Ferhat ÜNLÜ – 11 Aralık 2023
Postmodern romanın babalarından, büyük İngiliz yazar John Fowles’un çok sevdiğim bir sözü vardır; “Trajedinin en iyi tarafı, ondan sağ çıkabilmemizdir” der. Fowles’un başyapıtı The Magus’ta (Büyücü) yer alan bu cümleyi, çoğu zaman “Trajedinin tek iyi tarafı, ondan sağ çıkabilmemizdir” diye algılama eğiliminde olmuşumdur hep. Özellikle ölüm acısı gibi geri dönüşsüz trajedileri yaşadığım zaman dilimlerinde…
Zamanın ruhu gereği dünya ve ülkemiz trajik bir dönüşümün içinde. Pandemiyle birlikte artan ekonomik, sosyolojik, siyasal, hatta yerine göre psikolojik sorunların üstesinden gelebilmek için devletlere olduğu kadar ailelere ve bireylere de büyük iş düşüyor. Mesele; bu trajik dönüşümün, bir başka deyişle tünelin içinden savaşsız (muhtemel bir dünya savaşını kast ediyorum) katliamsız ve dolayısıyla insanlığın haysiyetini koruyarak çıkıp çıkamayacağız. Zaten can çekişen insanlık haysiyeti, İsrail’in Gazze’deki sivil katliamlarıyla birlikte CPR’la/kalp masajıyla yaşatılabilecek hale geldi.
Bu yazıda siz değerli World of Türkiye okurları için ekonomi (para), bilgi (istihbarat), adalet (hukuk ve hak-güç denklemi) ekseninde birbiriyle bağlantılı meseleleri güncel bir bakış açısıyla değerlendirmeye çalışacağım.
Ekonomi, yani para ile başlayalım. Çünkü para dünyadaki adaletsizliklerin temel parametrelerinden biri. Ülkemizin gelir dağılımı grafiğine baktığımızda ilk göze çarpan şeyin, piramidin tepesindeki yüzde 20’lik dilimin toplam gelirin yüzde 40’tan epey fazlasını, dolayısıyla neredeyse yarısını aldığı hakikati olduğunu görürüz. Türkiye’de en yüksek geliri sahip bir yüzde 20’lik dilim var ve bu yüzde 20’lik tuzu kuru kesimin toplam milli gelirin yüzde 48’ini aldığını müşahede ediyoruz. Bahse konu kesimin, 2022’de bir önceki yıl, yani 2021’e göre milli gelirden aldığı pay yüzde 1,3 artarak yüzde 48’e çıktı.
PARANIN ‘PARANORMAL’ EVRİMİNE DİKKAT!
Çocukluğumda, sekiz yaşındayken babamın çay ocağında çalışmaya başladığım günden beri zengin-fakir ayrımını yarım asra merdiven dayanan ömrümde görmüş, gözlemlemiş, yaşamış biriyim. Önce dar gelirli, fakir, hatta bizim Adana deyimiyle fasfakir, sonra da bir orta sınıf mensubu olarak…
Bir yolsuzluk, hayali ihracat, uyuşturucu kaçakçılığı ya da son dönemlerde ‘fenomen’lerin (Bu arada ünlü Alman düşünür Kant’tan bu yana fenomen kavramının çanına bu derece ot tıkandığı dünya tarihinde görülmemiştir diyebilirim) geleneksel medyada ve sosyal medyada faş olan alengirli, gıllıgışlı, çapraşık para kazanma modellerinden söz etmiyorsak zengin düşmanlığını bu kapitalist düzende anlamsız ve saçma bulurum. Hayat oyununun kurallarını bozmadan, ahlakıyla para kazanan insanlara kimsenin diyecek bir sözü olamaz. Hatta bu tür insanlar, yerine göre ailesine, toplumuna, milletine daha hayırlı olurlar.
Ama 20. Yüzyıl’ın son çeyreğinin çocuğu olarak 21. Yüzyıl’ın ilk yıllarından değilse bile 2010’lardan itibaren gelişen ve 2020’den itibaren büyüyüp serpilen paranın ‘paranormal’, yani normal ötesi evriminin tezahürlerini gördükçe ekonominin hiç olmadığı kadar ahlakla ilişkili bir toplumsal, siyasal faktör haline geldiğini görmek ve analizlerimizi buna göre yapmak zorunda olduğumuzu kavrıyorum.
İmdi… Eğer gelir piramidinin altındaki yüzde 20’lik taban, milli gelirden yalnızca yüzde 6 pay alıyorsa (ki rakamlar öyle söylüyor) burada ciddi bir adalet ve dolayısıyla ahlak sorunu vardır. Bu kesimin de aldığı pay 2022’de 0,1 puan azalarak yüzde 6’ya gerilemiş. Matematiğimiz çok kuvvetli olmasa da hesap ortada. Yüzde 20’lik yüksek dilim yüzde 48 alıyor, yüzde 20 düşük dilim yüzde 6 altı alıyor. Toplam yüzde 54 eder. Geriye kaldı yüzde 46. Bu yüzde 46’lık geliri de toplumun değişik kesimleri paylaşıyor. Bu kesimleri de çökmese bile gerilemekte olan yeni orta sınıf olarak tasnif etmek mümkün. Ve bu orta kesimlerin aşağıdaki yüzde 20’lik dilime doğru baskılanması da gün geçtikçe artıyor.
Ekonomide son finansal ve makro göstergeler, enflasyonun artışında bir yavaşlama olduğunu gözler önüne seriyor. Eğer enflasyon dizginlenirse ve bu ekonomik trajediden sağ çıkarsak yeni bir başlangıç yapmamız şart.
PARANIN TEK DEĞER OLMADIĞININ YAŞAYAN İSPATI: ABD
Şimdi işin bilgi ve istihbarat boyutuna gelelim. ABD İstihbarat Topluluğu’nun toplam bütçesi 67 milyar dolar, bizimki ise 8 milyar TL’ye yakın. Yani arada nereden baksanız 66 küsur milyar dolarlık bir fark var. Mamafih (bu kelimeyi de 15 yaşında Orhan Kemal romanları okumaya başladığımdan beri severim) istihbarat sistemini paranın gücüne dayandıran ABD; siyasi, istihbari ve diplomatik ahlak açısından adaletten fersah fersah uzak olduğu için amaçlarına ulaşamıyor. Dünyada hukuk, evet çoğu zaman maalesef haklının değil, güçlünün hukukudur ama bunun da bir raddesi var. ABD politik/diplomatik ahlaksızlıkta bu raddeyi aştığı için başarısız ve böyle devam ederse başarısız olmaya da devam edecek. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yerinde tespitiyle “Daha adil bir dünya mümkün, ama ABD ile değil…”
SUÇ ARTIŞI SADECE EKONOMİK DEĞİL, AHLAKİ BİR SORUN
Gelelim adalet-suç denklemine… Suç türlerinin dünyada ve ülkemizde yaygınlaşmasında elbette ekonomik sebeplerin hatırı sayılır etkisi var. Yokluk ve yoksulluğun, ciddi oranda suçu azdırdığını görecek kadar hayat tecrübem oldu. Ama tek faktör, artık bu değil. Gençleri kandırmaya çalışmak yanlış olur. Paraya her zaman önem/değer verilirdi. Ama değerler dünyası bugünkü gibi paradan ibaret değildi. Paranın bir değişim aracı olarak hakiki değerinin ötesinde bir ‘metafizik’ değere eriştiğini görüyoruz. Bu da zamanımızın ‘show’ toplumunda göstermecilikle tezahür ediyor. Para gösterildiği oranda değerli bir şey zannediliyor. Dilan Polat ve Seçil Erzan gibi sui misaller bunun iyi birer örneği. Ama bu tür kötü örneklerin emsal olamayacağı, olmaması gerektiği de görüldü. Pink Floyd’un 1973 çıkışlı o meşhur The Dark of The Moon albümünün B yüzünün birinci şarkısı Money’de pek güzel ifade edildiği gibi para uçucudur, ona kalıcı değer muamelesi yapan aldanır.
Para tek değer haline gelirse onu kazanmak ve göstermek için her türlü yol da mübah hale gelir. Kriminal vakaların sayısındaki artışın sebeplerinden biri bu.
Ekonomik sebepler dışında şiddeti özendiren dizilerin artması, ailenin çocuklar üzerinde otoritesinin azalması, psikoz vakalarında özellikle pandemi sonrası başlayan gizli artış ve sosyal medyanın kötü yan etkileri aklıma gelen belli başlı sebepler.
Dolayısıyla sorun; yalnızca ekonomik değil, psikolojik, sosyolojik ve siyasal tedbirleri aynı anda uygulamakla çözülebilecek noktaya geldi. Bu trajik tünelden ancak; ekonomi (para), bilgi (istihbarat), adalet (hukuk ve hak-güç denklemi) ekseninde doğru teşhis ve tedavilerle çıkabiliriz. Eğer bunu başarırsak işte o aşamadan sonra gönül rahatlığıyla “Trajedinin en iyi tarafı, ondan sağ çıkabilmemizdir” diyebiliriz.