rabia yavuz 800-563 yeni

Uzman Klinik Psikolog Rabia YAVUZ – 25 Nisan 2025

 

Bazen farkında bile olmadan kendimizi bir başkasının önceliği olmaya çalışırken buluruz. Onların takviminde küçük bir boşluk açılırsa hatırlanmayı bekleriz. Ne zaman ekran aydınlansa, gözlerimiz umutla parlar. O kişi yanıt verdiyse diye. Her şey biraz daha kolay olacak sanırız. Oysa biz sadece cevap vermiyoruzdur: “Buradayım” diyoruzdur. “Seni önemsiyorum” diyoruzdur. Ama bu durum hep tek taraflı olduğunda içimizde bir şeyler eksilir. İçsel konuşmalar başlar. Kendi kendine konuşuna deli deniyor toplumuzda. Belki de deli yerine tek başına demek daha doğru olur.

Hız ve meşguliyet çağında birçok ilişki tek başına yaşanır oldu. Bu tek başınalık ise zaman zaman insanların hem ruh sağlığını hem de varoluşsal değerlerini aşındıracak kadar şiddetli yaşanabilir. Değil mi ki, tek kanatlı kuş uçmaz, ancak çırpınır. Zihnimizde dolaşan kendi yazdığımız diyaloglar da çırpındıkça yüreğimiz sıkışır.

Cevapsız Mesajların Gölgesinde

Kendi kendine konuşan cümleler dile gelmediğinde, kâğıda düşmediğinde -günümüzde ekranda okunmadığında- bilinç akışıyla sürüklenen iç hesaplaşmalara, yoksunlukla açılmış kırılganlıklara, en çok da “tutulamayan bir ilişkinin” tarifine dönüşür. O zaman insan sevmeyi de sorgular; sevilmeyi de. İçimizdeki duygusal yoksunluk çeken yanımız sürekli kendi kendine konuşur. Diyaloglar uzar gider. Bilişsel çarpıtmaların en ünlüsü “zihin okuma” ise şoför koltuğuna oturur, tam gaz yol alır. Eliniz telefona gider ve tuşlara basmaya başlarsınız.

Sen bana yazdığında, saatin kaç olduğunun, dünya dönerken hangi kıtada olduğumun, annemin ne pişirdiğinin, doların ne kadar olduğunun hiçbir önemi yok. Ben senin bir “merhaba”nı, “Mehmetçik gibi” bekliyorum: Hazır ol’da! Sana yazmamaya çalışıyorum çünkü yazınca biraz fazla oluyor, yazmayınca eksik. Yani tutturamıyorum işte. Ben hep böyle yapıyorum. Zaten hiçbir şeyi tutturamıyorum. Tutunamıyorum, belki de. Ama ne zaman bunu söylemeye kalksam, yine ben suçlu oluyorum. Çünkü anlayışlı olmam gerekiyor. Çünkü sen meşgul biriymişsin. Çünkü hayat böyleymiş. Çünkü beklentilerimi düşürmeliymişim. Çünkü modern zamanlarda aşk, zaten buymuş.

Ekranda beliren yazıları tekrar okuyunca yavaş yavaş silersiniz bir yandan da beklediğiniz kişinin ekranında onu beklediğinizi bilmesini umarak. Telefonu elinizden bıraktığınızda umduğunuz şeyleri alamamış olmanın kırgınlığı kızgınlığa dönüşmeye başlar.

İçinizdeki seslerden biri “Yeter artık” der. Yapma bunu kendine. Yazma ona. Yazarsa da bakma mesajına. Mesaj yollamış mı, diye telefon ekranını kontrol etmekten vazgeç. Şu anda çevrimiçi mi, diye boş boş ekrana bakarken çevrimiçi oluvermesini dileme. Çünkü çevrimiçi olduğunda yine beklemenin kuyusunda bir dibin olmadığını tekrar göreceksin. Çevrimiçi olduğunda sen onu beklerken onun o anda neler yapabiliyor olduğunu düşünmenin acısıyla kesikler atacaksın zihnine.

İlginizi çekebilir!  Zihinsel Yorgunluk ve Stresle Başa Çıkmak - Rabia Yavuz

Ama yapamazsınız. Yutkunursunuz. Yazsa bu sefer siz geç yazacağını söylemek istersiniz kendinize. Halbuki bilirsiniz bunun böyle olmayacağını. Zira daha önce de olmamıştı. Yapamıyorsunuz. Çünkü o, sizi beklemeye alıştırdı. Çünkü siz, terk edilmeden önce terk edilmekten korkmuştunuz hep. Çünkü yalnızsınız ve sadece sevilmek istiyorsunuz. Nedenleriniz doğru olsa da adresler yanlış.

“Hiç sevmedi mi beni, peki?” diye soruyorsunuz. Başlarda öyle değildi. Peşimden ne çok koştu. Ne yaptıysam benden vaz geçmedi. Ta ki…

Gerçekten sevdi mi sizi, bilmiyorum. Belki hiç de bilemeyeceğiz. Ama sorulması gereken sorular başka olabilir. Sizi ne kadar sevdi? Sizi bekletmeyecek, üzmeyecek, canınızı yakmayacak kadar sevmemiş olabilir. Bazen insanlar sadece kendi yalnızlıklarını sevmedikleri için, canları çok yandığı için başkalarının canını yakmaya hazır hale gelebilir, belki de bilmeden belki de bilerek.

İşte bu yüzden. Artık cevap vermemelisiniz. Bu karar bile içinizi kemirecek, emin olun. Bu kararı almaya başladığınız anda zihninizdeki felaket tellalı kulağınıza fısıldamaya başlayacak: Ya bir daha yazmazsa? Ya yazmak için bu sizin son şansınızsa?

Ama zaten hiçbir zaman “ilk” olmamıştınız.
Sadece bir “sonra.”

Zaman Bulmak Değil, Zaman Yaratmak

İnsanın özlemi sevgiye değildir yalnızca. Birinin gözünde anlam bulmaya, değerli hissetmeye de özlem duyar. Hepimiz kendimizi görebileceğimiz aynalar ararız. Bir mesajın gelişi, bu yüzden yalnızca bir iletişim biçimi değil, varoluşun bir yankısına bile dönüşebilir. Lakin eğer bir kişi yalnızca zamanı olduğunda size yazıyorsa, aslında size değil; kendi gündemine yer açıyordur. Oysa ilişki, zaman bulmakla değil, zaman yaratmakla mümkün olur. Sevmek, birine “senin varlığın anlamlı” diyebilmektir. Bu ancak dikkatle, iradeyle, özgür bir kararla mümkündür.

Viktor Frankl’ın sıkça altını çizdiği gibi, insan hangi durumda olursa olsun bir seçim hak, sorumluluk ve gücüne sahiptir. İlgilenmek, beklemek, sevmek, vazgeçmek. Bunların hepsi birer seçimdir. İhmal edilmek olmasa da ihmal etmek de öyle. Tüm bu eylemler, dış koşullardan bağımsız bir anlam tercihidir. Eğer siz, bir kişinin yalnızca boşluklarında hatırladığı biriyseniz, bu size verilen anlamın düzeyini gösterir. Çünkü bir insan, neye değer veriyorsa, ona yer açar. Yer açma hak, sorumluluk ve gücüne sahiptir. Aynı sizin de olduğunuz gibi. İnsan neyi önemsiyorsa, onun için zaman üretir, bahane değil.

İlginizi çekebilir!  2024 Dünya Göç Raporu’nun Söyledikleri Ne Anlama Geliyor? - Prof. Dr. Faruk Taşçı

Bahaneler, mazeretler canımızı acıtır. Viktor Frankl’ın “anlam” üzerine yaklaşımı ise acının bile dönüştürücü olabileceğini söyler. Eğer acıdan bir anlam çıkarabilirsek, o artık bizi yıkmaz; aksine, bizi yeniden ve daha güçlü bir şekilde inşa eder.

O hâlde, sürekli beklemekten doğan bu sessiz kırgınlık da içimizde bir fark edişe dönüşebilir.

“Ben neden bu kadar çok seviyorum?”
“Ben neden hep ilk adımı atan, ilk arayan, ilk düşünen oluyorum?”
“En önemlisi, bu hâlim bana benim hakkımda neler söylüyor?”

İçeriye Doğru Bir Adım

Cevaplar çok çeşitli olabilir. O cevaplardan sadece bir tanesi, sevgi arayışımızın sadece birine yönelmek değil, kendimizde değerli bir anlamı aramak, bulamadığımızda onu üretmek için seçimlerimize yönelmektir. Ama sevdiğiniz kişi sizin verdiğiniz bu anlamı size geri yansıtmıyorsa o zaman belki de yapılması gereken şey, bir adım geri çekilmek değil;
içe doğru bir adım atmaktır.

Viktor Frankl’ın logoterapi yaklaşımı, “acıya rağmen yaşamak”tan öte, acı aracılığıyla insanın kendini aşabileceğini söyler. Bu durumda, karşılıksız bir çabanın içinde kalmak, kendi öz saygımıza zarar vermeye başlamışsa, sevginin bizi büyütmek yerine tükettiğini görüyorsak, o zaman “artık cevap vermemek”, bir uzaklaşma değil; kendi içsel anlamımıza yeniden yönelmek demektir.

Çünkü anlam, hep dışarıda aranmaz. Çoğu zaman dışarıda bulunmaz. Dışarıdaki aynalarda bile en çok neye ihtiyacımız olduğunu görebiliriz ancak. İhtiyaçların icatların anası olması gibi diğerlerinin aynalarında da en çok kendinize döneceğiniz yanlarınız görülür. Frankl şöyle der: İnsanın elinden her şeyi alabilirsiniz; ama özgürlüğünü alamazsınız: Kendi tutumunu seçme özgürlüğünü.

Bu nedenle belki de cevap vermemek, bir kararsızlık değil; kendinize sadakat göstermenin doğru bir yolu olabilir. Çünkü sevgi, yalnızca karşılıklı sözcüklerle değil, karşılıklı anlam üreterek yaşanır. Siz de herkes gibi kendi anlamınıza sahip çıkabilen bir ilişkiyi hak ediyorsunuz. Çünkü sevgi özgürleştirmiyorsa, o sevgi değil, başka bir şeydir. Belki bir sömürü belki bir bağımlılık.

Bir Yorum Yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacaktır.