Fatih ÜNLÜ – 05 Aralık 2023
Ateşkes bozuldu ve Gazze’ye yeniden ölüm yağmaya başladı. Şimdi Gazze’de insanlar yeniden “ölümü yaşar” hale geldiler. Çünkü gittikleri her yerde ölüm var. Çünkü her nereye gitseler, ölümün kendilerini orada bulmayacağından emin değiller. Ölüm son iki ayda çevrelerinden günde yüzlerce masum cana isabet etti ve ediyor. Ve ailelerinde şimdi; akrabalarında, etraflarında yüzbinlerce yaralı, travmalı, acılı insan var…
Elbette imanın sırrına ermiş olanlar için bu gidişler şehadetin işareti ve gidilen yer de hiç şüphesiz bu fani yurttan eşsiz ve kıyassız daha güzel.
Ama diğer yandan da -katillerin cürmü açısından- bu gidenlerin burada hala yaşayabilecekleri güzel anları vardı. Bu sabiler dünyaya dar bir günde ölüme uyanmak için gelmemişlerdi…
Bu dünyada henüz birkaç yıllarını bile tamamlamamış bu masum çocuklar daha nice yıllar gün yüzü görmeli ve koşup oynamalıydılar. Ama işte yaşama hakları biteviye gasp edildi ve ediliyor…
Bazıları insan öldürmeyi bir amaca ulaşmanın vesilesi sanıyorlar. Aslında en büyük bozguna uğruyorlar ama bunun henüz farkına varamıyorlar. Tüm bu olanlar neticesinde öldürülenler en yüksek mertebelere ulaşırlarken, onların katilleri de esfeli safiline, aşağıların en aşağısına doğru yuvarlanıyorlar.
Oysa Rabbimiz şöyle buyuruyor: “İşte bu yüzdendir ki İsrailoğulları’na şöyle yazmıştık: Her kim bir cana veya yeryüzünde bozgunculuk çıkarmaya karşılık olmaksızın (haksız yere) bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Her kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (Maide suresi, 32. ayet-i kerimenin mealinden.)
Bu sonsuz Kainatı yaratan Allah tek bir kulunun canına bile eşsiz bir kıymet veriyor. Bunca insanı haksız yere öldürenler bunun karşılıksız kalacağını nasıl düşünebilirler? Düşünseler bile bu onların akıbetini değiştirir mi?
Bir önceki haftanın Cuma hutbesinde de okundu, Peygamberimiz (s.a.v.) “Kıyamet günü en ağır azaba uğrayacak olanlar, dünyada insanlara azap edip, şiddeti reva görenlerdir. (İbn-i Hanbel)” buyurmuşlar. Evet, insanlara şiddeti reva görmek en ağır azaba sebep.
Bu zalimlerin hak ettikleri en büyük cezaya çarptırılacakları muhakkak. Ama diğer yandan, bize de bu dünyada zulme elimizden geldiğince engel olma görevi verilmiş. Biz de bu şuurla elimizden geleni -ve zamanla ötesini de- yapmalıyız. Ama nasıl?
Ne yapabiliriz? Öncelikle kendimizin ve hakiki gücümüzün farkına varmalıyız. Hz. Ali (kerremallhu vecheh) insana hitaben: “Sen kendini küçük bir cisim sanırsın fakat sende gizlidir en büyük âlem.” der. İnsanda en büyük alem saklıdır. Müslümanlarda ve İslam’da da bu azam derecesindedir. Üstad Bediüzzaman’ın deyişiyle İslamiyet “insaniyeti kübradır” – “en büyük insanlıktır.”
Evet, kendimizin farkına varmalı ve koca Kâinatın sınırlı bir köşesinde kendisine bunca iş yapma yeteneği bahşedilen insan olmanın izzetini Kainatı Yaratan’a kullukta aramalıyız. Ve afakta ve enfüste Dinimizi en güzel şekilde, güzel ahlakla, adaletle, merhametle, gayretle ve gerektiğinde dünyadan bir anda vazgeçebilecek bir ruhla yaşamalıyız. Bu şekilde yaşayıp bir olup, birlik olabilirsek, alemimizde mündemiç, içimizde mevcut olan o büyük güç ortaya çıkar.
Birlik olmazsak, bir imtihan için gönderildiğimiz bu fani yurdu, dünyayı haddinden fazla önemser ve dünyanın geçici nimetlerine bağlanır kalırsak, sayımız çok da olsa, gücümüz dağılır gider.
“Vehn hadisi” olarak bilinen hadislerinde Peygamber efendimiz aleyhisselam şöyle buyurdular: “Yemek yiyenlerin birbirlerini sofralarına davet etmeleri gibi yabancı milletlerin sizinle savaşmak, üzerinize çullanmak için birbirlerini davet edecekleri zaman yakındır.”
Birisi: “Bu o gün bizim azlığımızdan dolayı mı olacak?” diye sordu.
Rasûlullah (s.a.v.) “Hayır, bilakis siz o gün kalabalık fakat selin önündeki çer çöp gibi zayıf olacaksınız. Allah düşmanlarınızın gönlünden sizden korkma hissini alacak, sizin gönlünüze de vehn (zaafiyet, dermansızlık) atacaktır.” buyurdu.
Yine bir adam: “Vehn nedir ya Rasûlullah?” diye sorunca:
Peygamberimiz de “Vehn, dünyayı (fazlaca) sevmek ve ölümü kötü görmektir.” buyurdular.
Cahit Zarifoğlu’na atfedilen ama aslında Ayla Aydemir’e ait olan
“Burası Dünya / Ne Çok Kıymetlendirdik / Oysa Bir Tarla İdi / Ekip Biçip Gidecektik” dizeleri bu hali anlatıyor.
Dünyaya aşırı düşkünlük insanın ruhunu ve içindeki atılımcı gücü zayıflatıyor, modern tabiriyle onu bir konformiste çeviriyor. Bazı Yahudilerin Hz. Musa’ya “Sen ve Rabbin gidin, onlara karşı birlikte savaşın” dedikleri ruh haline yaklaştırıyor. Oysa dünya Ahiret’le gerçek anlamını buluyor. Kişi ne kadar önemserse önemsesin, bu dünya bir gün zaten bitip gidiyor. Yunus Emre’nin dediği gibi “Bu fanide kimse kalmaz” ve kalmıyor.
Yine Hayati Yazıcı’nın çok esprili bir tarzda naklen dediği gibi “Herkes ölünceye kadar yaşıyor.” Mutlak ecel değil, ecelin bizdeki tesirleri değişiyor. Dünyaya aşırı düşkünlük Müslüman insana en ayırt edici yönünü dinamizmini ve ulvi gayretini kaybettirebiliyor.
Peygamber efendimizin (s.a.v) bu ve bu gibi sözlerinden hem dünyayı geçici bir yurt bilmeyi hem de ufkumuzu sırf dünyayla ve dünyevi ölçülerle sınırlı tutmamayı öğreniyoruz. Dünyayı da elbet bileceğiz, önemseyeceğiz ama sırf dünyayı kıstas almanın bizi yollarda nice yanlışlara düşürebileceğinin farkında olmalıyız. Aşkın bir bakışımız olmalı ki -diyelim- hedeflerin büyüklüğü gözümüzü korkutmasın, engeller bizi yıldırmasın.
Peygamberimiz aleyhisselam en zor zamanlarında bile gelecekteki zaferi görebiliyordu, çünkü Allah’ın vaadini en iyi O biliyordu. Ve tek bir insanın bile Cehennemden kurtulması için bunca gayret etmesiyle, o vakit dünyanın en zor coğrafyalarından birisinde en büyük dönüşümleri başardı, insanları eğitti ve onlara Kainatın ve hayatın Yaratıcısını ve O’nun razı olduğu güzel hayatı öğretti. Ve dürüst, gayretli ve yeni bir ahlâkla donanmış olan bu kıymetli arkadaşlarıyla, hayatında da Arabistan’ın İslam’la şereflenmesine şahitlik etti.
Çoğumuz hatırlarız, Michael H. Hart “Dünyaya Yön Veren En Etkin 100” adlı kitabında Peygamberimiz Hz. Muhammed’i (s.a.v.) dünyanın gelmiş geçmiş en etkili kişisi olarak göstermişti. Ve bunu da şöyle gerekçelendiriyordu: Eğer Muhammed (s.a.v.) olmasaydı, 7. yüzyılın başlarında bir anda ortaya çıkan İslam fetihlerinin asırlar boyunca dünyanın gidişatını önemli ölçüde değiştirmesi mümkün olmayacaktı. Gerçekten de öyle. Yazar bunu çok iyi yakalamış. Bilenler bilir, birçok siyasi gelişmenin yanı sıra, dünyanın bugünkü seviyeye gelmesindeki en büyük amil İslamiyettir, Müslümanlardır. Buna teknoloji ve bilimdeki ilerlemelerin yanı sıra başta yardımlaşma ve temizlik birçok toplumsal husus da dahildir.
Peygamber Efendimiz aleyhisselamın ve ashabının arkadaşlarının bakışları dünya ile sınırlı olsaydı, bunca büyük işi başarabilirler miydi? Amaç başarı ve zafer değildir şüphesiz; amaç Allah’ın rızasıdır ve bu ulvi amaç zaferle gerçekleşecek ümidiyle zafer de istenir.
Peygamberimizin (s.a.v) savaşlardan, cihaddan dönüşte vurguladığı çok önemli bir husus da büyük cihattı, yani nefis terbiyesiydi. Çünkü nefis terbiyesi olmasa insan muzafferken bile yanlışa sapabilir, zulmedebilir. Ve bu manada muzafferken bile aslında en yakın bir yerde nefse karşı mağlup duruma düşebilir.
Buradan kendimiz olma ve içimizdeki gücü ortaya çıkarabilmeyle ilgili üç temel sonuca varabiliriz.
1-Aşırı dünya düşkünlüğünden korunmaya çalışacağız. Dünyayı Allah rızası için Ahiretteki yaşayacağımız günleri yad’a getirerek yaşamaya gayret edeceğiz. Bu dünyamıza da bambaşka anlamlar katacak. O zaman dostlarla içtiğimiz güzel çayın ve akabindeki sohbetin ebedi bir hayatta benzer ama çok daha güzel bir manzaranın mukaddimesi olduğunu bileceğiz.
2-Daha güzel bir yurda açıldığı için ölümü de kötü görmeyeceğiz. Ölümü ve zorlukları biz kendimiz istemeyeceğiz ama ölümden de zorluklardan da korkmayacağız. Çünkü tüm bunların bir takdir edeni Var. Bizi yoktan vareden Allah hiç şüphesiz buradan ayrılmamız gereken zamanı da en iyi bilir, diyeceğiz. Ölümden korkmayınca maddi manevi cesaretimiz dahil içimizdeki birçok güç ortaya çıkacak. Ölümden korkan bir askerle ölümden korkmayan bir asker arasındaki dağlar kadar nitelik farkını düşünün.
3-Büyük cihadı, nefis terbiyesini unutmayacağız. Nefis terbiyesi zorlu iştir şüphesiz ama onun tehlikelerinin bile farkında olmak insana birçok güzel haslet kazandırır. Kamil insanların rehberliğinde nefsi terbiye edebilmek de -maksat bu değildir ama- insana eşsiz makamlar ve manevi güçler kazandırır, İbrahim aleyhisselam gibi onu tek başına bile olsa bir ümmet haline getirir.
Biz bütün mücadelelerimizi Dinimizin ulvi prensipleriyle başka boyutlara taşıyabilirsek kazanırız. Sivillere daha çok zarar vermek için yapay zekayı bile kullanan birilerini ancak sivillere hiç zarar vermeyen, buna azami dikkat eden birileri alt edebilir. Bizim üstünlüğümüz Dinimizin yüce prensiplerine sonuna kadar riayet edebilmemizdedir. Biz bu dünyanın ötesiyle düşünebildiğimiz zaman ancak önümüze bambaşka zafer kapıları açılır. Ve açılıyor.
========
Yazının ilk versiyonu aşağıdaki güzel cümlelerden mülhem “Ölümlerini Beraberlerinde Götürenler” başlığını taşıyordu.
– Cahit Zarifoğlu Ağabeyin İns adlı hikayesi: “İyice yaşlandıkları için çadırdan ayrılırken ölümlerini yanlarına aldılar.”
– Abdullah Bera Yıldız’ın bir yazısında -bu cümleden yaptığı uyarlama- “İyice yaşlandım be Üstad! Bir yere giderken ölümümü de beraber götürüyorum artık. Yani ölüm düşüncesini…”