Fatih ÜNLÜ – 9 Aralık 2023
Önceki yazılarımızda İslam karşılığının yüzyılların meselesi olduğunu belirtmiş ve bu durumun son 30 yılda çok hızlı bir artış kaydettiğini ifade etmiştik. Yazı dizimizin beşincisinde İslam karşıtlığının, İslamofobi’nin son aylardaki yükselişini ele alacak ve alınabilecek önlemlere de bir giriş yapmaya çalışacağız.
İslamofobi’deki son iki ayda yaşanan artışın önceki yazılarımızda değindiğimiz genel sebeplere ilavaten çok özel sebepleri de var. 7 Ekim’de Hamas’ın İsrail’e taarruzuyla ilgili bazı haberlerin bu İslamofobik artışta ciddi bir etkisinin olduğunu söyleyebiliriz. İnsanların katledildiği, kaçıştığı görüntüler ve Hamas’ın 40 bebeğin kafasını kestiği gibi haberler değil dünya kamuoyunda İslam ülkelerinde bile çok farklı duygulara sebep olabilecek mahiyetteydi. Ama burada önemli bir püf noktası vardı.
Yayılan haber ve videoların önemli bir kısmının düzmece ve yalan olduğu kısa sürede anlaşıldı. Örneğin, 40 bebeğin kafasının kesildiği haberi asılsız çıktı. Müzik festivalinden verilen bazı görüntülerin saldırı anıyla ilgisi olmadığı anlaşıldı.
Yine Hamas yaptığı harekatta çok sayıda rehine almaya çalışırken, bazı rehinelerin İsrail ordusunun helikopterle vs. müdahalesi sonucu öldüğüne dair de İsrail basınında bizzat görgü tanıklarının beyanları yer aldı. Zaten 7 Ekim sonrası İsrail tarafındaki bazı evlerde görülen tahribat Hamas’ın hafif silahlarıyla izah edilebilecek türden değildi.
Ama İsrail ve destekçileri bu gibi bir kısmı yalan haberlerle Hamas’ın 7 Ekim taarruzunu Yahudi ırkını yok etmeye çalışan topyekun bir saldırı havasında göstermeye çalıştılar. Yapılan bu tür düzmece haberler aynı güçte yalanlanamadığı için bazı zihinlerde çok güçlü Filistin karşıtı ve İslam karşıtı bir etki bıraktı. Haber yalan da olsa, işin doğrusu anlatılamadığı müddetçe, algı açısından bir bebeğin kafasını kesecek zihniyette gerçekte öyle olmayan ama öyle olduğu vehmedilen bir grup insanlarda dehşet uyandırmaya yetiyordu. Bu gibi haberler hâlâ ara ara tekrarlanıyor.
İslam Karşıtı Eylemlerdeki Ciddi Artış
Özellikle Batı dünyasında 7 Ekim sonrasında İslam karşıtı eylemlerde çok büyük bir artış yaşandı. Ne yazık ki daha önce detaylarını anlattığımız 6 yaşındaki sabi Al-Fayoume’nin öldürülmesi gibi vahim olaylar bu dönemde vukubuldu.
Amerika – İslam İlişkileri Konseyi’nin (CAIR) raporuna göre, 7 Ekim – 4 Kasım arasında yaklaşık bir aya yakın sürede İslam karşıtı – Arap karşıtı eylemlerle ilgili 1,283 yardım talebi ve ön yargılı hareket raporlanmış. Bu da daha önceki yıllara göre yüzde 300’ün üzerinde bir artışa tekabül ediyor.
Bu eylemlerin yüzde 23,39’luk kısmı ifade özgürlüğüyle, yüzde 20,56’sı istihdamı hedef alan hususlarla, yüzde 15,32s’i nefret suçuyla ve yüzde 9,2’si de eğitim ve tacizle alakalı.
Bazı Avrupa ülkelerinde de benzer bir durum var. Özellikle Wilders gibi İsrail yanlısı politikacıların söylemleri onların taraftarları arasında ciddi bir İslamofobik dalgaya sebep oluyor. Mesela Hollanda’da markette çocuğuyla alışveriş yapan başörtülü bir bayana birisinin “İsrail hepinizi vuracak.” diye bağırdığı bir olay yaşanmış.
Avusturalya’da da 7 Ekim’den sonraki bir aylık dönemde 133 İslamofobik olay görülmüş. 7 Ekim’den önce bu tür olayların aylık ortalaması ise 10 civarında. Dolayısıyla 13 katın üzerinde çok ciddi bir artış söz konusu.
Kanada’da da şehirden şehire fark olmakla birlikte durum yine iyi değil. Toronto’da da 7-25 Ekim arasında 5 İslamofobik nefret suçu işlenmiş. Oysa bu şehirde 2022’de bu tür tek bir olay bile yaşanmamış.
Daha önce de söylediğimiz gibi Batı’da aynı dönemde anti semitik olaylarda da çok ciddi bir artış var ve bunun artış yüzdesi bazı bölgelerde çok daha fazla. Ama gerçek durumu daha iyi anlayabilmek için şunu da belirtmemiz gerek. İslamofobiyle anti-semitizm arasında tanım itibarıyla ciddi bir mahiyet farkı var.
Son dönemdeki antisemitik eylemlerde Yahudilere yönelik nefreti veya karşıtlığı gösteren gerçekten antisemitik eylemlerin yanı sıra bazen de bir sebeple İsrail’i eleştirmenin antisemitik eylem sayılmasına da çok rastlanıyor.
Bazı Yahudiler dahil birçok kişi tarafından eleştirilen bir durum bu. Nitekim, AA’nın haberine göre, Yahudi yazarlar da, n+1 adlı çevrim içi edebiyat dergisinde yayımladıkları açık mektuplarında “İsrail’e yönelik herhangi bir eleştirinin doğası gereği Yahudi karşıtı olduğu yönündeki yaygın söylemi” reddettiklerini bildiriyorlar.
Diğer yandan, İslam karşıtı eylemlere baktığımızda bunlar ne yazık ki öldürmekten özellikle -başörütlü oldukları için dini kimlikleri belli olan- bayanlara yönelik tükürmeye, silahlı tehditten çevrimiçi hakaretlere kadar çok geniş bir yelpazede birçok incitici ve aşağılayıcı tavrı içeriyor. Dolayısıyla yüzdeleri değerlendirirken bu gibi detayları da göz önüne almamız gerek.
Burada dikkat çeken bir husus da şu: Bunca medeniyet seviyesi iddialarına rağmen, Batı’da bazı çevrelerin “ötekileştirme” huyunun hâlâ çok kadar ciddi seviyelerde olduğu anlaşılıyor.
Diğer yandan, İsrail sivillere yönelik dehşetli bombardımanları başlatıp kimseyi dinlemeden devam ettirdikçe ve bu elim görüntüler de kamuoyuna yayıldıkça tablo biraz farklılaştı. Neticede İsrail, Hamas’ın 7 Ekim harekatıyla ilgili bir kısım yalan haberlerle de desteklediği propaganda gücünü önemli ölçüde kaybetti. Ve dünya kamuoyu İsrail’in aleyhine dönmeye başladı.
Fakat İsrail her ne kadar zemin kaybetse de, öncede yapılan düzmece haberler aynı güçte yalanlanamadığı için zihinlerde güçlü bir İslamofobik etki bıraktı. Haber yalan da olsa, işin doğrusu anlatılamadığı müddetçe, algı açısından bir bebeğin kafasını kesecek zihniyette vehmi bir grup insanlarda dehşet uyandırmaya yetiyordu.
Ne Yapabiliriz?
İslam karşıtlığını körükleyen haberlerin yanlışlığının zamanla anlaşılmasıyla İslamofobik eylemlerde bir durulma beklenebilir. Ama haberlerin yanlışlanması çok sınırlı çevrelere ulaşabildiği ve bu tür yanlış ve maksatlı haberler ara ara tekrarlandığı için -biz güçlü bir girişim başlatmadığımız sürece- bu durulma istenilen düzeyde olmayacaktır.
Çünkü karşımızda çok usta ve organize bir akıl var. Bu akıl son günlerde de kendini ara ara gösteriyor. Detaylara bilahare bakabiliriz. Son gelişmeler açısından yapmamız gereken iki önemli görev var:
1-Haberlerle ilgili işin aslını, doğrusunu insanlara anlatmalıyız.
Bu haberlerin yanlışlığı daha çok anlatıldıkça, işin doğrusunu öğrenen insanların çoğunun makul ve doğru bir yargıya varacakları beklenebilir. Serbest bırakılan rehinelerin kendilerine iyi davranıldığı ifade etmeleri ve ayrılış görüntüleri bile kamuoyunda hemen yankısını buldu. İsrail Hamas rehinelere ilaç verdi, ondan öyle görünüyorlardı gibi iddialar ortaya atsa da, neticede güzel olan bir hareketin üzeri kolayından örtülemiyor.
İnsanlara doğru haberlerin ulaştırılması için İletişim Başkanlığı, TRT, El- Jezire, AA gibi basın yayın kurumları çok önemli görevler ifa ettiler ve ediyorlar. Bu gayretlerin yoğunlaştırılması ve gibi kurumların sayısının artırılması lazım.
2-Öz eleştiri yapmamız gereken yerlerde de bunu samimiyetle yapmalıyız.
Tüm bu süreçte yaşanılanların kendimize bakan yönleri itibarıyla da gerektiğinde öz eleştiriyi asla ihmal etmemeliyiz ve nefis muhasebesini unutmamalıyız. Bu gibi ulvi mücadelelerde Dinimizin yüce prensiplerine azami dikkat edilmesi ve doğru kişilerle istişare edilmesi olmazsa olmazdır.
Süreçte aykırı düşmek pahasına farklı düşünüyorsak doğru bildiğimizi üslubunca söyleyebilmeliyiz. Eleştiri de dahil iletişim kanallarını açık tutmalı ve istişare kültürünü gerçek manada yaşamalıyız. Burada en önemli husus haklı bir mücadelenin güçlü bir şekilde ve Dinimizin ulvi prensipleriyle uyumlu bir şekilde yürütülmesidir.
Konunun detaylarına inşallah sonraki yazılarımızda devam edeceğiz.
Allah’a emanet olun.