YA SAVAŞ YA BARIŞ…
Küresel sermayeyi, siyasal amaçlarına daha fazla yönelten faktörler; sosyal medyanın güçlenmesi, 2010’da başlayan iç savaşlar, 2020-22 Kovid-19 pandemisi ve son olarak 2022-2023 Rusya-Ukrayna Savaşı oldu. Rusya-Ukrayna Savaşı, büyük ulus devletlerin sanıldığı kadar ‘büyük’ olmadığını ortaya koydu.
Dönüp dolaşıp Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın Gazze krizinin başlangıcında sarf ettiği “Buradan ya büyük bir savaşa gideriz ya da büyük bir barışa…” cümlesine geliyoruz. Büyük savaştan kasıt, bölgesel bir büyük savaş ya da bir dünya savaşı. Bu bir ihtimal ve gerçekleşmesini dilemediğimiz bir ihtimal. Ama hazırlıklı olmalıyız ülke olarak.
Aslında bu ikisinin yanı sıra bir üçüncü seçenek de yok değil: Ne savaş ne barış, sürekli gerginlik… En azından İran ile İsrail arasındaki geriliminde ne savaş ne barış sürekli gerginlik konseptine daha çok şahit olacağız gibi görünüyor. Ama Orta Doğu’dan başlayarak dünyanın çeşitli bölgelerinde suların ısınıyor olması dünya savaş riskini de alttan alta besliyor.
BATI, SAVAŞA ASKERİ OLARAK HAZIR DEĞİL
Öte yandan Uzak Doğu’da da tansiyon yüksek. Çin, Tayvan’a ‘çökmek’ için bahane arıyor. Bunun haricinde Rusya-Ukrayna zaten savaşta. Yemen’de gerilim sürüyor. Suriye, Irak gibi ülkeler zaten istikrardan fersah fersah uzak. Biz ülke olarak sınır ötesinde uzun süredir terörle mücadele yürütüyoruz.
Batı’ya baktığımızda ise NATO’nun, ABD ve İngiltere’den başlayarak savaşa siyaseten hazır bir görüntü verdiğini, ancak askeri ve istihbari olarak savaşa hazır olmaktan uzak bir görüntü verdiği müşahede ediyoruz. NATO, Rusya’yı zayıflatmak namına Ukrayna’yı beslemekten çekinmedi ve Ukrayna harabeye döndü.
Üç cümleyle toparlayayım yazıyı: Eğer bölgesel çatışmalar devam ederse o meşhur kelebek etkisi teorisiyle savaş enerjisi birikir. Ve bu süreçte liderler konuşmazsa silahlar konuşmaya başlar. Ama üçüncü yol, yani ne savaş ne barış sürekli gerginlik ihtimali dünya ölçeğinde de geçerli.